Azınlık veya zımmi!

Ali Bulaç

Amerika ve İsrail'in geri plandan büyük destek verdiği Sudan'ın bölünmesi projesi gerçekleşme aşamasına girmiş bulunuyor.

Petrol ve zengin madenlerin büyük bölümünün bulunduğu Hıristiyan nüfus ağırlıklı Güney Sudan, Hartum yönetiminden ayrılmış olacak. Bugüne kadar El Beşir yönetimini "terörizmi destekleyen ülkeler" sınıfına yerleştiren ABD, Sudan'ın Güney'i tanıması halinde onu terör listesinden çıkaracağını açıklıyor. Demek ki, El Beşir'in terörizmle ilişkisi, Güney Sudan'ın ayrılmasına karşı çıkmakla ilişkiliymiş.

Sorun tabii ki sadece uluslararası boyuttan ibaret değil. Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki anlaşmazlığın tarihî ve modern yanları da var. Son yıllarda Mısır'dan Irak'a, Türkiye'den Pakistan'a kadar gayrimüslimlerle yaşanan sorunları bir de bu açıdan ele almak gerekir. Mısır'da son olaylar öğretici olmalı. Kıpti Kilisesi'ne yapılan ve 21 kişinin ölümüne yol açan saldırılar, olayların hangi noktalara taşınabileceğini göstermesi bakımından önemli. Bunca uzun yüzyıllardan sonra Hıristiyan bazı sözcülerin kendilerini Mısır'da "asli unsur", Müslümanları "misafir-yabancı" addetmeye başlamaları aslında daha derindeki bir rahatsızlığın ifadesi.

Mısır, ne tarihî olarak İslam'ın zımmi modelini devam ettirebiliyor ne Batı'nın "azınlık statüsü"nü uygulayabiliyor. Kıptiler, ihtiyaçlarına cevap verecek sayıda kilise yapamadıklarından şikâyet ediyorlar. Ülkenin nüfusu 80 milyon, yaklaşık yüzde 10'u Hıristiyan. 93 bin camiye karşılık 2 bin kilise var. Yeni kilise yapmak mümkün olmadığı gibi eskilerini tamir etmek de neredeyse imkânsız. Tıpkı Türkiye'de olduğu gibi üst kademe bürokrasi Hıristiyanlara kapalı. Türkiye'de Meclis'te tek bir gayrimüslim yok, Mısır Parlamentosu'nda temsil yüzde 1'in altına düşmüş.

İslam dünyası Batı'nın askerî, ekonomik ve kültürel ağır baskısı altında. Maddi ve sosyal sistemlerini iyileştirmek için kendi aklıyla ve gerçek ihtiyaçlarına cevap verebilecek reformlar yapamıyor. Bir dünya düşünün ki, kendi gönlünce kendini iyileştirme özgürlüğüne sahip değil. Bu, zaman içinde asli melekelerinin, yetilerinin kaybolması gibi trajik bir sonuca yol açıyor.

İslam dünyasında ciddi boyutlarda seyreden sorunlar var. Yukarıda zikrettiğimiz örnekler gayrimüslimlerle ilgili olanları. Benzer boyutlarda mezhep sorunları da yaşanıyor. Şiiliğin siyasi yükselişi, Sünnilerle Aleviler arasındaki ilişkiler, Zeydiye ve İbadiye'nin yeni dünyadaki yerleri vs. Irak, Türkiye ve Pakistan'da zaman zaman mezhepler arası çatışmalar çok yıkıcı ve acıtıcı olabiliyor. Yabancı unsurların tahrik faktörü elbette önemli. Ama bizim algımızın teşekkülünde de sorunlar yok değil. Din ve mezhep gerilimi dışında etnik konular da ciddiyetini koruyor. Kürt sorunu 30 yıldır çözülebilmiş değil. Ve elbette zenginliklerin adaletsiz bölüşümünden kaynaklanan sınıfsal sorunlar da göz ardı edilemez.

Burada İslam dünyasının ufkunu daraltan Batı'dan ithal ettiği "dinî, mezhebî ve etnik azınlık kavramı"nın bizim hem tarihsel tecrübemize hem bugünkü pratiklerimize hitap edememesi. "Eşit yurttaşlık" ise, aynı din ve etnik gruptan insanlar arasında sorunlara yol açıyor. Söz konusu sorunlara çözümler bulması beklenen modern fakihler ve Müslüman entelektüeller ise "tarihî zımmi" statüsü dışında herhangi bir fikir geliştiremiyorlar. Oysa zımmiliği ortaya çıkaran maddi şartlar bugün mevcut değil. Gayrimüslimler, ancak kanlı bir çatışmadan sonra zımmi olmayı kabul edebilecekler.

Soru şudur: Çatışmadan, tarafları memnun edecek ve onları Batılı ülkelerin içerideki tahrik unsurları olmaktan çıkaracak başka bir çözüm yok mu? Elbette var. Bunun üzerinde evveliyatla düşünmesi gereken fakihler olmalı. Ama fakihlerin zihinlerini "Batılı azınlık" ve "tarihî zımmi" modelleri dışına çıkarıp İslam'ın ilk uygulamalarına, yani cizye hükmünün inişinden öncesine çevirmeleri gerekir. Bu sorunlara çözümler bulamazsak, Batı'nın desteğinde Sudan gibi İran, Irak, Pakistan, Türkiye vd. de bölünüp parçalanacak.

ZAMAN