Hilmi Daşdemir / Açık Görüş
Aynalı odalarda yabancı karşıtlığı
Enformasyon araçlarının artmasıyla farklı kaynaklardan haberlere erişim mümkün hale geldi. Konvansiyonel mecra olarak sayabileceğimiz TV, gazete, radyo, internet gazeteleri –normalde internet siteleri konvansiyonel mecralar arasında sayılmıyor ancak ben artık orada görülmesi gerektiğini düşünüyorum-sonrasında sosyal medya araçları da haber alma amacıyla kullanılıyor.
Yürütücülüğünü yaptığım Optimar Araştırma'nın Türkiye'nin Nabzı Araştırması'na göre ülke ve dünya gündemi yüzde 52,1 ile televizyondan, yüzde 25,9 ile sosyal medya mecralarından, yüzde 11,2 ile internet üzerinden gazete okuyarak, yüzde 2,6 gazete alıp okuyarak, yüzde 0,7 radyo dinleyerek takip ediliyor. Katılımcıların yüzde 7,5'i de gündemi takip etmiyor. Görüldüğü üzere hala televizyon ilk sırada ama sosyal medyanın oranı da azımsanamayacak kadar artmış durumda. Peki, hangi sosyal medya mecralarını takip ediyor ve kullanıyorlar? Burada da Instagram yüzde 39,8 ile birinci sırada yer alıyor. Bunu görsel bir toplum olmamıza bağlıyorum. Nitekim yüzde 20,3 ile Facebook ikinci ve yüzde 16,9 her gün hükümetin ve dünyanın tekrar kurulup yıkıldığı Twitter yüzde 16,9 ile üçüncülüğü alıyor. Bazılarının profesyonel olarak bazılarının amatör olarak yer aldıkları Youtube yüzde 5,9 ile dördüncü olarak karşımıza çıkıyor. İlk çıktığı zamanlarda oldukça profesyonel olan ve şu neredeyse bitti denilebilecek olan Clubhouse'u saymazsak -zira oranı yüzde 0,1- Tik Tok yüzde 1 ile sonda yer alıyor. Yüzde 15,8'lik bir kitle ise sosyal medya kullanmıyor.
Dezenformasyon için kurulan siteler
Bugün dezenformasyon içeren haberleri vermekte bazı televizyon kanalları ve sadece dezenformasyon için kurulmuş olan internet haber siteleri ile Youtube ve Twitter hesapları adeta yarışıyor. Eski dönemlerde düşman ya da rakip ülkenin casuslarının yaptıklarını şimdi gönüllü olarak bireyler neye hizmet ettiklerinin farkında olmadan yapıyorlar.
Kamuoyunda haberlerin güvenilirliğine ilişkin olarak bir şüphe oluşmuş durumda, yine yürütücülüğünü yaptığımız Optimar Araştırma'nın medya ile ilgili bir araştırmasında "İnternet ortamında karşılaştığınız haberlere güveniyor musunuz?" sorusuna katılımcıların yüzde 52,7'si "hayır", yüzde 32,5'i "evet" derken yüzde 15,3'lük bir kesim bu soruyu cevapsız bırakmıştır. Yani sürekli yalan haberlerle karşılaşan toplum artık haberlere inanmama eğilimindedir. Elbette gördüğüne duyduğuna sorgusuz sualsiz inananlar da var. Bir habere tıkladıktan sonra yapay zekâ başka benzer sayfaları karşımıza çıkarıyor. Bir haber okuyorsunuz sonra başka benzer bir haberin sayfası ekranınıza geliyor, o habere de tıklıyorsunuz. "İşte aynı haber burada da var. Demek ki bu haber doğru." algınız pekişiyor. Tekrar başka benzer bir sitenin ya da hesabın haberine ya da paylaşımına bastığınızda iyice o habere inanıyor, belki siz de o haberi paylaşıyorsunuz. Benim 'Aynalı Oda' dediğim, birbirini sürekli tekrar eden haberleri ya da yorumları okumak içi aynalarla çevrili bir odaya benziyor, baktığınız her tarafta aynı haberin yansımasını görüyorsunuz farklı açılardan. Bu durumda okuduğunuz haber ya da yoruma ilişkin inancınız pekişiyor.
Farkındalık çalışmalarının etkisi
Yine az önce bahsettiğim araştırmada "Karşılaştığınız bir haberin doğruluğunu teyit eder misiniz?" sorusuna katılımcıların yüzde 56,9'u "evet" cevabı veriyor ki bu son dönemdeki farkındalık çalışmalarının belli oranda etkili olduğunu da gösteriyor. "Nasıl teyit edersiniz?" sorusuna ise yüzde 49,1'i "arama motorları", yüzde 27,7'si "teyit internet sitelerine bakarım" cevabını verirken yüzde 16,1'i "kendim muhakeme ederim" cevabını veriyor. Yüzde 7,1'i ise arkadaşlarına sorarak haberin doğruluğuna kanaat getiriyor.
Şimdi gelelim 'Aynalı Oda' metaforumuzun gerçekleşme anına. "İnternet ortamında -sosyal medya dâhil- okuduğunuz ya da gördüğünüz bir haberden sonra, karşınıza çıkan başka bir habere de tıklar mısınız?" sorusuna katılımcıların yüzde 50,2'si "evet" cevabı veriyor. Bu da haber yalan ise de doğru ise de algıyı pekiştirici bir etki yapıyor. Yüzde 37,6'sı "İlgilendiğim haberi okuyup çıkıyorum" cevabını veriyor. Yüzde 12,2'sinin ise bu konuda bir fikri yok.
'Hakikat bükücüler'
Filozoflar, düşünce adamları 'hakikat' peşinde koşarken son dönemde 'hakikat bükücü' rol üstlenen bir güruh oluşmuş durumda. Bunlar oluşturdukları kaos ortamından sonra zaman zaman infiale sebep oluyorlar hatta iç savaş ya da çatışma ortamı oluşturmak için de var güçleri ile çalışıyorlar. Soroush Vosoughi, Deb Roy ve Sinan Aral'ın 2017'de yaptıkları araştırmaya göre yalan haberlerin yeniden paylaşım olasılığı gerçek haberlere oranla yüzde 70 daha fazla.
Jean Baudliard 'hipergerçeklik' ve 'simülasyon' kavramıyla hakikatin nasıl büküldüğünü anlatıyor. "Günümüzde gerçek artık minyatürleştirilmiş hücreler, matrisler, bellekler ve komut modelleri tarafından üretilmektedir. Bu sayede gerçeğin sonsuz sayıda yeniden üretimi mümkün olmaktadır. Bundan böyle rasyonel bir gerçeğe ihtiyacımız olmayacaktır; zira gerçek ideal ya da negatif süreçlerle başa çıkabilecek (boy ölçüşebilecek) durumda değildir." Yine Ralph Keyse'in 'Posth-Truth' (hakikat ötesi) olarak ortaya attığı kavram son yıllarda yalan haberler ve hakikati çarpıtmada oldukça fazla kullanılmaktadır. Bu konularda çalışan oldukça fazla akademisyen, fikir insanı var. Ben de bu konulara ilişkin yazma gayreti içinde olan birisi olarak toplumu yalan haberin nasıl ifsat ettiğini üzülerek görüyorum.
Son dönemde en fazla yalan haberin üretildiği alanların başında sığınmacı ve göçmenlerin olduğunu görüyoruz. Maalesef bu konuda algılar gerçeğin önüne geçmiş durumdadır.
Göçmen karşıtlığının faşizan bir tarafı var elbette. Buna bir de hükümet düşmanlığı siyasi ikbal gibi amaçlar da eklenince daha da yıkıcı bir hal alıyor. Zaman zaman toplumu ayaklandırmaya çalışan ve sistematik bir şekilde içerik üreten hesaplar var ki bunlar da milli güvenlik sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Batı'da ırkçı partilere ve söylemlere alışkınken ülkemizde pek rastladığımız bir durum değildi ırkçılık. Buna sert olmasın diye sığınmacı ya da göçmen karşıtlığı da diyebiliriz ama bazılarının yaklaşımı maalesef ırkçılık boyutunda. Hollanda'da İslamofobi ve ırkçı tavırları ile öne çıkan Geert Wilders gibi isimler göçmen karşıtlığından faydalanıyorlar. Nitekim Wilders'in Ağabey'i Paul Wilders bile onun bu tavrına tahammül edememiş ve sosyal medya hesabından " ...babamız Alman kökenli Annemiz Endonezya kökenli Wilders'in eşi de Macar kökenli..." şeklinde cevap vermişti. Günümüzde göçmen karşıtlığını da seçmen içerisinde tabiri caiz ise bir pazar olarak gören ve o pazara göre siyaset üretenler var. Bu siyaset oldukça tehlikeli ve ileride çok ciddi sonuçlar doğurabilecek bir yaklaşım. Son dönemde Türkiye'de tek siyasetini göçmen karşıtlığı üzerine kurmuş bir parti var: Ümit Özdağ'ın genel başkanı olduğu Zafer Partisi. Daha önce akademisyenlik yapmış olan Ümit Özdağ'ın algı yönetimi ile ilgili bir kitabı var. Söylem ve uygulamalarında o kitapta yazdıklarını büyük oranda uyguluyor diyebiliriz. Göçmen karşıtı yalan haberlerin çok hızlı yayıldığını söylemeye gerek yoktur sanırım. Yukarıda yalan haberlerin yüzde 70 oranında daha hızlı yayıldığına dair yapılan çalışmayı paylaşmıştım. Birkaç asılsız iddia ve gerçeklerine bakalım. Sinan Oğan ve Ümit Özdağ diyor ki; "Türkiye'ye on milyon Suriyeliyi doldurdunuz." Oysa gerçek 3 milyon 655 bin 489. Eğer Türkiye sınır ötesi harekâtlarla göçü kaynağında kurutmasaydı belki o rakamlara ulaşılabilirdi. Türkiye sınır ötesi harekâtlarla hem göçü durduruyor hem de Türkiye içerisindeki terörü önleyerek sınır ötesinde mücadele ediyor.
Suça karışma oranları
Yine Sinan Oğan ve Ümit Özdağ'ın göçmen düşmanlığında yarıştıkları bir paylaşım: "Hatay'da 700 bin Suriyeli yaşıyor ve yeni doğan her 4 çocuktan 3'ü Suriyeli." Gerçek ise, Hatay'ın Suriyeliler hariç nüfusu 1 milyon 670 bin 712. Hatay'da geçici koruma altındaki Suriyelilerin sayısı 368 bin 983. Kayıtlı Suriyeli sayısının ilde yaşayan toplam nüfusa oranı yüzde 18,09. Hatay Valiliği'nin haziran ayındaki açıklamasına göre, son 12 ayda Hatay'daki tüm hastanelerde 32 bin 783 doğum gerçekleşirken bunlardan 22 bin 779'u Türk vatandaşlarının bebekleri, 10 bin 4'ü geçici koruma altındaki Suriyeli kişilerin bebekleri. Yine iddia Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ'a ait: "900 bin Suriyeliye vatandaşlık verildi. Bunlar seçimlerde oy kullanacak." Gerçek ise 91 bin 775'i çocuk olmak üzere toplamda 211 bin 908 Suriyeliye vatandaşlık verildi.
Yine ülkemizdeki yabancıların suç makinesi olduğuna dair algı oluşturmaya çalışan isimler var. Bunların başında yine Ümit Özdağ, Yılmaz Özdil, Fatih Altaylı gibi isimler geliyor. Oysa rakamlar öyle demiyor. Geçtiğimiz 2021 yılında Türk vatandaşlarının suça karışma oranı yüzde 2,1. Yabancıların suça karışma oranı yüzde 1,3. Yani yarısı kadar nerdeyse. Elimde yabancılara ilişkin güvenlik algısıyla ilgili araştırma da var. Ancak yabancılar ve güvenlik algısını ayrıca yazmak istiyorum. Gelinen süreç itibariyle hakla batılın mücadelesi yalan ve gerçek konusunda da kendisini gösteriyor. Türkiye'de artık fiziği yabancıya özellikle de doğu ya da Ortadoğulu yabancıya benzetilen Batı ülkelerinden gelen gazeteciler, turistlik gezi için gelen Azerbaycan gibi dost ve kardeş ülke vatandaşları da saldırıya uğruyor. Elbette hiç kimseye saldırıyı onaylamıyoruz. Ancak gelinen noktada yabancı düşmanlığı önümüzdeki dönemde çok ciddi olaylara gebe gibi görünüyor. Mesela daha önce benimle de röportaj yapan İspanyol Gazeteci Lluis Miquel Hurtado, saldırıya uğramasına rağmen kendisine gönderilen bir çiçeği paylaşarak "Türkiye harika insanların yeri. Bize yardım eden ve olayı öğrenir öğrenmez bunu gönderenler gibi."
Nerede o harika insanlar?
Ne zaman ucuz muhalefet uğruna nefret yayanlara karşı durulacak?
Ne zaman hakikat hakikat ötesinin yerini alacak?
Ne zaman 'Aynalı Oda' konforundan çıkıp hakikat peşinde koşacağız?
İşte bu sorular geleceğimizin inşasında önemli yer tutuyor. Ben şahsen Hakkın hakikatin peşinde gideceğim.