Anayasa Mahkemesi yetkisini aşarsa...
Hatta bu yetki aşımı, yasama organı Anayasa değişikliği yapamayacak noktaya ulaşırsa...
Yani Anayasa Mahkemesi Anayasa ihlali yaparsa...
Böyle bir durumda ne yapılır?
Türkiye bir süredir AYM'nin Anayasa tarafından belirlenen sınırları aşmasını, bu yetki aşımı ile TBMM tarafından gerçekleştirilmiş olan Anayasa değişikliklerini iptal etmesini, yani bir tür "yetki gaspı" ile TBMM'nin görev yapmasını engellemesini tartışıyor.
Bu tartışma 367 ile başladı sonra 10 ve 42'nci madde değişikliklerinin iptali ile devam etti.
Şimdi de Meclis'ten çıkan Anayasa değişikliği konusundaki referandum kararını engellemek gibi bir tavırla yetki aşımı yaptığı ifade ediliyor.
Bunun yanında, 10 ve 42'nci madde değişikliklerinde ürettiği içtihadı kullanarak, teklif edilemezlik yaklaşımı ile, son Anayasa değişikliğinin bazı maddelerini iptal edebileceği, böylece Anayasa'nın değiştirilemez maddelerinden yola çıkarak Meclis'in tüm Anayasa değiştirme hakkına ipotek koyabileceği ihtimali gündemde.
İş bu noktaya varırsa ne yapmalı?
Bugüne kadar bir şey yapılmadı.
Herkes "yargı kararı" diyerek ortaya çıkan sonuca uydu.
TBMM de, özellikle 10 ve 42'nci madde değişikliği -ki bu değişiklik 411 oy ile gerçekleşmişti- AYM'nin kararı karşısında ses çıkarmadı ve Anayasa Mahkemesi'ndeki çoğunluğun dediği oldu.
Yani bu ülkede son sözü 11 kişi söyler hale geldi.
Yani bu ülkede, 11 kişinin iradesi hatta onun da çoğunluğunun iradesi, TBMM'nin iradesini bile gölgelemiş oldu.
Yani "Hakimiyet kayıtsız şartsız AYM'nin" oldu.
Herkes bu duruma şaşırdı, "Bu iş böyle olmamalı", "Bu işte bir çarpıklık var" dedi ama bir ileri adım atıp da "Bu çarpıklık şöyle giderilir" gibi bir çözüm yolu göstermedi.
Osman Can. Anayasa Mahkemesi raportörü... Son zamanların sorgulayıcı hukuk siması.
İşte o, bu çarpık zinciri bir yerden kırmak adına, "Meclis kendi kararına sahip çıkmalı, referandum istedi ise bunu gerçekleştirmek üzere süreç işletilmeli, AYM'nin kararı yok hükmünde sayılmalı" dedi.
Tüm ezberler bozuldu.
TBMM, Anayasa Mahkemesi'nin bile statüsünü belirlemek gibi bir göreve ve yetkiye sahip değil miydi?
Anayasa Mahkemesi'nin kanun yapma yetkisi var mıydı?
Anayasa, yasama yetkisini TBMM'ye vermemiş miydi?
Bunun "milletin gerçek temsili" adına bir anlamı yok muydu?
TBMM "Hilafeti getireceğim derse getirebilmeli mi" sorusu anlamlı ise AYM'nin 11 kişisi, her kafasına estiğini yapabilir miydi?
TBMM'nin 550 milletvekilinin anayasal çerçeveyi aşabileceğine inanılabiliyor da, 11 kişinin böyle bir cürümü işleyebileceğine neden inanılamıyordu?
2'ye karşı 9 üye, şöyle bir noktada birleşebildiği gibi, böyle bir noktada da neden birleşemesindi?
AYM üyeleri, gökten inmiş özel elçiler miydi?
"AYM'nin kararı belirleyicidir" dediğinizde, ardından bunca sorgulamanın gelmesi kaçınılmazdı.
Osman Can, bütün bu potansiyel sorgulamaların üzerine, "Anayasa'nın gerçek koruyucusu TBMM'dir" diyor ve "Anayasa Mahkemesi Anayasa ihlali yaparsa, Meclis ve onun içinden çıkan hükümet, Anayasal çizgiyi savunur" görüşünü seslendiriyor.
Bu görüşe karşı ne denebilir?
Sahi TBMM, Anayasa koruyuculuğunda nereye düşer?
Hükümet Anayasa koruyuculuğunda nereye düşer?
Türkiye, zaman zaman askerin, hükümeti ve Meclis'i Anayasa ihlali ile suçlayıp, müdahale yaptığı bir ülke idi.
Asker, durumdan vazife çıkarıp kendisinde "Anayasa koruyuculuğu" misyonu görürken, bu işin asıl sahibi olan Meclis ne güne durur?
Deniyor ki Meclis ve hükümet, referandum kararını yürütmeye kalkarsa, kaos çıkar!
Tabii AYM açıkça "sınırlıdır"ı aşıp, kendisine yetki üretir ve Meclis'in yetkisini kullanamaz hale getirirse kaos çıkmıyor. Herkes, bunun yetki gaspı olduğunu bildiği halde kuzu kuzu boyun eğiyor.
Osman Can, bir anlamda kuzu kuzu boyun eğenlere, "Millet iradesini size kuzu kuzu boyun eğin diye emanet etmedi" hatırlatmasını yapıyor.
Tabii ki bu, bir gerilimi göze almak demektir.
Öteki cenahta ise Meclis iradesine konan "Yargı ipoteği"ne boyun eğmek var.
Türkiye yıllarca askeri ipoteğe boyun eğdi. Şimdi onu aşmış bulunuyor.
Ne diyelim, bir gün gelir yargının araçsallaştırıldığı ipotek de aşılır.
BUGÜN