Aynı Günde Oruç ve Bayram
Hayrettin Karaman / Yeni Şafak
Bu yıl da Ramazan Bayramı İslam dünyasında aynı günde yapılamadı. Yakında Kurban Bayramı gelecek, yine tartışmalar, ithamlar, iddialar birbirini kovalayacak. Ramazan içinde bir yazımda şöyle demiştim:
“İslam dünyası ve Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bazı ülkelerde Ramazan ve bayram günlerinin aynı olmaması hem kafaları karıştırıyor hem de ümmetin birliğine aykırı düştüğü söyleniyor. Yıllardan beri bu arızayı ortadan kaldırmak için başını Türkiye'nin çektiği önemli ve yoğun çalışmalar yapıldı. Pek yakında bunlara biri daha eklendi. Son toplantıda birlik sağlandığı, bundan sonra Ramazan'a aynı günde başlanacağı, bayramın da aynı günde yapılacağı ilan edildi, ancak ben uygulamanın böyle olacağı konusunda emin değilim.”.
Niçin emin değildim?
Çünkü konu hem farklı içtihatlara hem de siyasete açık bir konu da ondan.
“Kim daha iyi Müslüman ülke” yarışmasını sürdüren siyaseti bir yana bırakırsak ibadetlerle ilgili olan kamerî aybaşlarının tespiti konusunda üç ictihat/yorum vardır:
1. Ay ile Güneş'in aynı zamanda battıkları kavuşum zamanı biter bitmez -hilal görülsün görülmesin, görülebilir olsun olmasın- yeni ayı başlatmak.
2. Hilal fiilen görülmese bile görülebilir olması hesaplanarak yeni aybaşını ilan etmek.
3. Ay'ı fiilen görmeden yeni ay'ı başlatmamak.
Bu ictihatlarla ilgili bir mesele de “bu üç yorumdan birine göre aybaşının tespiti bir yerde (meridyende) yapılınca bu bütün dünyayı bağlar mı, yoksa gün farkıyla tespit edilen yerler kendi coğrafyalarına mı tabi olacaklar” meselesidir.
Birkaç yazıda bu konuları köşe yazısı niteliğini aşmadan açıklamaya çalışacağım.
Bugünün yazısında merhum Mısırlı alim Ahmed Muhammed Şakir'in konularla ilgili bir kitapçığını özetliyorum (Evâilu'ş-Şuhûri'l-Arabiyye...”, Kahire, 1939):
Mısır'da yüksek mahkeme 1939 yılı Kurban Bayramı'nı 30 Ocak olarak ilan etti. Birkaç gün sonra gazete haberlerinden öğrendik ki Suûdi Arabistan 30 Ocak'ta Arafe vakfesini, 31 Ocak'ta da Kurban Bayramı'nı yapmış. Hindistan Müslümanları ise bayramı bir gün daha geç ilan etmişlerdi.
Hindistan'dan el-Ezher'e soruldu, el-Ezher soruyu alimlere dağıttı ve cevap topladı. Babam (Muhammed Şakir) gözle görülmesi gerektiğini savunuyordu, ben de onun gibi düşünüyordum, daha sonra konuyu hakkıyla inceledim ve görüşüm aşağıdaki şekilde değişmiş oldu.
Arapların okuma yazma ve hesapları zayıftı, bu yüzden Peygamberimiz “görünce başlayın…” buyurdu.
Ulemâ bu işi bilmiyordu, bilenleri de gayıptan haber vermeye kalkışan müneccimler olarak telakki ediyor, itimad etmiyorlardı. Az sayıda bilen ise sesini fazla çıkaramıyordu.
Meselâ Takıyyuddîn Sübkî Fetâvâ'sında: “Bilim ve hesap yoluyla yeni hilalin görülmesinin mümkün olmadığı sabit ise görme iddiasında bulunanların tanıklıkları kabul edilemez; çünkü bu zanna dayanır, hesap ise kesindir…” diyor.
İbn Dakik el-Iyd de Umde şerhinde:
“Müneccimlerin (yıldızların hareketleri ile ilgili bilgi sahiplerinin) hesaplarına uyarak Ay'ın Güneş'ten ayrıldığı (kavuşumun bittiği) zamanı yeni ayın başlangıcı olarak kabul etmek caiz değildir, ama onların hesabına göre yeni ayın hilalinin görülebilir hale gelmesine itibar edilir, bir mani yüzünden fiilen görülmemiş olması önemli değildir.” diyor.
Konu ile ilgili iki hadisten biri:
“Biz ümmî bir topluluğuz, yazmayız, hesaplamayız; ay şöyle ve şöyledir: yani bir kere yirmi dokuz, bir kere de otuz gün sürer.”.
Diğeri:
“Ay yirmi dokuz gündür, yeni ayın hilalini görmeden oruca başlamayın, yine onu görmeden orucu sonlandırıp bayram yapmayın; eğer bulut vb. bir engel yüzünden hilali göremezseniz onu hesaplayarak bulun (başka bir rivayette önceki ayı otuza tamamlayın).”.
Ebu Davud'un öğrencisi İbn Süreyc, otuza tamamlama yolunun bilgisi yeterli olmayan umuma, hesaplama yolunun ise bu konuda bilgi sahibi olan havassa (özel kişilere) mahsus olduğu yorumunu yapmıştır.
Bu iki hadisi bir arada yorumlarsak şunu anlarız: “Ay'ı görme ve bu mümkün olmadığında bir önceki ayı otuza tamamlayıp ertesi günü yeni ayın biri kabul etme”nin illeti (dayanağı) o tarihte ümmetin yazma ve hesap bilmemesidir. Sonraki çağlarda ümmetin çoğu yazma ve hesabı öğrenince, gezegenlerin ve uydularının hareketleri hatasız olarak hesaplanabilir hale gelince o dayanak ve ona bağlı hüküm değişir, artık ümmetin gözle görmeden daha sağlam olan hesaba itibar etmeleri gerekir, görme şartı ise habere ve bilgiye ulaşma imkanı kısıtlı olan azınlığa (bu manada özel kişilere) ait hale gelir. (s. 14-15)
Hesaba başvurmanın engeli olan bilgi eksikliği ortadan kalktığına göre artık yalnızca hesaba itibar etmek gerekiyor. Bu da hilaller ile ilgili gerçek hesaba dönmek ve yeni hilalin görünür olup olmamasını bir yana bırakmakla olacaktır. Bu takdirde gerçek yeni ayın başlangıcı hilalin, Güneş'ten bir lahza (en kısa süre) sonra da olsa battığı (batı ufkunda kaybolduğu) gecedir (yani kavuşuma bakılır, Ay'ın Güneş'ten çok az da olsa ayrılmasıyla yeni ay başlar).
Bugün bunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde hesaplayan ilim adamlarımız çokça vardır; şurada burada ayı gördüğünü iddia edenlere, radyodan ve telgraftan elde edilen haberlere güveniyoruz da bu ilim adamlarının kesin hesaplarına niçin güvenmiyoruz!?
Bir de hilalin görülmesinin farklı coğrafyalarda (meridyen ve parallellerde) farklı olup olmayacağı (meşhur ifade ile ihtlâf-ı metâli'a itibar edilip edilmeyeceği) konusu var. Bu konu da asırlarca önce tartışılmış, Şâfiî dışındaki üç imam, böylece fukahanın çoğunluğu bir yerde hilal görülünce başka coğrafyalarda görülmese bile bütün müminlerin buna tabi olacakları ictihadında bulunmuşlardır. Aksine yorumlar ve bazı fakihlerin kendi mezhebine uymayan görüşleri daha sonra ortaya çıkmıştır.
Ahmed M. Şakir bazı ayet ve hadislerin işaretlerine dayanarak yeni ayın başlangıç tarihi (zamanı) için Mekke merdiyeninin esas alınması gerektiğini, böylece İslam dünyasında bu konuda birliğin hasıl olabileceğini de ifade etmektedir.