Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulunun, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın bireysel başvurusunu kabul edilemez bulmasına ilişkin kararında, Demirtaş'ın terör eylemlerini olumlayan ifadeler kullanmasının terörle bağlantılı bir suça konu edilebileceği, PKK'nın üst düzey yöneticileriyle yaptığı telefon görüşmelerinin içerikleri göz önüne alındığında, PKK örgütü yöneticilerinden talimat alarak hareket ettiği yönündeki değerlendirmelerin de olgusal temelden yoksun bulunmadığı belirtilerek, tutuklamanın keyfi olmadığı bildirildi.
Yüksek Mahkemenin internet sitesinde yayımlanan gerekçeli kararında, Demirtaş hakkında milletvekili olarak görev yaptığı dönemde işlediği iddia edilen bazı suçlara yönelik soruşturmalar yürütüldüğü ve yasama dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle 31 ayrı fezleke düzenlendiği hatırlatıldı.
İfadesi alınmak üzere yapılan çağrılara uymayan ve 4 Kasım 2016'da Diyarbakır'da gözaltına alınan Demirtaş'ın, "silahlı terör örgütüne üye olma" ve "halkı suç işlemeye alenen tahrik etme" suçlarından aynı gün tutuklanmasına karar verildiği kaydedildi.
Kararda, Demirtaş'ın, "Hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevini yerine getirememesi"ni gerekçe göstererek haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu hatırlatıldı.
Yüksek Mahkeme, bireysel başvuruyu, "yakalama ve gözaltına almanın hukuka aykırı olduğu" iddiasını, "başvuru yollarının tüketilmemesi", diğer iddiaları ise "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez buldu.
Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile tutuklama dolayısıyla ifade özgürlüğü ve seçilme, siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkin kabul edilemezlik kararları oy çokluğuyla alındı.
Karara Engin Yıldırım, karşı oy kullandı.
"İnandırıcı delillerle desteklenmeli"
Kararda, Anayasa'nın 19. maddesi uyarınca tutuklamanın ancak "suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler" bakımından mümkün olduğu, suç işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunduğunun kabulü için suçlamanın, kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerektiği, şüpheli veya sanığa isnat edilen eylemlerin ifade, basın ve örgütlenme özgürlükleri ile seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları gibi demokratik toplum düzeni bakımından vazgeçilmez temel hak ve özgürlükler kapsamında olması halinde tutuklamaya karar veren yargı organlarının kuvvetli suç şüphesini belirlerken daha özenli davranmaları gerektiği ifade edildi.
Kararda, Demirtaş'ın tutuklanmasına karar veren Diyarbakır 2. Sulh Ceza Hakimliğinin "6-7 Ekim olayları", "Hendek olayları", başvurucunun bazı konuşmaları ve DTK bünyesindeki faaliyetlerine değinerek, silahlı terör örgütü PKK üyesi olma ve halkı suç işlemeye alenen tahrik etme suçları yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna vardığı belirtildi.
Somut olayda, halkın PKK ile bağlantılı sosyal medya hesabından yapılan açıklamayla Ayn el-Arap'a (Kobani) sahip çıkmaya ve şehirleri işgal etmeye çağrıldığı bildirilen kararda, Demirtaş'ın üyesi olduğu HDP MYK'sından aynı içerikte bir açıklama yapıldığı kaydedildi. Kararda, terör örgütü PKK güdümündeki bir internet sitesinde de aynı yönde duyurulara yer verildiği aktarıldı.
Bu çağrıların ardından 6 Ekim 2014'te başlayıp günlerce devam eden, ülkenin pek çok yerine yayılan, on binlerce kişinin katıldığı, çok sayıda kişinin hayatını kaybettiği ve yaralandığı, kamu ve binlerce kişinin malına zarar verildiği büyük şiddet olaylarının yaşandığı hatırlatılan kararda, Demirtaş'ın söz konusu çağrının iradesi dışında yapıldığını iddia etmediği, aksine çağrının arkasında olduğu beyanında bulunduğu vurgulandı.
Demirtaş'ın, konumu itibarıyla Suriye'deki iç savaşın Türkiye'nin ulusal güvenliği üzerinde tehdit oluşturduğunu, özellikle Ayn el-Arap'ta iki terör örgütü arasındaki çatışmalar üzerine bu örgütlerden biri adına yapılan ayaklanma çağrısının Türkiye'de yaygın şiddet eylemlerine neden olabileceğini ve kamu düzenini bozabileceğini öngörebilecek durumda olduğu belirtilen kararda, şu tespitlere yer verildi:
"Böyle bir ortamda HDP'nin kurumsal sosyal medya hesabından partinin yürütme organı olan ve başvurucunun da üyesi bulunduğu MYK adına yapılan bu nitelikteki bir çağrının kitleler üzerinde ciddi ölçüde etkili olacağı yadsınamaz. Nitekim şiddet eylemleri, bu çağrıların yapıldığı gün başlamış ve giderek yaygınlaşmış, çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesi ve yaralanmasıyla sonuçlanacak şekilde ağırlaşmış, kamu düzeni bozulmuştur. Dolayısıyla soruşturma makamlarının, HDP MYK'sı adına yapılan çağrı ile PKK tarafından yapılan çağrılar arasında, yine bu çağrılar ile söz konusu şiddet olayları arasında illiyet bağı kurmasının olgusal ve hukuki temellerinin olduğu söylenebilir.
Öte yandan, başvurucu, kamuoyunda 'hendek olayları' olarak bilinen terör olaylarının yaşandığı dönemde ve farklı tarihlerde yaptığı konuşmalarında, PKK'dan kaynaklanan terör eylemlerini olumlayan ifadeler kullanmıştır. Bu itibarla soruşturma mercilerinin başvurucunun siyasi konumunu, söz konusu konuşmaların yapıldığı dönemi ve yeri, konuşmaların içeriğini ve bağlamını birlikte dikkate alarak bu konuşmaların yapılmasını suç işlendiğine dair bir belirti olarak kabul etmelerinin temelsiz olduğu söylenemez.
Son olarak PKK terör örgütünün üst düzey yöneticilerinden Sabri Ok, terör örgütü yöneticisi olduğu belirtilen K.Y. ve K.Y. ile başvurucu arasında geçtiği ileri sürülen telefon konuşmalarının içerikleri ve diğer bazı deliller göz önüne alındığında soruşturma mercilerinin, başvurucunun PKK terör örgütü yöneticilerinden talimat alarak hareket ettiği yönündeki değerlendirmelerinin de olgusal temelden yoksun olduğu söylenemez.
Dolayısıyla başvurucu hakkındaki tutuklama kararında 'suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu' yönünde yapılan değerlendirme keyfi değildir. Bu itibarla başvurucunun 'tutuklamanın hukuki olmadığı' yönündeki iddiası açıkça dayanaktan yoksun bulunmuştur."
"Ağır cezai yaptırımlar öngörülen suç tipleri"
Diyarbakır 2. Sulh Ceza Hakimliğince verilen tutuklamanın, kanunda atılı suça ilişkin yaptırımın ağırlığına ve suçun katalog suçlar arasında olmasına dayandığı belirtilen kararda, "silahlı terör örgütü üyesi olma ve suç işlemeye tahrik" suçlarının, Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar öngörülen suç tipleri olduğuna işaret edildi.
İsnat edilen suça ilişkin kanunda öngörülen cezanın ağırlığının kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biri olduğu aktarılan kararda, ayrıca anılan silahlı terör örgütü üyesi olma suçunun, kanun gereği "tutuklama nedeni varsayılabilen" suçlar arasında yer aldığı kaydedildi.
Demirtaş'ın, cumhuriyet başsavcılıklarının ifade almak üzere yaptıkları çağrılara uymadığı anımsatılan kararda, milletvekili dokunulmazlıklarına ilişkin Anayasa değişikliği teklifinin TBMM'ye verilmesi üzerine yaptığı konuşmada da kesin bir tavırla hiçbir milletvekilinin ifade vermeye gitmeyeceğini belirttiği aktarıldı.
Kararda, "Başvurucunun bu tutumunun kişisel bir yaklaşımın ötesinde soruşturma ve kovuşturma süreçlerini zorlaştırmaya yönelik siyasi bir tavır olduğu, bu nedenle devamlılık arz edebileceği söylenebilir. Sonuç olarak başvurucu hakkında verilen tutuklama kararında açıklanan, kaçma şüphesine ilişkin tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin bulunduğu anlaşılmaktadır." değerlendirmesinde bulunuldu.
Tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığı konusunun da değerlendirildiği kararda, Anayasa Mahkemesinin bugüne kadar bir milletvekilinin, milletvekili olarak görev yaparken tutuklanmasının hukuki olmadığı yönünde herhangi bir karar vermediğinin altı çizildi.
Bu bağlamda, tutuklandıktan sonra milletvekili seçilen kişiler tarafından yapılan başvurulara ilişkin olarak Kemal Aktaş ve Selma Irmak, Faysal Sarıyıldız, İbrahim Ayhan ve Gülser Yıldırım kararlarında bu yönde bir iddia dile getirilmediğinden "ilk tutuklamanın hukuki olup olmadığı" yönünde bir inceleme yapılmadığı kaydedildi.
Kararda, Yüksek Mahkemenin, tutuklandıktan sonra milletvekili seçilen Mehmet Haberal ve Mustafa Ali Balbay tarafından yapılan başvurularda ise başvurucuların, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı halde özgürlüklerinden mahrum bırakıldıkları iddialarını açıkça dayanaktan yoksun bulduğu hatırlatıldı.
"Anayasal bir kural bulunmamakta"
Anayasa Mahkemesinin, milletvekillerinin tutukluluğuyla ilgili daha önce verdiği kararlarda, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarıyla bağlantılı olarak sadece "tutukluluğun makul süreyi aştığı"na ilişkin şikayetleri incelediği, anılan kararlarda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılırken seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının kullanılmasından kaynaklanan yararla birlikte tutukluluğun süresinin de dikkate alındığı bildirildi.
Kararda, şu değerlendirmelerde bulunuldu:
"Yasama dokunulmazlığına istisna getirildiği veya bu dokunulmazlığın kaldırıldığı durumlarda milletvekillerinin tutuklanamayacağına ilişkin anayasal bir kural bulunmamaktadır. Başvurucunun ileri sürdüğünün aksine Anayasa Mahkemesi, yukarıda yer verilen kararlarında milletvekillerinin tutuklanamayacağına dair bir değerlendirme yapmamıştır. Dolayısıyla milletvekilliği, başlı başına tutuklamaya engel teşkil etmemektedir. Bununla birlikte şüphesiz milletvekillerine isnat edilen eylemlerin siyasi faaliyette bulunma hakkı kapsamında olduğuna ilişkin ciddi iddiaların bulunduğu hallerde tutuklamaya karar veren yargı organları, kuvvetli suç şüphesini belirlerken daha özenli davranmalıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de milletvekilleri hakkında tutuklama tedbirinin hiçbir koşulda uygulanamayacağına ya da böyle bir tutuklamanın -otomatik olarak- ölçüsüz olduğuna dair bir yaklaşımı söz konusu değildir. Aksine Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, Sakık ve diğerleri/Türkiye başvurusunda, devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma suçlamasıyla milletvekiliyken yasama dokunulmazlıkları kaldırılan ve tutuklanan başvurucuların bölücülük propagandası yapma ve/veya silahlı örgüte üye olma suçlarından hüküm giydiklerine dikkati çekmiş, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasını reddetmiştir. Başvurucular, Avrupa İnsan Hakları Divanı önündeki incelemede, Komisyonun vardığı sonucu kabul ettiklerini bildirmişlerdir. Divan da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edilmediğinin açık olduğu sonucuna varmıştır."
Yasama dokunulmazlığının belirli aşamadaki dosyalar için uygulanmayacağına ilişkin Anayasa değişikliğinin 8 Haziran 2016'da yürürlüğe girdiği hatırlatılan kararda, başvurucu hakkındaki soruşturma dosyalarının ilgili cumhuriyet başsavcılıklarına gönderildiği, başvurucunun anılan Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesinden yaklaşık 5 ay sonra tutuklandığı belirtildi.
Ölçülülüğe ilişkin somut olayın özellikleri dikkate alındığında sulh ceza hakimliğinin isnat edilen suçlar için öngörülen yaptırımın ağırlığını ve işin niteliğini de göz önünde tutarak milletvekili olan başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu kaydedilen kararda, hakimliğin adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varmasının da keyfi ve temelsiz olduğunun söylenemeyeceği vurgulandı.
AA