Arap dünyasında değişim dalgasının çok sebebi var. Ama en büyük sebeplerden biri, diktatör rejimlerin yıllardır başarıyla kullandığı bir büyünün bozulması.
Ortadoğu'daki yönetimler, halkın sefaletine rağmen debdebe içinde yaşadıkları saraylarını, zalim uygulamalarını ve baştan sona kokuşmuş sistemlerini İsrail'i hedef göstererek kitlelerin gözünden kaçırdı.
İsrail'in Filistin topraklarında yapıp ettikleriyle ilgili fiilen hiçbir şey yapmadıkları halde bu rejimlerin ağızlarından İsrail ve Siyonizm'i düşürmemesi başka nasıl açıklanabilir? Dikkatleri iç sorunlardan uzak tutmak ve özgürlük, adalet ve eşitlik gibi talepleri ötelemek için İsrail'i küçük, ABD'yi büyük düşman ilan edenler de oldu. İnsanların gerçek sıkıntılarıyla ilgili panel ve konferanslardan hiç hazzetmeyen yönetimler, bütün resmî propaganda imkânlarıyla Kudüs'ü, Filistin işgalini hep gündemde tuttular. Şayet birileri 'asıl düşmanı' unutup yönetimden bir şeyler isteyecek olursa, provokatörler kaşla göz arasında bu girişimi İsrail/Amerikan bayraklarının veya Şaron kuklalarının yakıldığı bir eyleme dönüştürmede ustadır.
Sadece Filistin değil, Afgan cihadı da can simidi gibi yetişmiştir bu rejimlerin imdadına. İslam'ın özgürlük/adalet ilkelerini savunan gençler, dış cephelere gönderilmiştir. Sovyetler'in çekilmesinden sonra Afganistan'da başlayan iç savaş; 11 Eylül'le hortlayan El Kaide ve Pakistan'daki yansımaları, biraz da Arap dünyasının tedavi yerine sorunu ihraç etme taktiğinin acı sonuçları değil mi?
Tunus, Mısır ve Libya'daki değişimlerde rol oynayan insanların en büyük başarısı, rejimlerin bütün çabasına rağmen Mübarek, Bin Ali ve Kaddafi'yi hedef alan isyanlarının İsrail/Amerikan karşıtı eyleme dönüştürülmesine izin vermemekti. Bu tavır, oyunu bozdu. Tahrir Meydanı'na kadar, kitleler canıyla kanıyla liderleri lehine slogan atar. İsrail'e ateş püskürerek gazını atamış olurdu. Sonuçta, liderler keyiflerini sürdürür; hatta masanın arkasında 'şeytan'la iş tutarlardı. Şimdi Baas rejiminin propagandasına bakarsanız, Tahrir'de bozulan bu büyüye sarıldığını görürsünüz. Özgürlük isteyenler 'yabancı güçlerin' komplosudur. İsrail'in arkasında olduğu bu komplonun hedefi, Hizbullah/Suriye/İran direniş cephesini çökertmektir. Kaddafi'nin, 'El Kaide militanı' ve 'fare' diye iltifat ettiği zavallılardı onlar.
Tamamen hormonlu ve psikolojik harp taktikleri içeren bu cambazlıklar, ülkemize kadar gelip sağ ve soldan birçok insanın da kafasını karıştırdı. 10 bin insanın kanı akmasına, güpegündüz şehirler çoluk çocuk, yaşlı kadın demeden bombalanmasına rağmen Suriye'deki katliama hep bu propaganda yüzünden kuşkuyla bakıldı. Fransız bir gazetecinin tüm çıplaklığıyla gördüğü tablo, yanı başımızda olmasına rağmen görülemedi. İslamî duyarlılığı olanlar dahil gazeteler bu büyük katliamı ilk sayfalarına cesaretle taşıyamadı. Medya böyle olunca, toplum da Bosna, Kosova ve hatta Irak'ta gösterdiği duyarlılığın zekâtı kadar bile ses çıkaramadı.
Ta ki, Baas rejiminin haftalardır Humus'ta yaptığı katliam ile İsrail'in Gazze'ye yaptığı hava saldırısı üst üste gelene kadar. Artık bu hipnozu sürdürmek imkânsız hale geldi. İnsanlar, "Humus ile Gazze arasında ne fark var?" demeye; gazeteler "İsrail, Gazze'yi; Esed Humus'u bombalıyor" manşetleri atmaya başladı. Epey geç de olsa Gazze ile Humus arasında fark olmadığının; Netanyahu'nun Filistinlilere reva gördüğü muamele ile Baas, Esed ve şebihaların Suriyelilere yaptıkları arasında hiçbir fark olmadığının anlaşılması belki de başka türlü asla öğrenilemeyecek çok önemli bir ders.
Hala Humus-Gazze paralelliğini göremeyenler de yok değil: İslam adına yapılan bir devrimle kurulan İran rejimi; Lübnan'daki direnişiyle Ortadoğu'da Şii/Sünni herkesin takdirini toplayan Hizbullah; Saddam'ın Baas'ından çok çekmiş Irak'taki Maliki yönetimi... Kuzey Kore, Rusya ve Çin'in Gazze-Humus paralelliğini görmesini beklemek yersiz.
Tabii bölgedeki diktatör rejimlerin İsrail'i bir tür sigorta gibi kullanması gibi İsrail'in de bu rejimleri kullanma biçimi var. Yeni Akit yazarı Mustafa Özcan, "Esed gider, İsrail biter" başlıklı yazısında denklemin bu tarafına dikkat çekti. Hem de İsrailli General Amos Gilad'ın ağzından. Gilad, Suriye'de Baas rejimin sahip çıkılması gerektiği yönündeki son açıklamasını 12 Mart'ta yapmış. Özetle "Esed'in devrilmesi, İsrail'in yıkılışı anlamına gelir" diyor. Bu sözlerden ve Hamas'ın bile Şam'ı terk etmesinden sonra İran'ın 'direniş cephesi yıkılmasın' diye Baas'a destek vermesinin anlaşılır bir tarafı var mı? Ortadoğu'da sağlıklı değişim için liderlerin devrilmesinden çok fazla şey lazım. Ama bu hipnozun bozulması da çok önemli bir adım. BM'de 137 ülke 'Esed çekilsin' derken sadece 12 ülke 'hayır' dedi. Bunlar içindeki tek İslam ülkesi sizce hangisiydi?
ZAMAN