-Cengiz Çandar'ın TESEV için hazırladığı 'Dağdan İniş-PKK Nasıl Silah Bırakır?' adlı raporun kamuoyuna sunulma ve tartışılma paneli en az çalışmanın içeriği kadar ilginç ve önemli oldu.
Özellikle BDP'li Aysel Tuğluk'un yaklaşımı merakla beklenmekteydi, çünkü eğer Kürt meselesi çözülecekse bunun Kürt siyasetini tatmin eden bir biçimde olması gerekiyor ve bugüne kadarki performanstan hareketle ele alınırsa PKK'nın taktiksel dalgalanmalarının peşinden giden BDP'nin net bir bakış geliştiremeyeceğine yönelik yaygın bir kanaat var. Ancak Tuğluk, son YSK kararının bir 'zaman ayarlı eylem' olduğu tespitiyle başladığı konuşmasında son derece umut verici bir etki yarattı.
Tuğluk'un rapor değerlendirmesini iki ana bölümde toparlamak mümkün. İlk bölüm temel siyasî pozisyonun, önümüzdeki dönemin beklentilerini de kapsayacak şekilde ortaya konmasını ifade ediyor. Kendi içinde bağlantılı olan, ancak birbirinden ayrı olarak ortaya konan önermelerden üçü siyaset zemininin tespitine ilişkindi ve ilki 'askerî çözümün' olanaksızlığının artık herkes için açık bir gerçeklik olduğuydu. Tuğluk'a göre bu sadece ordunun başaramayacağı değil, aynı zamanda Öcalan'ın ve PKK'nın da başaramayacakları bir hedefi ima etmekte ve nitekim Kürt siyasetçileri bunu söylemekten çekinmemekteler. Tuğluk bu durumun "çözüm için mükemmel bir olanak" olduğunu vurgularken, kendisini de kapsayan bir biçimde, sorumluluğu siyasilere yükledi. İkinci önerme PKK'nın bir değişim geçirdiği ve bu sürecin devam etmekte olduğuydu. Genel kamuoyunun bu değişimi görmezden geldiğine dikkat çeken Tuğluk, PKK söyleminin ayrılıkçılıktan özerkliğe gelmesinin taktiksel bir kayma değil, temel bir siyaset farklılaşması olduğunun altını çizdi. Bu tespitin uzantısı ve üçüncü bir önerme olarak, çözümün hukuksal zemininin 'tek devlet' olduğu da Tuğluk tarafından açıkça söylendi.
Diğer üç önerme ise çözümün ilkesel çerçevesini vermekteydi: Kürt sorunu bir demokrasi meselesidir, bu meselenin çözümü anayasal olmak zorundadır ve yapılacak olan anayasa Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kendilerini yönetme hakkının nasıl kullanılacağını söylemelidir. Tuğluk, anayasanın "sivil, demokratik ve insan odaklı" olmanın ötesinde, "etnisitesiz" olmasını beklediklerini de vurguladı. Diğer bir deyişle Kürt kimliğinin açıkça zikredilmesinin talep edilmediği, yeni bir vatandaşlık tanımı çerçevesinde etnisiteden arındırılmış bir anayasa metnini kabul ettiklerini ifade etti. Öte yandan aynı anayasanın 'statü' meselesine cevap getirmesi, yani Kürtlerin "halk olarak hangi haklara sahip olduklarını" ve bu hakların "nasıl güvenceye alınacağını" tespit etmesi gerektiğinin de altını çizdi.
Tuğluk'un üzerinde durduğu diğer konu ise kullanılacak yöntemin ilkesel temeline ilişkin olup, yine iki parçalı olarak ele alınabilir. Birincisini, müzakerelerin dayanması gereken genel prensipler olarak tanımlamak mümkün. Buna göre, öncelikle kullanılan dile dikkat edilmeli ve zorlama tanımlardan vazgeçilmeli. Tuğluk dilin farklı kesimlerce farklı anlaşıldığına işaret ederken, birçok insanın iyi niyetle kullanabileceği bir terminolojinin Kürtlerin kulağına 'tasfiye' içerikli bir söylem olarak yansıyabileceğine dikkat çekti. Bir diğer nokta ise iki taraf arasındaki görüşmelerin saygınlığı olan kişilerden oluşmuş siyasî heyetlerce yapılması ve Öcalan'la olan görüşmenin de bu kıstasa uyması gerektiğiydi.
Müzakere yönteminin pratik adımlarına ilişkin olarak da Tuğluk, Habur sonrasında ortaya çıkan güven sorununun tamiri için önerilerde bulundu. Bunlar yeni olmamakla birlikte, PKK/BDP kanadının isteklerinin oturmuşluğunu gösterdiği ölçüde anlamlıydı. Dağdan inmenin ancak PKK'lılar siyasî hayata katılabilirse mümkün olabileceğini belirten Tuğluk, bunun altyapısının "içeriği ve kapsamı 'genel af' olan bir adımın atılması... KCK davasının düşürülerek tutukluların serbest bırakılması... ve seçim barajının kalkması ile" sağlanabileceğini söyledi.
Nihayet Tuğluk, Öcalan ile yürümekte olan görüşmelerin netice verebilmesi için gerekenleri de açıklıkla ortaya koydu: Görüşmeler düzenli yapılmalı, oyalama olmamalı, görüşmeciler tümüyle sivillerden oluşmalı ve sabitlenmeli, görüşmeleri sabote edici eylemlerden kaçınılmalı...
Bu arada Tuğluk'un rapora eleştirisi de vardı... MHP'nin görüşünün alınmamasını, çözüm yolunda bir eksiklik olarak tanımladı.
Tuğluk'un TESEV raporu üzerine değerlendirmesinin Kürt meselesinin çözümü için kafa yoran herkes tarafından detaylı olarak bilinmesinde büyük yarar var. Çünkü nihayet devletin ve hükümetin karşısında, ne istediğini bilen ve bunu söyleyen bir Kürt siyaseti olduğu gibi, talep edilenler de hem müzakereye imkân tanıyan, hem de ülkenin demokratikleşme sürecini besleyebilecek önermeler. Gündem her ne kadar tıkanmışlığı ima etse de, bu toplum çözüme büyük ölçüde hazır ve çözüm de her iki tarafın birbirini 'duymasıyla' mümkün olacak.
ZAMAN