Bir önceki yazımızda Menemen Hadisesi’nin yıldönümü dolayısıyla şöyle bir soru sormuştuk: Cumhurbaşkanı Gül’ün bu yıl Kubilay mesajı yayınlamaması, Başbakan Erdoğan’ın ise ‘provakatif bir tuzak’ olarak nitelemesi mezkûr ‘teamülün’ bundan sonraki seyrini işaretliyor olabilir mi? İşaretliyor olabilir hatta işaretlemelidir. Neden mi? Çünkü “laiklik şehidi aziz Kubilay” söylemi 81 yıldır askeri bürokrasi tarafından tedavülde tutulan klasik ve yıkıcı bir psikolojik savaş söylemidir.
Darbe politikalarını çökertmek, askeri bürokrasinin siyaset ve toplum üzerindeki tahakkünü kırmak ve resmi tarihin yalanlarından sıyrılıp tarihin bütün gerçekleriyle yüzleşmek için Kubilay Harekâtı’nı acilen safdışı bırakmak zarurettir.
Kubilay Harekâtı, bizim kafamızdan uydurduğumuz, devlet politikasında ve paralel seyreden darbeci oluşumların propagandalarında karşılığı olmayan uydurma bir kavram değil. Menemen Hadisesi üzerine 1 Ocak 1931’de Meclis kürsüsünden durumu değerlendiren Başbakan İsmet İnönü ‘irtica adı altında İslam’a ve Müslümanlara karşı bir siyasal sembol olarak nasıl kullanılacağının işaretini verir: “Şehit Kubilay ailelerimiz içerisinde, hatıralarımızda, Cumhuriyet için başlı başına hizmet etmiş bir fedakâr olarak yaşayacaktır. Ordunun verdiği bu aziz kurbanın bize ilham ettiği vazifeleri hepimiz dikkatle yerine getirmeliyiz.”
‘Aziz Kurban Kubilay’ her yıl devlet törenleriyle anılıyor. Anma törenleri sahte gözyaşlarının, gerçek öfkelerin hâkim olduğu bir atmosferde icra ediliyor. Daha doğrusu bizzat bu atmosferi temin etmek ve yaygınlaştırmak için bu törenler tesis ediliyor. Azizleştirilmek ve ölümsüzleştirilmek istenen Kubilay’dan çok laiklik mücadelesidir. Kubilay İslami kimlik ve değerleri kamusal alandan silmek üzere devlet bürokrasisi tarafından kullanılan esaslı bir sopadır. Kubilay sopasını en çok askeri ve sivil bürokrasi kullanmaktadır. ‘İslam vicdanlara hapsedilemez!’ diyen kim varsa bir temiz Kubilay sopası yemektedir.
Atatürk ve İnönü, Recep Peker ve Yunus Nadi, Mustafa Muğlalı ve Şükrü Kaya tarafından ‘laiklik şehidi aziz Kubilay’ söylemiyle Menemen halkı toplu bir biçimde cezalandırılmıştır. Ayrıca bu cezalandırma Menemen’le ve o dönemle de sınırlı tutulmamıştır. Henüz mahkeme dahi kurulmadan Çankaya’da toplanan kadro soruşturmanın sınırlarını ve cezaların mahiyetine karar vermiştir bile. Atatürk ve mahiyetindeki kadronun bu toplantıdaki konuşmalarını tutanak haline getirip yayınlayan ordu komutanı Fahrettin Altay’ın ‘On Yıl Savaş’ isimli eserinden okumak insanın kanını donuruyor.
Mesela İstanbul’da mukim 84 yaşındaki Erbilli Esad Efendi’nin bu çirkin tertibe dahil edilmek için her türlü yalan, iftira ve şantaja başvurulmuştur. Zaten uzun zamandır polis kontrolünde tutulan evinin ve misafirlerinin üzerinde kara bulutlar dolandırılmaktadır. Menemen hadisesinden tam beş ay önce 18 Temmuz 1930 tarihli Vakit Gazetesi’nde “Erenköyü’nde bir dedikodu” başlığıyla yayınlanan bir haber Esad Efendi ve dahil olduğu Nakşibendi cemaatine karşı devlet tarafından tertiplenecek tuzaklar için bir işaret fişeğidir. Çankaya’da Atatürk’le beraber bu meseleyi ele almak üzere toplanan heyette konuşulanlar işaret fişeğinin nereden ve kimler tarafından ateşlendiğini de gözler önüne sermektedir. Meclis Başkanı Kazım Paşa aynen şöyle söylemektedir: “Bu tarikat muzır bir yılandır, mahvedilmelidir.” Mustafa Kemal ilave eder: “Hiçbir yerde Kutup ve Kutbü’l Ektab bırakılmamalıdır. Bu tarikatı ekraze etmeli/ezmeli.” Neticede Esad Efendi ve oğlu da Askeri Mahkemede yargılanmış ve haklarında idam cezası verilmiştir. Ne varki Esad Efendi o kadar yaşlı ve hastadır ki infazı beklemeye terk edildiği hastahanede vefat etmiştir.
Mustafa Kemal’in hükümete ve yargıya çizdiği istikametin ana hatları şöyledir: “En az kabahati seyirci kalmış Menemen halkı orayı terketmelidir. Gazete mesul müdürleri Divanı Harbe gelmelidir. Kumandanlar bilmelidir ki, bu tarikat yok edilecektir, siyasi irtibat aranacaktır.” Toplantıya katılan Meclis Başkanı Kazım Paşa da radikal kararlarda geri kalır gibi değildir: “Tekkeler ya mektep yapılmalı yahut yakılmalı.” Fahrettin Altay toplantı atmosferine dair şu notu düşüyor: “Menemen ve malum köyler ahalisinin kâmilen tehcirini Gazi Paşa çok şiddetli ileri sürüyordu.” Gerçekten de Mustafa Kemal’in şiddetli ısrarlarıyla hadise “Vatan ve Cumhuriyet aleyhine şumullü bir tertip” kategorisine sokularak Menemen ve çevresindeki pek çok köy gayrımeskun hale getirildi. Bu işleme “dağıtarak temizleme” ismi verildi.
Menemen’den 28 Şubat’a
28 Şubat darbe sürecinde Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın katkıları unutulur gibi değildi. Org. Karadayı Genelkurmay’ı bu süreçte yargı, medya, yüksek bürokrasi, üniversiteler, iş dünyası açısından brifing merkezi haline getirerek Erbakan Hükümetini devirmek üzere tertipler peşinde koşuyordu. Her vesileyle konuşuyor siyasete ve topluma had bildirmeye soyunuyordu.
29 Şubat’ın gazete manşetlerinde “Toptekun Savaş” ve “Gerekirse Silahla” gibi tehditlerle kabadayılık yaptığı 1997’de Org. Karadayı şöyle diyordu: ‘‘TSK'nın irticayı ezmeye ve tasfiye etmeye kararlıdır.’’ Askeri cuntaların korku ve dehşet saldığı bir ülkede “Kim bu irtica, nasıl ve hangi yetkiyle ezecek ve tasfiye edeceksiniz beyefendi?” demeye kimse cesaret edemiyordu tabii. Mıntıka temizliğinin tank paletleriyle yapıldığı tecrübeyle sabitti. Karadayı gibiler bunun için topluma karşı bu kadar rahat atış yapıyorlardı.
Karadayı’nı halefi ve “28 Şubat bin yıl sürecek” tehditkâr çılgınlığının mimarı Org. Kıvrıkoğlu’nun Kubilay gündemi nasıldı peki? Kıvrıkoğlu 2001’de “demokrasi ve laiklik şehidi Kubilay’ın irticaya karşı mücadelede yaktığı meşale sönmeyen ilham kaynağımızdır” diyordu. Darbecilik ve yolsuzluk trendinin zirve yaptığı 28 Şubat bayrağını bu beyefendi Kubilay’dan mı devralmıştı?
Kıvrıkoğlu’nun halefi Org. Hilmi Özkök’ün Kubilay’a sımsıkı sarılışı da görülmeye değer doğrusu? Özkök, 2003’te Kubilay’ı Kemalist toplum için bir ‘moral kaynağı’ olarak niteliyorken bir de okkalı tehdit savuruyordu halka: ‘‘Cumhuriyet karşıtı hareketlere girişeceklere Menemen'de yaşanan sonu unutmasınlar.”
Büyükanıt, Başbuğ ve Koşaner’in ne söylediklerini aktaracak kadar yerim kalmadı. Ama aynı psikolojik harekât unsurları onlar tarafından da tekrarlanıyor. Klişe mesajlar, klişe slogan ve duygular her sene şiddet dozu artarak sergileniyor. En çirkin gösteri de özellikle Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül tarafından gönderilen mesajlar okunurken sergileniyor. Bu sırada yuhalama ve ıslıklamalarla beraber seyreden Şeriat aleyhine, laiklik lehine sloganlar atıllması vakayı adiyedendir. Ama öfke ve düşmanlıkla dolup taşan bu iklimin değişmesi için bir asker havasının çalınması yeterlidir. Genelkurmay Başkanı tarafından gönderilen mesajın okunurken her yıl kitlenin ayağa kalkıp alkışlaması ve “orduya uzanan eller kırılsın” türü sloganlar atılması teamül gereğidir.
Darbe süreçlerinin tetiklenmesinde, kitleleri kışkırtarak birbirine karşı düşmanlaştırıp ajitasyon yapılmasında Menemen ve Kubilay çok uygun ve bereketli bir vesiledir. Bunun için Çetin Doğan’dan Hurşit Tolon’a, Doğu Perinçek’ten Tuncay Özkan’a Ergenekon ve Balyozla bağlantılı hemen hemen tüm unsurların yolu Menemen’den geçti, geçiyor. Fakat Kubilay’ın aziz hatırasını yaşatmak için kanlı ve karanlık tezgahlar kuranların bir kısmı şimdi Silivri ve Hasdal’da mukimler.
Bilim dünyasında da Kubilay metaforunun istisnasi bir yeri vardır. Örnek olarak Ergenekon’un üniversitelerdeki akademik tertip balyozlarından biri olan İÜ Rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun şu sözüne bir bakalım: “Bazıları rahatsız olsa da eğitim, öğretim ve bilim yeni Kubilaylar vermeye hazırdır." Lakin 9 Eylül Üniversitesi Rektörü Emin Alıcı'da Alemdaroğlu’ndan geri kalır gibi değildir: ‘‘Atatürkçü düşünce için gerekirse Kubilay gibi can veririz. Yeni Kubilay'lar gerekiyorsa biz oluruz.’’
Darbe sürecinin üniversite dünyasındaki en militan unsuru olan YÖK eski Başkanı Kemal Gürüz’ün şu değerlendirmesi ise Kubilay’ın nasıl da bitip tükenmez bir değer olduğunu gözler önüne serer: “Zekeriya Beyaz Cumhuriyetin 2. Kubilayı’dır.”
Kubilay laik ve Türkçü değerler üzerine örülü askeri bir toplum inşa etmek üzere kullanılan siyasal bir sembol ve metafordur. Kubilay sembolü Kemalist asker ve sivil çevreler tarafından halkın İslami kimliğine karşı kullanılan siyasal ve psikolojik bir silahtır. Bu kanlı mizansene, bu kirli propagandaya ve militarist teamüle daha fazla katlanılamaz. Hükümet bir an önce önemli bir tahakküm aracı olan bu kirli çarkı kırıp dağıtmalı ve Başbakan’ın ifadesiyle “kirli provakatif” işleyişe son noktayı koymalıdır.