İlkokulun ilk yıllarında büyük halamın oğlu Lütfi Yavuz'un önce Trabzon, sonra da Siirt milletvekilliği yaptığı 1943-1950 yılları arasında basılmış olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Albümü'ne bakarken, orada adları Türk adlarına benzemeyen milletvekillerinin bulunduğunu gördüğümde rahmetli babama sorardım onların kim olduklarını.
Babamın cevabı hâlâ aklımdadır: 'Evlat', demişti, 'Osmanlı'dan bu tarafa bizim milletimiz budur! Her neviden insan bizim kardeşimizdir!' Babam, büyük bir Tevfik Fikret hayranıydı: 'Milletim nev-i beşer!'Ama aynı zamanda Mehmed Akif hayranıydı da: 'Biz ne müfti ne imam istemişiz Evropadan/ Ne de ukbada şefaat dileriz Rim Papa'dan!..' Babamın, evde yüksek sesle şiir okuma alışkanlığından aklımda kalanlar...
'Osmanlı'dan bu tarafa...', evet, gerçekten de azınlık konumunda olan Rum, Ermeni ve Museviler, Osmanlı'nın Örfi Hukukunun Sultanın kullarına tanıdığı ayrıcalıklardan yararlanmışlar; bürokrasinin üst kademelerinde (büyükelçilikler, müsteşarlıklar) olduğu kadar, Tanzimat sonrasında siyaset alanında etkin kimlikler olarak görünmüşlerdir. I. Meşrutiyet dönemi'nde Meclis-i Meb'usan üyelerinin yaklaşık yüzde 50'sinin, anadillerinin Türkçe olmadığı biliniyor. II. Meşrutiyet'e (1908-1912) gelince, Feroz Ahmad ve Dankwart Rostow'un verdiği bilgilere göre, Meclis-i Meb'usan'da bulunanların 147'sinin Türk olmasına karşılık, 60'ı Arap, 27'si Arnavut, 26'sı Rum, 14'ü Ermeni, 4'ü Musevi ve 10'u da Slav asıllıdır. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Ahmet Bedevi Kuran ve başka kaynaklar farklı rakamlar verseler de, sonuç değişmiyor: Gerek Birinci ve gerekse İkinci Meşrutiyet Meclislerinde Rum, Ermeni ve Musevi mebuslar vardır.
Cumhuriyet de, bu Osmanlı geleneğini devam ettirmiştir. Rıfat N. Bali'nin 'Cumhuriyet Döneminde Azınlık Milletvekilleri' başlıklı makalesinde 'Gayrımüslim yurttaşlar çok partili siyasi hayatın başladığı 1945 yılından siyasi hayatın inkıtaa uğradığı 27 Mayıs 1960 tarihine kadar TBMM'de temsil edilecek, 27 Mayıs askeri müdahalesinden sonra Kurucu Meclis'te de Devlet Başkanının temsilcisi olarak yer alacaklardı' demektedir. [Ayraç içinde belirteyim: Bali'den yaptığım bu alıntıdan, 1945'ten önce TBMM'de gayrımüslim milletvekili olmadığı sonucu çıkıyor. Oysa, bizzat Bali'nin makalesinin ilk sayfasında, '1943-1946 dönemi milletvekillerinden Avram Galanti Bodrumlu' fotoğrafı ve bu resimaltı bulunmaktadır. Kaldı ki, yine Bali'nin yayımladığı listede, mesela Berç Türker gibi bir Ermeni milletvekili, 1 Mart 1935'ten 15 Ağustos 1946'ya kadar TBMM'de görev yapmış görünüyor.]
Bali'nin belirttiğine göre, 'Kurucu Meclis'ten sonra 34 yıl boyunca TBMM'de herhangi bir gayrımüslim' temsilci yoktur ve bunun için 1995 yılını beklemek' gerekmiştir. Bu, doğrudur. Nitekim, 1995 yılı 24 Aralık genel seçimlerinde Jefi Kamhi,DYP'den İstanbul milletvekili seçilecektir. Kamhi'nin görev süresinin sona erişinden bu yana, TBMM'de azınlık milletvekili yoktur.
AK Parti'nin İslam konusundaki hassasiyetinin, AK Parti'den bir gayrımüslim milletvekili adayı göstermeye engel teşkil ettiğini zannetmek yanlış olur. AK Parti, Avrupa Birliği konusunda da belirli hassasiyetler taşıyan bir siyasi partidir ve parti, gayrımüslim birkaç milletvekili ile Avrupa kamuoyunda fevkalade olumlu bir imaj edinebilir. Dahası, AK Parti'nin gelenekçi yanıyla, gayrımüslimlerin siyasi temsiline ilişkin Osmanlı pratiğine sahip çıkmış olması da söz konusudur.
CHP'ye gelince, bu partinin hangi gerekçelerle gayrımüslim azınlıklardan milletvekili adayı seçmediğini anlamak mümkün değildir. CHP'nin geçmişte, bu konuda hassasiyet gösterdiği biliniyor. Rıfat N.Bali'nin düzenlediği listeye göre, 1946 seçimlerinde Dr. Fakaçelli (Rum) ve Vasil Konos (Rum), CHP milletvekili olarak TBMM'ye girmişlerdir. Fakat asıl hassasiyeti, Demokrat Parti göstermiştir. 1946'dan 1957 seçimlerine kadar DP'den Salamıon Adato (Musevi), Hanri Soryano (Musevi), Yusuf Salman (Musevi), İzak Altabev (Musevi); Ahilya Moshos (Rum), Aleksandros Hacopulos (Rum), Hristaki Yoannidis (Rum); Vahram Bayar (Ermeni), Zakar Tarver (Ermeni), ve Mıgırdıç Şellefyan (Ermeni) milletvekili olmuşlardır. AK Parti, kendisini Demokrat Parti'nin '1946 Ruhu'nun bir devamcısı olarak gördüğünü her vesile ile dile getirdiğine göre, azınlık milletvekilleri meselesinde de, bir kez daha bu 'Ruh'a sahip çıkmalıdır.
Kısaca AK Parti'nin gerek Avrupa Birliği, gerek Osmanlı siyasi pratiği ve gerekse Demokrat Parti'nin '1946 Ruhu'nun gereğini yerine getirmesi ve2011 genel seçimlerinde bunu hayata geçirmesi beklenir.
AK Parti, kendi içindeki dar ve sınırlı bir kesimin taassubuna asla taviz vermemelidir.
ZAMAN