Suriye uçaksavarları 22 Haziran günü silahsız bir Türk F-4 uçağını vurdu. Uçak Suriye karasularına düştü. Ortak arama ekipleri uçağın enkazının 1300 metre derinlikte olduğunu saptadı, ama iki pilotun kaderi meçhul.
Suriye makamlarına göre, kimliği bilinmeyen bir uçak Suriye hava sahasını ihlal etmiş ve düşürülmüştü. Bu bir saldırı değil, üzücü bir kazaydı. Şam, görüş ayrılıklarına rağmen Türkiye'yi düşman görmüyordu.
Ankara'nın açıklamalarına göre ise, Türkiye'nin radar sistemini denetleme amaçlı uçuş yapan uçak, evet 5 dakika süreyle Suriye hava sahasını ihlal etmiş, ancak uyarı üzerine hemen Suriye hava sahasını terketmişti. Buna rağmen hiçbir uyarı yapılmaksızın uluslararası sular üzerinde vurulmuş ve kontrolü kaybederek Suriye karasularına düşmüştü. Hava sahasını ihlal etti diye bir uçağın düşürülmesi kabul edilebilir olmadığı gibi, Suriye makamlarının bunun bir Türk uçağı olduğunu bilmemesi söz konusu değildi. Saldırı, Türkiye'ye yönelik bir "savaş eylemi"ydi.
Eylemin amacı ne olabilir? Saldırıyı Şam'ın bilgisi olmaksızın yerel askeri birliklerin gerçekleştirmiş olması uzak bir olasılık. Kuvvetli olasılık Şam'daki diktatörlüğün gerek rejim muhaliflerine, gerekse onlara diplomatik destek veren Ankara'ya yönelik bir güç gösterisi olması. Ankara'nın Şam'a vereceği cevap ne olabilir? Türkiye'nin bu saldırı yüzünden Suriye ile savaşa girmesi elbette ki söz konusu değil, zira bunun uluslararası hukuka uygun bir yönü olmayacağı gibi, riskleri çok büyük. Bunun için Ankara itidalle ve uluslararası hukuk çerçevesinde cevap arıyor. Özür ve tazminat isteyebilir.
Türkiye'nin gerek insani ve vicdani nedenlerle, gerekse ulusal çıkarları gereği Beşar Esad diktatörlüğünün bir an önce yıkılmasını istediği çok açık. Ancak Rusya ve Çin'in karşı olmaları nedeniyle Güvenlik Konseyi'nden Suriye'ye uluslararası müdahale kararı çıkması mümkün değil. Ankara, NATO anlaşmasının (topyekün savunmayı öngören) 5. değil, (yapılacakları birlikte görüşmeyi öngören) 4. maddesi uyarınca NATO Konseyi'ni toplantıya çağırdı. (Konsey bu satırlar yazılırken toplanmış olacak.) Suriye konusu bu vesileyle NATO'nun gündemine giriyor. NATO'nun da Türk uçağının düşürülmesi nedeniyle Suriye'ye askeri müdahale kararı alması beklenmemeli. Ancak Suriye'deki diktatörlük üzerinde uluslararası baskının arttırılmasına yönelik kararlar çıkabilir.
AKP hükümetinin Suriye'nin saldırısı karşısında alınacak önlemler konusunda NATO müttefiklerini toplantıya çağırması ne kadar yerinde ise, parlamentoda temsil edilen muhalefet partileriyle görüşmesi de o denli isabetli. AKP iktidarı belki bugüne kadar ihmal ettiği bir uygulamayı benimsemesi, ülke çıkarlarını ilgilendiren bütün konularda muhalefetle görüşerek karar alması çok olumlu bir gelişme olur.
Başbakan Erdoğan'ın geçen ay CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nu "mezhepçilik" nedeniyle Suriye'deki rejime "sempati" duymakla suçlayan sözleri son derece haksız ve yakışıksızdı. Ne var ki Kılıçdaroğlu'nun "Bizim Suriye ile ne alış verişimiz var? Neden Suriye'nin iç işine burnumuzu sokuyoruz? Neden Suriye ile savaşın eşiğine kadar geldik?.. Batı'nın egemen güçlerinin Ortadoğu'daki taşeronluğuna soyunmak Türkiye Cumhuriyeti'nin ve bizim kabul edebileceğimiz bir şey değildir..." şeklindeki (çeşitli vesilelerle) tekrarlanan sözleri de o ölçüde haksız ve demagojik.
Kılıçdaroğlu'na hatırlatılması gerekenler şunlar: Baas diktatörlüğünün halkına zulmetmesi, Suriye'nin "iç işi" olarak görülemez. Katledilenlerin sayısı 10 bini, ülkeden kaçanların sayısı 175 bini aştı. Bütün demokratik ülkeler gibi, Türkiye de bu zulme kayıtsız kalamaz. Diktatörlüğün ülkeyi yeniden Türkiye'ye karşı bir şiddet üssü haline getirmeye çalıştığı ortadadır. Suriye'deki zulmün bir an önce son bulması ve istikrarın sağlanmasında Türkiye'nin her açıdan çıkarı var. Ankara'yı Batı'nın "taşeronluğu" ile suçlamak hem haksız, hem de milliyetçilik uyuzunu kaşımaya yönelik demagojiden ibaret..
ZAMAN