Hüseyin Aygün'ün kaçırılıp serbest bırakılması olayı, PKK ile mücadelede gelinen nokta üzerine düşünmek için bir vesile. Belki baştan başlamakta yarar var: PKK, Kemalist ilkeler doğrultusunda Kürt kimliğinin inkarı, Kürtlerin Türkleştirilmesi, Kürt Alevilerin Sünnileştirilmesi politikalarına tepkinin bir ürünü.
Soğuk Savaş döneminin revaçta olan fikirleriyle PKK, bütün Kürtleri silahlı mücadele yoluyla Marxist - Leninist bayrak altında birleştirme hedefiyle yola çıktı. Soğuk Savaş'ın sona ermesinden (Kemalizm dahil eskinin fikirlerinin giderek revaçtan düşmesinden sonra) PKK önce Marxizm - Leninizm'den uzaklaşıp milliyetçi bir söylemi benimsedi; sonra ayrılıkçılığı terk edip hedefini Türkiye içinde özerklikle sınırlandırdı; sonra da (gerilla savaşıyla terörizmi birleştiren) silahlı mücadeleyi bırakabileceğinin işaretlerini vermeye başladı. Kürt sorunundan kaynaklanan PKK'nın, zamanla ondan bağımsız bir hal aldığı, totaliter kimliğini korurken, uyuşturucu kaçakçılığına bulaşan sıradan bir suç örgütüne dönüştüğü, bölge devletleri arasındaki çekişmelerde piyon rolü üstlendiği de görüldü.
İçinde Sünni Kürtlerin de önemli bir yer tuttuğu Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı, Kürt kimliğinin inkarına son verdi; tanınması yolunda adımlar attığı gibi PKK ile barış müzakerelerini de başlattı. Fakat müzakereler sonuca ulaştırılamadı. Bunun iki temel nedeni olduğu söylenebilir: Birincisi, kullandığı şiddet yöntemlerinin PKK'nın davasını meşruiyet-dışına itmesinden hoşnut olan (bir kısmı AKP içindeki) Türk milliyetçilerinden gelen muhalefet. İkincisi, (bir kısmı PKK-KCK içindeki) ayrılıkçı ideallere bağlı radikal Kürt milliyetçilerinden gelen direniş.
Ne var ki AKP iktidarının attığı adımlardan sonra, Kürtler arasında ortak kimlik talepleri için verilen mücadelenin (yani, kısaca, anayasal yurttaşlık, anadilde eğitim, yerinden yönetim) barışçı-demokratik yöntemlerle çok daha başarılı olabileceği daha iyi görülür, PKK şiddetinin sorunun çözümüne engel oluşturmaya başladığı daha iyi anlaşılır oldu. PKK ile savaşta ölenlerin (güvenlik kuvvetleri mensupları dahil) ezici çoğunluğunun Kürtler olması da, şiddete ve PKK'nın zorla dayatmaya çalıştığı vesayete karşı tepkileri büyüttü. Bu tepkiler sadece AKP içinde değil (Alevi Kürtler aracılığıyla) CHP, hatta BDP içinde de mahreç bulmaya başladı. Bu arada: AKP iktidarı altında Kürdistan Bölge Yönetimi ile kurulan yakın siyasi ve iktisadi ilişkiler, bir Türk-Kürt mihveri (ittifakı) perspektifinin yayılmasına katkıda bulundu. (Başbakan Erdoğan-Leyla Zana görüşmesi, acaba bütün bunların bir yansıması mıydı?)
Peki, Hüseyin Aygün'ün kaçırılıp serbest bırakılması olayının, PKK ile mücadelede gelinen nokta açısından anlamı ne olabilir? Açıktır ki Hüseyin Aygün (bir Sünni partisi olma niteliği giderek koyulaşan) AKP içinde kendilerine yer bulamayan, demokratik çözüm yanlısı Alevi Kürtlerin bir temsilcisi. Geçen yılki seçimlerde PKK-KCK'ya rağmen (kendi ifadesiyle) "PKK terörü altında" yürüttüğü bir kampanya ile CHP'den Dersim-Tunceli milletvekili seçilmeyi başardı. "Halktan gelen şikayetler üzerine gözaltına alındığı; idari ve hukuki işlemlerden sonra serbest bırakılacağı" iddiasıyla kaçırıldı. Dolayısıyla kimilerinin yaptığı gibi, kaçırılıp serbest bırakılmasının bir "danışıklı dövüş" mizanseniyle açıklanması, beyinlerimizi zehirleyen komplo teorilerinin yeni bir tezahürü.
Aygün, Dersim-Tunceli halkının, kaçırılmasına gösterdiği tepki üzerine mi serbest kaldı? Kısa sürede serbest bırakılacağı zaten söylenmişti. Geriye ne kalıyor? Aygün'ün getirdiği "barışçı çözüm" diyen mesaj... BDP liderlerinin söylediklerine kulak verince, (en azından bir bölümüyle) PKK barış müzakerelerinin yeniden başlamasını istiyor olabilir. Her durumda Ankara, doğru yola dönmeli: PKK'nın silah bırakması, ülkenin huzura kavuşması, şiddetle değil ancak iknayla sağlanabilir.
Bütün okurlarıma iyi bayramlar diliyorum.
ZAMAN