10 Kasım 2002 tarihinde yapılan Mustafa Kemali anma ve bir nevi tapınma törenlerine gitmeyen oğlu okul yönetimi ve sınıf öğretmeni tarafından tehdit edilip düşük notla ve dışlanmakla cezalandırılan bir babanın İlköğretim Okulu Müdürü ve öğretmenine yazdığı mektup aşağıya alıntılanmıştır:
Mektubun metni:
Sayın okul Müdürü !
Sayın öğretmen !
Ben öğrencilerinizden Ömer Faruk Pamak'ın babasıyım. Sabredip okumanız temennisiyle ve izninizle, oğlumun durumu ve sizin tutumunuzla ilgili bazı görüşlerimi, açık yüreklilikle paylaşmak istiyorum.
Sizin, özellikle insani ve eğitimci yönünüze hitap etmek istiyorum. Bu mektubu, eğer mümkünse, kendinizi, sahip olduğunuz ideolojiden soyutlayarak ve mümkün olduğunca objektif bakmaya çalışarak okumanızı rica ediyorum.
Geçmişte bulunduğum konumlar sebebiyle genelde tüm egemen sistemin, özelde ise eğitim sisteminin nasıl dayatmacı ve baskıcı olduğunu, ülke insanını nasıl ezdiğini, bunalttığını, resmi ideoloji baskısının oluşturduğu kaotik ortamda, bu ideolojiyi kamuflaj malzemesi olarak kullanan çıkar ve güç odaklarının iş birliği ile halkın kaynaklarının nasıl talan edildiğini, az bir kesimin bu soygunlarla lüks bir hayatı yaşadığı bu ülkede, geniş kitlelerin nasıl sefalete itildiğini, bu sömürü çarkını devam ettirmek uğruna insanların özgürlük ve şahsiyetlerinin nasıl tüketildiğini, anketlerin verdiği sonuca göre halkın % 85 inin, özgürlük ve ekmek için ülkesinden kaçmayı arzuladığı bir çöküntüye nasıl sürüklenildiğini çok iyi tespit edip, bu halden çıkış için mücadele edenlerden birisiyim.
Bu ülkede yaklaşık 80 yıldan bu yana, bir resmi ideoloji, baskı ve zor yöntemine başvurularak ve çok canlar yakılarak egemen kılınmıştır ve bu yöntemle devam edilmektedir. Ülkemiz insanına, toplum mühendisliği yapılarak zorla "Kemalist" ideoloji istikametinde şekil verilmeye, eğitim siteminde baskı ve şiddet kullanılarak, korku salınarak tek tip insan yetiştirilmeye çalışılmaktadır. Bu konuda o kadar ısrarcı, tavizsiz ve hoşgörüsüz davranılmaktadır ki, militarizm ilkokuldan üniversiteye kadar adeta terör estirmekte, faşizm egemen kılınmakta, insanlarımıza, çocuklarımıza, hakları, özgürlükleri şahsiyetleri yok eden bir vahşet yaşatılmaktadır.
Okullarda, körpecik ruhlarda ve zihinlerde, vicdanlarda fırtınalar koparacak derecede ciddi tahribatlar yapılmakta, tertemiz fıtratlara müdahale edilip kirletilmekte, insanlarımızın, çocuklarımızın özgür olması gereken iradeleri ve şahsiyetleri yok edilip, ipotek altına alınmaktadır. Başlangıçta tertemiz olan fıtratlar, bu baskıcı, dayatmacı eğitim sonucunda ve diğer baskıya dayalı toplumsal süreçlerde bozulmakta, insanlarımız niteliksiz ve şahsiyetsiz yığınlar haline dönüştürülmektedir. Çıkarlar ve korkular belirleyici hale gelmekte ve insanlarımız "olduğu gibi, inandığı gibi görünmek" halinde başlarına gelecek zulmü iyi bildikleri için, ikiyüzlülüğe, sahtekârlığa, yalana sığınmak mecburiyetini hissetmektedirler. Bir süre sonra bu tercih kalıcı hale gelmekte ve insanlar bu bozgun halini kanıksamakta ve bu ikiyüzlülüğü, yalancılığı doğal bir hal gibi yaşamayı sürdürmektedirler. Bu ikiyüzlülük ve sahtekârlık, hiçbir ülkenin atasözlerinde yaşanmayacak şekilde "atasözleri" alanında bile boy gösterebilmektedir. "Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek gerekir" , " ite dalanmaktansa çalıyı dolanmak yeğdir", " yiğitliğin onda dokuzu kaçmaktır" gibi pek çok ata sözü de bu iki yüzlülüğü yansıtan ve teşvik eden bir rol oynamıştır.
Sonuçta bu ülke insanının çok büyük ekseriyeti, niteliksiz, şahsiyetsiz ve ikiyüzlü hale gelmeye zorlanmış, büyük çoğunluk yalan söyler, ikiyüzlülükle birbirine karşı sürekli rol yapar hale getirilmiştir. İlkokuldan parlamentoya kadar, insanlar çoğunlukla ikiyüzlülüğü ve yalan söylemeyi, korku sebebiyle ve çeşitli hesaplarla tercih etmekte, inanmadıkları değerlere bağlılık yemin ve andları içmektedirler. Bizim gibi nadiren çıkan, "olduğu gibi görünmek, inandığı gibi konuşmak ve yaşamak" isteyenler ise sürekli zulme maruz bırakılmakta, sürekli DGM'lerde yargılanmaktadırlar.
İşte bütün bunları gören, yakınen tespit eden biri olarak yaklaşık on beş yıldır, çifte standartsız bir insan hakları savunuculuğu yapmaktayım. İnsanlarımızı özgürleştirecek, iki yüzlülükten kurtarıp, onurlu ve erdemli hale gelmelerini sağlayacak, zorbalığı sona erdirip, iradeler üzerindeki ipotekleri kaldıracak ve toplumu şahsiyetli insanlar toplumu haline dönüştürecek özgür ortamların doğması için mücadele etmekteyim.
Hangi ırk, din, ideoloji ve düşünceye mensup olursa olsun, tüm insanların haklarını savunmaktayım. Bu ülkenin insanlarının ikiyüzlülükten uzak, şahsiyetli, onurlu bir hayatı yaşayabilmeleri için mücadele etmekteyim. Toplumun niteliğinin yükseltilmesi için gerekli vasatın oluşumuna yönelik olarak, elimden gelen katkıları sunmaya çalışmaktayım. Bu amaçla kitaplar yazıyor, konferanslar veriyorum. Değişik yayın organlarında yazılar yazıyorum. Bu yüzden de sürekli yargılanıyorum. Bazen beraat, bazen de keyfi ve ideolojik kararlarla mahkum ediliyorum. Ancak DGM'lerde de, size özetlemeye çalıştığım düşüncelerimi, yine ikiyüzlülük yapmadan, hep açık yüreklilikle savundum. Çok bedeller ödedim ama hiç yılmadım. Adalet, özgürlük ve Hak'ka dair doğru taleplerimden hiç vazgeçmedim ve hiç geri adım atmadım. Allah'ın ömrümü bitirmesine kadar da, bu hak ve adalet mücadelemi, kimliğimi ve ilkelerimi koruma duyarlılığımı inşallah sürdürmeye çalışacağım.
Gelelim oğlum Ömer ile ilgili meselenin izahına ;
10 kasım sebebiyle oğlum Ömer'e bir görev vermek istediğinizde, o, korkudan itiraz edememiş, ancak daha sonra da çok huzursuz olmuş ve bazı sebepler beyan ederek, görevi almanızı özellikle rica etmiş, "babamla, önceden belirlenmiş bir başka programımız var, gelmem mümkün değil" demiş, buna rağmen onun bu isteğini reddederek 10 Kasım Pazar günü okula gelmek zorunda tutmuşsunuz. Bu tutumu eğitimcilik anlayışıyla ve insan hakları ile bağdaştırılamaz bulduğum için oğlumu, 10 Kasım Pazar günü okula ben göndermedim. Bu toplumun özgür şahsiyetler toplumu haline gelmesi için, yıllardır bedelini ödeyerek karşı çıkıp itiraz ettiğim baskıcı anlayışla da birebir örtüşen bu davranışa karşı, çocuğumun özgürlük ve şahsiyetini korumak için takındığım bu muhalif tutuma, objektif ve eğitimci olarak bakabildiğiniz taktirde, saygı göstereceğinizi umuyorum.
Ömer de dahil, bütün çocuklara, her hangi bir resmi ideolojinin ya da dinin dayatılmasının, onların özgür bireyler ve şahsiyetli insanlar olarak yetişmelerini engelleyici büyük tahribatlara yol açtığına inanıyorum ve böyle bir tutumu eğitim mantığı ile bağdaştıramıyorum. Okullarda resmi ideoloji adına baskı yapılmasa, çocuklar kendi özgür iradeleri ile bu husustaki tercihlerini yapabilecek, istedikleri din ya da ideolojiyi hiçbir baskı altında kalmadan özgürce seçerek, dileyen pozitivizmi yani Atatürkçülüğü, dileyen İslamı, dileyen Hıristiyanlığı, Yahudiliği ya da sağcılığı, solculuğu vb benimseyip ona göre hayatını düzenleyebilecektir. Ancak o zaman, kimsenin kimseye bir ideoloji ya da dini dayatmadığı, farklı din ve ideolojileri benimseyen insanların birbirinin haklarına saygı gösterdiği, farklıların arasında tarihte olduğu gibi iyi komşulukların ve iyi arkadaşlıkların kurulduğu görülecektir. Böyle özgür bir ortamda ise, çocuklarımız, insanlarımız, oldukları gibi görünmekten korkmayan, ikiyüzlülükten uzak, erdemli, tutarlı şahsiyetler haline gelebilecek, sonuçta daha sağlıklı ve barışçı bir toplum yapısı ortaya çıkabilecektir. Ülkemize görece de olsa, daha huzurlu ve daha adil bir ortam, ancak böyle insan haklarına saygılı, özgürlükçü yaklaşımlarla getirilebilecektir. Bunda da herkesten çok eğitimcilerin sorumluluğu vardır.
Eğitim sisteminin, çocuklarımıza bir resmi ideolojinin zorla empoze edildiği bir zemin, baskıyla beyin yıkaması yapan bir araç olarak kullanılması sizce doğru mudur? Despotizmin, diktatörlüklerin egemen olduğu ülkeler haricinde, dünyanın bütün ülkelerinde, özellikle Türkiye'nin üyesi olmaya çalıştığı batıda, çocuklara özgür ve şahsiyetli bireyler olmalarını sağlayacak imkânlar tahsis edilmekte, eğitim sisteminde onlara ideoloji dayatılmamakta, matematik, fizik, dil, fen ve sosyal bilgiler öğretilmekte, bilgiye ulaşmanın yol ve yöntemleri gösterilmektedir. Hangi dini ya da ideolojiyi tercih edecekleri ve bunun bilgilerine nasıl ulaşacakları konusu ise, doğrudan aileye ve çocuğa ait, dokunulmaz bir hak ve özgürlük alanı olarak kabul edilmektedir. Üstelik bu hak, insan hakları sözleşmeleri ve o ülke anayasalarının da güvencesi altına alınmış bulunmaktadır.
Neden bizim çocuklarımız da, böyle imkânlarla ve özgürce kendilerini geliştirme vasatına sahip olmasınlar? Neden onlara illa bir resmi ideoloji zorla kabul ettirilmeye çalışılır ve hatta bilgi ve ilimden daha çok, neden bu dayatma öne çıkarılır? Neden bilgi bakımından ve dersleri açısından çok iyi olan bir öğrenci dahi, resmi ideoloji dayatmasına teslim olmadığında birden düşman gibi algılanarak, şiddet ve tehditle üzerine varılır ve dışlanır? Bütün bunları vicdani ve insani değerlerle ve eğitim anlayışıyla bağdaşır buluyor musunuz? Objektif baktığınızda ve ön yargılardan soyutlanarak düşündüğünüzde, bir eğitimci ve bir insan olarak bu hususlarda sizin de bize hak vereceğinizi umuyorum.
İşte özetle bu sebep ve duyarlılıklar muvacehesinde, çocuğumu, söz konusu 10 Kasım törenlerine göndermedim. Bu tür Allah'tan başkalarına tazimin, teslimiyetin, itaatin ve bağlılığın da gündeme geldiği resmi ideoloji törenlerine katılımın gönüllü ve özgür katılıma açılması gerektiği halde mecburi tutulması, aynı dinî ya da ideolojik tercihe sahip olmayanların din ve inanç özgürlüklerine bir saldırı ve Türkiye'nin de altına imza attığı uluslar arası belgelerde güvence altına alınan bu en temel hak ve özgürlüklerin en kaba ihlali anlamını taşımaktadır. Üstelik Türkiye'nin de imzaladığı bu belgelerdeki kurallar, anayasa gereğince iç hukuk gibi geçerli hukuk normları olarak kabul edilmektedirler. Bu bakımdan çocuğumun bu temel hak ve özgürlüğüne müdahalenin, hem insani, hem eğitim, hem de Türkiye'de de geçerli uluslar arası hukuk normları çerçevesinde haksız, hukuka aykırı bir eylem olduğuna, itiraz edilip düzeltilmesi gereken çok önemli bir yanlış, çok ilkel bir dayatma ve çok büyük bir zulüm olduğuna inanmaktayım. Bu sebeplerle, çocuğumun resmi ideoloji ritüellerine katılmaya zorlanmasını çok yönlü büyük bir haksızlık olarak görüp itiraz ediyorum. Hatta onu o kadar korkutmuşsunuz ki, gönülden istemediği halde, ruhen yıkılma pahasına da olsa, ikiyüzlülük yaparak katılmaya bile razı hale gelmişti. Ben ise bu ikiyüzlülüğün çocuğumun şahsiyetini zedeleyeceği endişesi ile onun gelmesini her şeyi göze alarak engelledim.
Ancak daha sonra, beni çok daha fazla üzüp, eğitim anlayışınız hakkında tedirginliğe sürükleyen bir haberle sarsıldım. Ve bu mektubu yazmaya karar verdim. Aynı gün çocuklardan törenlere katılanlardan bir kısmı büyük bir panikle ve korku psikolojisi içinde Ömer'i arayıp, ona Türkçe dersinden üç sözlü notu karşılığı olarak üç adet (1) verildiğini haber veriyorlardı. Derslerine düşkün ve çalışkan bir öğrenci olan oğlumun nasıl üzülüp yıkıldığını görseydiniz, inanıyorum ki, insani ve eğitimci yönünüz, ideolojik kimliğinize isyan edecekti. Nasıl korkup, ürktüğünü, onu arkadaşlarının arasında rencide edebilecek bir azarlama ve aşağılamaya muhatap kılacağınız endişesinin onu nasıl okula gelmekten alıkoyduğunu görseydiniz, inanıyorum ki, siz de bu yaptığınızdan pişmanlık duyacak ve utanacaktınız.
Daha sonra da, Pazartesi günü yapılan törende okul meydanında, çok daha ağır baskıların, dört dersten notlarının kırılacağı tehditleri altında hakaretlere varan konuşmaların yapıldığını, hatta küçücük çocukları MGK ile tehdit edip, başka hiçbir okulda da okuyamamalarını temin edeceğinizi bile söyleyerek, nasıl bir korku psikolojisi oluşturduğunuzu haber alınca, kendi ülkemizde parya/köle muamelesi görmek, her halde bu olsa gerek diye düşündüm. Bu yaştaki çocuklara bu kadar baskı ve şiddet göstermek, korku salmak hangi eğitim anlayışı ile bağdaştırılabilir?
Çalışkan bir öğrenciye, derslerde bir başarısızlık göstermediği halde, notu bir silah ve ceza aracı olarak kullanarak tehditlerde bulunmanızdan, eğitim sisteminin geldiği nokta bakımından çok tedirgin olduğumu itiraf etmeliyim. Bu yüzden sizin insani ve eğitimci yönünüze seslenerek diyorum ki, eğer mümkünse bir an için ideolojinizi bir yana bırakarak, bir eğitimci ve yalın bir insan kimliği ile elinizi vicdanınıza koyarak düşününüz. Kendi İslami kimliğine ve dinine aykırı olduğu için Kemalizm dininin törenlerine katılmayan bir öğrenciye karşı notu bir silah gibi kullanmak ve küçük bir çocuk üzerinde tehdit ve şantajla baskı kurmak eğitim mantığı ile bağdaşır mı? Bu yaştaki çocuklara bu kadar baskı ve şiddet kullanmak eğitim ve çocuk psikolojisi ve pedagoji ilminin ölçüleriyle ve evrensel insani değerlerle bağdaşır mı? Bu ülke yönetimi Kemalist güçlerin elinde değil de, başka bir din ve ideolojinin elinde olsa, sizin reddettiğiniz, inanmadığınız bu din ya da ideoloji eğitim sistemine hâkim kılınıp, sizin çocuğunuza da zorla kabul ettirilmeye ve her sabah ona bağlılık andı baskıyla söyletilmeye, çocuğunuzun bu dine göre beyni yıkanmaya, iradesine ipotek konulmaya ve ikiyüzlülüğe zorlanmaya çalışılsaydı, ya da bu resmi dinin önderlerini kutsamaya, onlara tazimde bulunmaya yönelik törenlere, ritüellere sizin çocuğunuz da katılmak ve hatta buralarda görev almak zorunda bırakılsa bunu gönül rahatlığıyla kabul edip, hoş görür müydünüz? Çocuğunuz gitmek istemediğinde ve bunu yapmaya tehditle zorlandığında, ya da not tehdidi altında ve hakaret görme endişesi ile ruhu, şahsiyeti tahrip edildiğinde, bütün bunları, insani, adil ve haklı bulur muydunuz?
Sayın Müdür !
Sayın öğretmen !
Okula bile gelmek istemeyecek kadar morali bozulan oğlumu, zor ikna ederek gönderdik. Ona karşı göstereceğiniz en ufak bir tepki ve sertlik, müthiş bir yıkıma sebep olacak, sınıfınızın başarılı bir öğrencisini, belki de sırf bu sebeple başarısızlığa itebilecekken, çok aşırı ve sert tutum ve tehditlerle oğlumu moral olarak tamamen yıkmış olduğunuzu tespit ettim. Üstelik bu sert ve itici tutumunuz sebebiyle, bundan sonra çocuğumuza sürekli bir ön yargı ve düşmanlıkla davranıp, davranmayacağınız hususunda bizi ve çocuğumuzu endişeye sevk etmiş, tedirgin etmiş oldunuz.
Resmi ideoloji zulmüne karşı bu itirazım ve çocuğumu bu baskıların cenderesine terk etmemem eğer suç ise bu suçumu itiraf ediyor ve şerefle üstleniyorum. Üstelik böyle bir mektubu yazarak size bir belge de vermiş oluyorum. Dilerseniz beni ilgili mercilere ihbar edip yargılanmamı temin edebilirsiniz. Ama lütfen, eğer suçsa, benim "suçum" (!) sebebiyle oğlumu cezalandırmayın ve onu arkadaşları içinde rencide edecek, onuruyla oynayacak, eğiticilikle de bağdaşmayacak tehdit ve hakaretlere varan davranışlarınızı sürdürmeyin.
İşte bu insani gerekçelerle kaleme aldığım bu uzun mektubumu okuduğunuz ve vaktinizi tahsis ettiğiniz için size teşekkür ediyorum. Konuşmayı değil de mektubu tercih etmem, konuşma sırasında, ne kadar tahammül edeceğinizden emin olmamamdan ve meramımı rahat anlatabilmek imkânını bulamayabileceğime dair endişemden kaynaklanmıştır. Ancak eğer siz görüşmeyi arzu ederseniz, davetinize icabet edeceğimi bilmenizi isterim. Vakit ayırıp okuduğunuz için tekrar teşekkür eder, iyi günler dilerim.
11 Kasım 2002
Mehmet Pamak
Ömer Faruk Pamak'ın Babası
AÇIKLAMA: 11 Kasım 2002 tarihli bu mektubu alan Müdür, Md. yardımcısı vasıtasıyla M. Pamak'ı aratarak özür diledi, öğretmeni de uyardı ve bilahare de öğretmenle görüşme sağlandı. Öğretmen M. Pamak'a Voltaire'in sözüne atıfta bulunmak suretiyle "düşüncelerinize katılmıyorum ama düşünce özgürlüğünüzü savunuyorum" diyerek, bundan sonra oğlu Ömer Faruk Pamak'a resmi ideoloji dayatmayacaklarını ve verdikleri ceza mahiyetindeki düşük notları da iptal ettiklerini söyleyerek özür diledi. Çünkü böyle davranılmazsa, bir baba olarak M. Pamak'ın her şeyi göze alarak kendileriyle sonuna kadar mücadele edeceğini anlamışlardı. Bu olay, ateşten korumak üzere tedbir almaları gerektiği halde çocuklarını resmi ideoloji esaretine terk edip bir daha ilgilenmeyen bütün anne babalara sorumluluklarını hatırlatmalıdır. Bu örnek, bütün anne babalara, çocuklarına sahip çıkarak bu tür törenlere göndermeme ve en çirkin insan hakları ihlali, en ilkel zulüm olan bu baskı ve kuşatmaya karşı itiraz etme konusunda cesaret vermelidir.
Haksöz-Haber