İHH’nın kurban kampanyası çerçevesinde Ömer Korkmaz, Mehmet Kaya, Taylan Çetin ile birlikte Yemen’deydim, yeni döndüm.. Yazacak, konuşacak çok şey var..
Türkiye’de düzenli bir iletişim kuramadığım için yedek yazılar okudunuz..
Döndüm ve şimdi biriken konular arasında hangisini yazayım diye düşünüyorum.
İsviçre’deki referandum bir harika.. İsviçre halkı ‘minare’ye tosladı. İsviçre halkı ile birlikte İslâm dünyası, Avrupa, AİHM bu konuyu konuşuyor.. İşin en güzel yanı da bu. Sonuç şimdiden belli.. Bu süreç, bana göre camilerin minaresiz olup olmamasından çok daha önemli.. Demokrasi, insan hakları, özgürlük, faşizm, adalet, hukuk devleti gibi birçok konuyu birlikte tartışıyor, konuşuyoruz..
Katsayı meselesi de aynı şekilde önemli.. Bereketli bir tartışma zemini oluştu..
Zaman içinde bunları da konuşacağız ama, bilgisayarımın başına oturdum, Başbakan’ın köşe yazarları ile ilgili sözleri, yeni bir tartışmanın fitilini ateşledi gibi sanki...
Başbakan’ın konuşmasının ilk bölümlerini dinledim. Güzel, anlamlı şeyler söyledi. Muhalefete onların dilini kullanmadan yüklendi..
Sonradan öğrendim, bir yazarın, “Siyasetçiler ne kadar az konuşursa, sorun o kadar çabuk çözülür..” sözüne Başbakan “Köşe yazarları ne kadar az yazarsa, sorun o kadar kolay çözülür..” şeklinde bir şeyler söylemiş..
Bizim geleneğimizde “söz gümüşse sükût altındır” diye bir şey var.. Çok yazmak üzere değil de ,çok konuşmak üzerine bir sürü söz var. Çünkü geri kalmış ülkelerde şifahi bir gelenek vardır.. Tarih yazıyla başlar aslında.. Ama öte yandan “önce kelâm var idi...”
Bir söz ya da yazının, az ya da çok olması değil bana göre önemli olan, ne yazdığına bakmak gerek.. Necip Fazıl çok yazardı. Ya da Gazali de öyle...
Sanırım Türk basınında en çok yazan kişi benim. Her gün yazıyorum.. Hatta her gün Vakit’te, bunun yanında daha birçok dergide de yazılarım çıkıyor.. Başka yayın organlarına da yazılı ve sözlü görüş açıklıyorum..
Vakit’te yazdığım yazılar, diğer bazı yazarların yazdıklarının iki katından daha fazla..
Benimkisi zamana tanıklık. Bazan deneme türü şeyler yazıyorum, bazen konuşur gibi yazıyorum.. Bu biraz da yazarın kişiliği ile ilgili.. Bir ansiklopedist için her zaman yazacak bir şeyler vardır.. Az yazıp içi boş şeyler yazanlar da var.. Ya da az konuşup bir şey söylemeyen de, çok konuşup güzel şeyler söyleyenler olduğu gibi, aksi de söz konusu.
4 mevsim yaprağını dökmeyen ağaçlar olduğu gibi, yediveren gülleri de vardır.. Ama yılda bir kere açan çiçekler de var..
Politikacı konuşan adamdır. Onun için parlamenter deniyor.. Elbette susulması gereken yerde konuşmak, ya da konuşulması gereken yerde susmak doğru değil.. Yerinde ve zamanında, hikmetli bir şeyler söylemek önemli..
Bana kalırsa yapılan faydalı bir iş mi, ona bakmak gerek..
Az olan, her zaman iyi demek değildir.. Mesela günde 5 vakit namaz kılıyoruz.. Farklı farklı rekatlar var, sonra bir de nafile namazlar kılıyoruz.. Her rekatta, hemen hemen yarından fazlası ile aynı şeyleri tekrarlıyoruz.. Ama kurban yılda bir defa.. Ama kurban vacib.. Namaz ise farz ve dinin direği..
Benim için yazmak da, konuşmak da bir ibadet. Haksızlıklar karşısında susanlardan olmak stemiyorum.. Tek başına yazmak da tatmin etmiyor beni, bir de haykırıyorum. O da yetmiyor, sokağa çıkıyorum..
Bu dünyada yaptığımız ve yapmamız gerekirken yapmadığımız, söylediğimiz ve söylememiz gerekirken söylemediğimiz her sözden hesaba çekileceğiz.. Çok olmaması gerektiği gibi, az da olmamalı.. Haksızlıklar karşısında susanlar, dilsiz şeytanlardır çünkü.
Faydasız ilimden, faydasız yazıdan, faydasız sözden ve faydasız işlerden Allah’a sığınalım yeter..
Bana sorarsanız, ben yazmaya devam edeceğim.. Konuşanlara gelince; insan ya hikmetli bir şeyler söylemeli, ya da susmalı. Bir yazar için de önemli olan bu olsa gerek.. Öte yandan gerçekten, daha fazla vaktim olsaydı daha kısa yazardım.. Gazete yazarlığı biraz da zamana duyarlı bir konu.. Hele Türkiye gibi bir ülkede konu sıkıntısı hiç yok.. Olayların peşinden koşuyorsunuz, zamana karşı yarışıyorsunuz..
Batıda bu işlerin böyle olmamış olması, beni fazla ilgilendirmiyor.. Bizim söyleyecek çok sözümüz var demek ki..
“Çok söz yalansız, çok para haramsız olmaz” derler ama, bana göre dikkat edilirse olabilir. Helalinde çok servet de olabilir. Hz. Süleyman ve Yakub’un olduğu gibi.. Ama yazarken yapılan hatalar çabuk ortaya çıkar. Yazı açık ve kalıcıdır çünkü.. Ve çok hata yapanlar, fazla tutunamazlar.. Yazarlar için “dün dündür, bugün bugündür” demek zor.. Laf ile aleme nizam vermek de kolay. Hani derler ya “Bekara karı boşamak kolaydır” diye.. Spekülatif, kulağa hoş gelen ama içi boş öneriler az da olsa, çok da olsa zararlıdır. Ama işin güzel yanı, bunlar yazılıp konuşulmadan bunun böyle olduğunu anlamak zor..
Yazmak, konuşmaktan daha önemli. Hem yazarken başkalarının sözlerini de yazıyorsunuz.. Onu yorumluyorsunuz. Bunu sadece çevrenizdekiler okumuyor, herkes okuyor, yorumunuza bakıyor, tepki veriyor.. Ve siz yazdıklarınızı bir kez daha gözden geçiriyorsunuz..
Yazmak, konuşmaktan daha ciddi bir iştir. Herkes konuşur ama herkes yazamaz..
Bir gazete yazarının 5-10 dakikada yazdığı, 5-10 dakika ile sınırlı bir işin sonucu değildir.. Arkasında bir ömür, bilgi ve tefekkür dünyası söz konusudur.
Hani Picasso’dan bir işadamı, firması için bir amblem yapmasını ister.. Picasso da aklına gelen bir fikri hemen çizgiye dönüştürür. İşadamı logoyu çok beğenmiştir.. Borcumuz Sayın Picasso der. Picasso 25.000 dolar der.. İşadamı “Sayın Picasso, bu logoyu çizmek, 5 dakikanızı bile almadı. 25.000 dolar biraz fazla değil mi?” deyince Picasso şu cevabı verir: “Hayır 5 dakika değil, 60 yıl artı beş dakika...”
Ben 40 yıldır yazıyorum. Hemen hemen hiç yıllık, aylık, haftalık iznim olmadı. Her gün yazıyorum.. Bir başkasının 2 saatte yazdığını 7 dakikada yazabilirim. O da parmaklarımızın klavye vuruş hızı ile ilgili. Yoksa o kadar da sürmez. Hem de iyi yazı taklit ederim gerekirse, farklı üslublar deneyebilirim.. Haber izlerken, bir arkadaşımla konuşurken, bir yandan da kafamda yarın çıkacak yazımı kurgulayabilirim. Bu da benim genetik yapımla ilgili.. Bilginin kaynağına, istediğim kişiye ulaşma hızım çok yüksektir..
Onun için ben az-çok tartışmasını üstüme alınmıyorum.. Alınan alınsın.. Başbakan’ın bir gazetecinin sataşmasına yönelik sözlerini de doğrusu, o güzel ve anlamlı konuşmasının içinde olmaması gereken bir ayrıntı olarak görüyorum.. İşin o boyutu da politik bir polemik..
Ah, al sana şimdi yeni bir haber: 2004 yılının kuvvet komutanları; Org. İbrahim Fırtına, Org. Aytaç Yalman, Ora. Özden Örnek savcılık tarafından darbe planlarıyla ilgili ifade vermeye çağırılmış. Harika! JİTEM konusunda Koman Paşa’yı da çağırsalardı. Ya da Çevik Bir nerede? Aslında bu konu üzerinde yazılacak o kadar çok şey var ki...
Neyse işler ileri doğru, doğru yönde gelişiyor..
Bugünlük de bu kadar.
Selam ve dua ile..
VAKİT