Geçen hafta sonu, Diyarbakır Kültür ve Sanat Vakfı, Diyarbakır Ticaret Odası ve AB delegasyonu tarafından düzenlenen iki toplantıda "Nasıl bir anayasa?" konusunda konuşmak üzere Diyarbakır-Amed'deydim.
Cumartesi sabahı Sur ilçesinin (çok-dilli belediye hizmetlerini başlatmasıyla tanınan) BDP'li Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş ve AKP'nin Şeyh Sait soyundan il başkan yardımcısı Avukat Muhammed Akar dostlarla Hasan Paşa Hanı'nda kahvaltı yaptık. Hakkında toplam 450 yıl hapis istenen davalarda tutuksuz olarak yargılanmakta olan Demirbaş'ın ciddi rahatsızlığı nedeniyle tedavi olmak üzere yurtdışına çıkmasına izin verildiğini sevinerek öğrendim.
Kahvaltıdan sonra Sayın Demirbaş, sağolsun, zaman ayırıp biz beraberindekilere Diyarbakır'ın çok-kültürlü tarihinin timsali olan bölgeyi gezdirdi. Şeyh Mutahhar Camii'nin dört ayaklı minaresinin altından yedi kez geçip "ülkeme ebedi barış gelsin" dileğinde bulundum. Sonra Kültür Bakanlığı'nca onarılıp geçen ekim ayında yeniden ibadete açılan, ama artık cemaati bulunmayan Ortadoğu'nun en büyük Ermeni kilisesi Surp Giragos'u ve cemaati bir avuç kalan Marpetyun Keldani Katolik Kilisesi'ni ziyaret ettik. Demirbaş ve Akar Mahabad Kürt Cumhuriyeti'nin 1946'da idam edilen kurucusu Kadı Muhammed'i anma töreni yapıldığını, gitmek isteyip istemeyeceğimi sordular. Büyük merakla gittim.
Tesadüf bu ya, "Mesud Barzani ve liberal Pankürdizm" başlıklı yazımın çıktığı gün (Kürtlerin demokratik yollardan tek bir bayrak altında toplanmasını amaç edinen) Pankürdizmin Türkiye'deki liberal yorumuna tanık oldum. Anma törenini PKK'ya muhalefeti ile tanınan Kürdistan Demokrat Devrimci Hareketi (KDDH) düzenliyordu. Irak Kürdistan Bölge Yönetimi'nin bayrağının asıldığı, Kürt ulusal marşının okunduğu, duvarları Seyit Rıza, Şeyh Sait, Said Nursi, Mustafa Barzani gibi Kürt büyükleri yanında, Musa Anter gibi Kürtlerin kimlik hakları için mücadelede can verenlerin resimleriyle bezenen düğün salonunda yapılan anma töreninin açılış bölümünü solumda Demirbaş, sağımda Akar olmak üzere izledim.
Çok dikkat çekici olan, geniş salonun ancak küçük bir bölümünü dolduracak kadar az sayıda kişinin törene katılıyor oluşuydu. KDDH sözcüsü Ramazan Bulut, "BDP, Kürdistan'ın değil Türkiye'nin partisidir... Kürdistan'da AKP'li bir milletvekilinin niteliği ne ise BDP'linin de aynıdır. Kürt sorununun muhatabı BDP değildir..." şeklinde konuştu. Bir süre sonra, başka bir randevu için oradan ayrıldık. PKK'ya sert eleştiriler yönelten Kürt aydını İbrahim Güçlü'nün söz alması üzerine mevcut az sayıdaki BDP'linin de salonu terk ettiğini, ertesi gün yerel gazetelerde okudum.
Evet, bugün için Pankürdizm ve onun gereği olan ayrılıkçılık, Türkiye Kürtleri arasında revaçta değil. Türkiyeli Kürtlerin ezici çoğunluğu eşit haklara sahip yurttaşlar olarak Türkiye'de yaşama tercihini paylaşıyor. PKK'yı zaman içinde programını adım adım, bütün Kürtleri Marxist-Leninist bir rejim altında birleştirmekten, Türkiye sınırları dahilinde "demokratik özerkliğe" çevirmek zorunda bırakan gerçek de zaten budur. Son on yılda yapılan seçimlerde Türkiye Kürtlerinin çoğunun oylarını, PKK ile aynı tabanı paylaşan Kürt partilerine değil de, Kürt kimliğinin inkârına son veren ve tanınacağı umudunu uyandıran AKP'ye vermelerinin ardında yatan gerçek de zaten budur.
Peki, Türkiye'de ayrılıkçılık ve Pankürdizm, bugünkü gibi marjinal kalmaya mahkum mudur? Son Diyarbakır izlenimleriyle de güçlenen kanaatim şu: Sorunun cevabı Türkiye'yi yönetenlerin, Ankara'nın ne yapacağına bağlı. Kürtlerin kimlik talepleri karşılanmadığı takdirde, gün gelip (en azından Kürt çoğunluklu bölgenin Kürtleri) "madem Türkiye bizimle birlikte yaşamak istemiyor, biz de başımızın çaresine bakmalıyız" sonucunda ittifak edebilirler. Kürt yurttaşlarının kimliğine saygıyı yerleştiren, yalnız kendi Kürtlerinin değil, bütün bölge Kürtlerinin saygı ve güvenini kazanan Türkiye ise, gerçekten lider ülke olabilir.
ZAMAN