Haksöz-Haber
21 Mart günü Şam’da ders verdiği camide öldürülen Said Ramazan el-Buti’nin ardından kimi İslami çevrelerin sergilediği tutumlar bu kadar da olmaz dedirtir boyutlarda.
Şüphesiz Buti’nin nasıl ve kimler tarafından öldürüldüğüne ilişkin belirsizliklerin kafa karıştırması normal. Olağan şüphelilerin “biz yapmadık” açıklamasının ardından gözlerin ister istemez rejime dönmesi de beklenebilir bir şey. Gerçekten de bu aşağılık rejim her türlü şeytani eyleme imza atabilir. Bu bağlamda şu veya bu nedenle kendisine yakın isimlerin öldürülmesi üzerinden bir şeyler planlamış da olabilir. Ne var ki bunlar şimdilik sadece tahmin.
Bir de gerçekler var. Ramazan el-Buti denilen kişi canla başla rejime çalışan, son iki yıldır katliamcı kimliği tüm dünyayı ürkütme boyutlarına varmış olmasına rağmen Baas zulmüne sadakatini sürdürmüş bir isim. Öyle ki Esed’i ululemr olarak tavsif etmiş, rejimini korumak için savaşmayı farz-ı ayn ilan etmiş, yetmemiş, dilini Beşşar’ın cani ordusunu sahabeye benzetme rezilliğine bulaştırmış bir kirli şahıs!
Böylesi rezil bir profili bulunan bir ismin ardından sarfedilen sözler bu açıdan çok çarpıcı.
Öncelikle belirtelim ki, İslam alimi sıfatıyla tanınan bir kişinin zulme batmış bir şekilde bu dünyadan göç etmesini istemez, tövbe etmiş olmasını ve ömrünün son günlerinde günahtan uzaklaşma çabası içinde olmasını umardık. Ama doğrusu “kaçacaktı, rejim tarafından katledildi” iddiasının pek bir tutarlılık taşımadığı çok açık. Bunlar rejimin mücrimliğini vurgulama saikiyle söylenmiş temenniler olmaktan öteye gitmiyor. Öte yandan bu tür iddiaların, spekülasyonların kirli bir kişiyi aklama çabasına dönmesi ise kabul edilebilecek bir şey olmasa gerek. Bu noktada Akit gazetesinin (23 Mart) Buti’nin öldürülmesinin ardında rejimin olduğu iddiasından hareketle bu saray hocasını şehit ilan etmesi çok büyük bir yanlış. Bu kadar günaha, zulme batmış bir kişiyi ne yapsanız aklayamazsınız!
Zaman gazetesinin (24 Mart) “Suriyeli alim el-Buti ebediyete uğurlandı” manşeti de kafa karışıklığını yansıtan bir başka örnek.
Bu tür örnekler arasında Yeni Şafak’ta Salih Tuna’nın yazısının (23 Mart) sonuna düştüğü not da dikkat çekici. Üzüntüsünü şöyle ifade etmiş: “çağımızın en büyük İslam âlimlerinden (aslen Cizre'li bir Kürt olan) Ramazan el- Buti'yi kaybettik… Gençlik yıllarımızda elimizden düşürmediğimiz 'Fıkhu's Siyre'nin müellifiydi. Siyer konusunda okuduğum en müthiş kitaplardan biriydi. Allah rahmet eylesin.”
Buti’nin ölümüyle ilgili iki ihtimal var: Onu ya muhalif bir grup, ya da rejim öldürmüştür. Rejim bir komplo girişimiyle öldürdüyse bu eylem rejimin caniliği gösterir ama asla Buti’nin muteber bir kişi olduğunu göstermez. Dolayısıyla şehit ilan etmek, ardından övücü sözler sarfetmek ayıptır. Yok eğer muhalif bir grup öldürdüyse, eylemin gerçekleştirilme tarzı kınanabilir. Camide gerçekleştirilmesi, onunla birlikte çok sayıda kişinin de öldürülmesi elbette yanlıştır ama bu yanlışlar asla Buti’yi arkasından gözyaşı dökülebilecek bir konuma oturtmaz.
Öncesini bir yana bırakalım, tam iki yıldır cani, barbar bir katliam şebekesinin fetvacıbaşısı rolünü üstlenmiş bir kişiyi İslam alimi sıfatıyla taltif etmek, ardından göz yaşı dökmek, hele hele rahmet dilemek ne İslam’a sığa; ne de akılla, vicdanla bağdaşır. Zaten Rabbül Alemin de asla zalimlere hidayet etmez!