Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Hayatın büyüsü
Genç yaşlarında dünyamızdan ayrılan Didem Madak, “Hayat beni büyülüyor. Yazarken hayatı sandığımdan çok sevdiğimi, ona hayranlık duyduğumu anlıyorum. Aslında az sonra ölecek birinin gözleriyle dünyaya baktığımızda hayatın her yerinden şiirin fışkırdığını görürüz, önemli saydığımız çoğu şeyin önemini yitirdiğini görürüz. O zaman anlamsız bulduğumuz küçük gündelik hayatımızın aslında anlamlı olduğunu hissederiz» diyor kendisiyle yapılan bir söyleşide (Varlık Dergisi/Sayı 1141/Ekim 2002).
Didem Madak’ın söyledikleri arasında altını çizdiğim iki yer var. İlki en baştaki “Hayat beni büyülüyor” cümlesi. Kitabının adını ‘Ah’lar Ağacı’ koymuş ve ömrünün büyük kısmında kederlerle arkadaş yaşamış bir şair için kimilerine şaşırtıcı gelebilecek bir cümle bu. Oysa hiç öyle değil... Kim, hayata büyüleyici bulabilecek kadar dikkatli bakan birinden daha çok incinmeye açık ve savunmasız olabilir?
Aynı söyleşide kendisini büyüleyen şeylerden hemen aklına gelen birkaçını da sıralıyor: “Her gün işe giderken karşılaştığı” kara bir köpek mesela, “durup boyoz yiyen insanları hayranlıkla seyreden”... “Puf böreği gibi tombik elleriyle kabak seçen ev hanımları” mesela... Ve “Ucuzluktan alınmış bayramlıklarıyla kendilerinden pek memnun olan o bayram çocukları” mesela... Böyle şeyler gördüğünde, “onları sandığından çok” sevdiğini fark ediyor ve hepsinin şiirine sızdığını itiraf ediyor.
“Ne var ki bunlarda, sıradan insanlar işte!” diye aklından geçirenlerin hayattan büyülenecek kırılganlıkta olmadıkları aşikar... Zırhlarını üstlerine geçirmiştir onlar çoktan. Hayat dokunamaz onlara. Büyülemez hiçbirini. Tüylerini diken diken etmez. İçlerini ılıtmaz, kamaştırmaz. Başlarını okşamaz. Hayat dokunamaz onlara ama onlar da dokunamazlar hayata. Gelir geçerler. Kederlerde durmaz, hep kaçarlar. Güya mutludurlar, ama aslında mutluluk aslında nedir, bilmezler. Çünkü aslında yaşamazlar. Kendi vasatlarına sımsıkı tutunur, orada ömür tüketirler. Ve hayatın künhüne hiç vâkıf olamadan ölüp giderler. Yaşarken, ölüm beklemedikleri bir şeydir onlar için. Çünkü hayat yaşamadıkları bir şeydir.
Hayat gerçekten de büyüleyicidir. Küçük küçük şeylerin ardına hayret ve hayranlık verici derinlikler gizler. Bunların farkındaysanız sizi de kendileriyle birlikte derinleştirir bu küçük şeyler. İnceltir, güzelleştirir ve hassaslaştırır. Ve hassaslaştığınız ölçüde incinmeye açık hale gelirsiniz. Bu yüzden, her şeye kafanızı takmamanızı söyleyip durur etrafta birileri, yani bakmamanızı, görmemenizi, kırılacak kadar incelmemenizi. Hayat büyüsünden bihaber yaşamanızı...
Didem Madak’ın sözlerinde altını çizdiğim diğer bölüm tam bir cümle değil, “az sonra ölecek birinin gözleriyle dünyaya baktığımızda” ifadesi... Böyle baktığında, “hayatın her yerinden şiirin fışkırdığını” görüyormuş Didem Madak ve “önemli saydığımız çoğu şeyin önemini yitirdiğini”... Bir nevi hayret duygusu bu... Hayatın mucizevi anlatısı... Az sonra ölecek birinin gözleriyle baktığımızda dünyaya, hepimizin içine düşeceği şey böyle bir cezbe ummanı olmalı. Bugün pek çoğumuzun içini artık yurt tutmayan derûni kamaşma hali, hayranlık sarhoşluğu...
Belki alemi seyrederken içinde kaybolunan aşk ve vecd halinden küçük bir cüz bu... Belki gönül rahatlığıyla ama nereye gittiğini bilmeden adımlanan bir küçük muhabbet patikası...
“Biz dilimize gelen kelimelerle konuştuğumuzu düşünüyoruz hep” dedi beyaz saçlı adam, “oysa görünen o ki kelimeler bizimle konuşuyor.”