Günlerdir bir bakanımızın azınlıklar “iyi ki gittiler” anlamına gelen sözleri tartışılıyor. Aslında bakanın sözlerinde yeni bir şey yok. Yıllardır tekrarlanan, meydanlarda atılan resmi nutukların tekrarından ibaret. “İçimizdeki yabancılar gitmeseydi nasıl millet olacaktık?” türünden bir sorunun ardında yatan vahim itiraf, aslında, bu ülkenin neden bu kadar çoraklaştığını, neden kendi kendisiyle didişerek enerjisini tükettiğini açıklar..
Bilhassa mübadele ile birlikte ülkenin azınlıklardan yani gayrı müslimlerden arındırılmış tek tip bir vatandaşlık modeline indirgendiği süreç her hangi bir demografik hareketlilik değildi.
Ulus-devlet inşa etmek adına bu ülkenin sıkıştırıldığı anlayış ve dar alan Selçuklu-Osmanlı tecrübesiyle gelen zenginlikle kıyaslanamaz. İnsanlık tarihin gördüğü en muhteşem çok kültürlü yapıyı gerçekleştiren medeniyetle hiçbir bağı olmayan her anlamda dar, küçük düşünen bir zihniyetin eseriydi.
Gayrı müslimlerden Anadolu'nun temizlenmesi düşüncesi ilk bakışta batılılaşma projesiyle bir paradoks gibi görünür. Osmanlıdan beri batılı hayat tarzına ve düşüncesine yakın olan hatta büyük ölçüde temsil eden bir kitleden, tek hedefi modern-seküler bir toplum inşa etmek isteyen kadrolar neden kurtulmak ister? Bu sorunun cevabı verilmeden (kültürel anlamda) nasıl 'kendi kendimizi sömürgeleştirdiğimiz'in cevabı verilemez. Bunun cevabı verilmeden imparatorluk mirası bunca kültürel zenginlikten nasıl olup da tek boyutlu, tek tip vatandaşlar imal edildiğini açıklamanın da imkanı yok.
Batıcı seçkinlerin bir arada yaşamayı tecrübe ettiğimiz farklılıklardan korkmalarının en büyük nedeni, modernleşme çabaları adına dayatılan jakoben sekülerizm nedeniyle Müslüman halk katında dışlanma korkusunu derinden hissetmiş olmalarıdır. Yani, dayatılan seküler hayat tarzının, 'uygulamaların ötekiliği'nin ortaya çıkması benimsenmesini tehlikeye sokacaktı. Batılılaşmanın kolonizatörler eliyle değil de “bizimkiler” maharetiyle gerçekleştirilmiş olması büyük ölçüde işleri kolaylaştırdı. Yoksa tepki çok daha şiddetli ve uzun süreli olabilirdi.
İçerdeki “öteki”lerin ortadan kaybolması, bir zamanlar “gavurluk” olarak görülen uygulamaların, kültürel yozlaşmanın buradaki karşılığı ile kıyas imkanını ortadan kaldırdı. Gayrı müslimlerde örneğini gördüğü seküler hayat tarzının kendinden isimler eliyle gerçekleştirilmesi, öteki ile yüzleşme imkanını büyük ölçüde perdeledi. Bu durumda kendi “kendini kolonileştirme” (self colonization) denilen sürecin önü açılmış oldu. Sosyal kimlik bir bakıma ötekine göre ortaya çıkar. Ötekisi olmayan bir toplum projesi tek tipleşmeyi getirir. Bizim tarihsel tecrübemiz, farklı olanı ötekileştirmeden farklılığının bilincinde olarak bir arada yaşama başarısıdır. Bunun ortadan kalktığı durumlarda varacağı son nokta totaliter rejimlerdir. Avrupa'daki örnekleri malum faşizm, nazizmdir ki bu rejimlere hayranlık duyan aydınlarımız hiç de az değildi.
İçimizdeki ötekilerin ortadan kaldırılması aynı zamanda modernleşme öncesi geliştirdiğimiz tanımlama ve ilişki biçimlerinin yani bir medeniyetin en önemli birikiminin yok edilmesini, hafızasızlaştırmayı getirdi. Bu tek tipleşme hem ulus tanımlamasına uygulandı hem de Müslümanlık tanımlamasına. Müslümanlık da tek tipliliğe indirgenerek, tarihi tecrübenin yoğurduğu çok kültürlü ve 'çok İslamlı' yapı ortadan kalktı.
Aynı zamanda bu etnik ve dini anlamda tek tipleştirme, yapılan tüm uygulamaların faturasının “Müslümanlık”a kesilmesine neden oldu. Aslında Anadolu'dan sürülen ötekilerin hayat tarzını Müslümanlık adına benimsetilmeye çalışılırken, Müslümanlık azınlıkların yerini alarak ötekileştirilmiş oldu. Bu anlamda son derece tehlikeli bir strateji devreye sokularak bu ülkenin hayat damarları kurutuldu; devletin tanımladığı Müslümanlık araçsallaştırılarak, gerçek anlamından koparıldı.
Mübadele ve daha sonra teşvik edilen göçlerle aynı zamanda Balkanların boşaltılması anlamına geldiğini çoğu kez unuturuz.
Osmanlı bakiyesi unsurların Balkanlardan Anadolu'ya göçünü teşvik etmek için bazı pratik gerekçeler öne sürülse bile uzun vadede bu ülkenin içe kapanmasına neden oldu.
Balkanlardaki Müslüman Osmanlı unsurlarının kendi elimizle boşaltılması, o topraklardaki medeniyet iddiasından vazgeçilmesine neden olduğu unutulur. Bunun en veciz ifadesi İnönü'nün “Misak-ı Milli dışında Türk ve Müslüman tanımayız” sözüdür. Avrupa'nın tanımadığı bu bir arada yaşama tecrübesinden geriye yıkılmaktan kurtulmuş birkaç eser kaldı.. Balkanlarda Osmanlı sonrası hep totaliter rejimlerin egemen olmasıyla Müslüman unsurlardan/farklılıklardan boşaltılması arasında hiçbir bağın olmadığı söylenemez.
YENİ ŞAFAK