“Doğrusu biz insanı, imtihan etmek için karışık bir nutfeden yarattık da onu işitici, görücü yaptık.” 79 İnsan 2
Kafası karışık olanların daha da karışması için.
Öncelikle belirtelim ki; özeleştiriyi tutarlılıkla tamamlayan öncülerin oluşturulması ayrı, buna sahip olmayan/olamayan mazlum yığınların hakları ayrı bir şey’dir. En durağan özeleştiriye kapalı yapıların bile mazlumiyet noktasında savunulması ve aidiyette aynı Kitabi ve tevhidi aidiyet iddiası kişilerle birlikte hareket edilmesi ayrı, öncüller olarak ıslah ekolü olarak değişimin yapılandırılması ayrı, ama içi içe yürüyen bir faaliyettir.
Duamız o’dur ki; Allah öncüler’i mustaz’aflara muslihler olarak takdir eder.
Aydınlanma; Batı hegemonyasının başlaması ile kendi içinde ve dışında tarihin en yaygın ve kitlesel katliamları yanında bütün dünyayı saran bir kendine benzetme hastalığı. Aydınlanma sonrası Batı zihni, evrensel ve anonim şeytani özelliği.
Nietsche iğrenmekte haklıdır, Fanon isyanda haklıdır. Ama bu haklılık üzerine bomba sarıp bulduğu her batılıya nefretle bakan üçüncü dünya öfkesi kadar haklılıktır.
Belki de bu şeytansı özelliklerin ürettiği savaşlara ve tükettiği insanlığa tepki nedeniyle olacak, sıradan Batı İnsanı, sokaktaki Batı İnsanı, kavga ve çatışmadan uzak bir insani kimliğe bürünmeye çalışıyor. Tabii ki buna Batı Dünyasının mele ve mütrefini diyeceğimiz kompedanları dâhil değil.
Bağımsız araştırmalar Ortadoğu ve Türkiye başta üçüncü dünya ülkeleri insanlarının % 80 oranında, konuştuğu muhatabına güvenmediğini, Batı insanının (sıradan insanı) için se % 80 oranında muhatabına güvendiğini ortaya koyuyor.
Gittiğim ülkelerde ve gözlemlediğim insanlarda bunu açıkça görebiliyorum. Sürekli hata arayan, ben de, bana da ego’su ile hareket eden ve çatışma esası üzerine şekillenmiş bizim insanımıza karşılık, Batı insanı dinliyor, anlamaya çalışıyor ve uzlaşma arıyor.
Batı paradigmasının öznesi de bizden farklı olmayan İnsan’dı ve bunu fıtrata aykırı biçimlere sokan bir heyula’nın üzerine çöktüğü Batı İnsanı buna tepki de göstermesi doğaldır. Öyle ki, örneğin bir Filistin meselesinde Batı’nın vicdanından kopan aktivistlerinin, bizim tepkisel bazı aktivistlerimizden daha insancıl tepkiler göstermelerini apaçık gördük.
Bunda muhakkak doyuma ulaşmış ve yaşam kavgasında daha güvenceli olmalarının ve bizim insanımızın ise sürekli maddi sömürü ve fikri istila altında kalmışlığının haklı tepkisi var. Bu Sosyal olarak durduğumuz yerde bizim siyasal anti-batıcılığımızın temel noktası. Ama bireysel planda onlardan çok daha ego’dan uzak, anlamaya çalışan ve kültürel hoşgörü ve uzlaşmaya sahip dinamiklerimiz olmasına rağmen, neden bu noktada zayıfız.
Aklıma kendi temel değerlerimizden kopuş ve ıslah edilmemiş bir katılaşma geliyor. İğrenmek ve nefret etmenin belki bir direniş ruhu taşıdığını ama düşmanına karşı erdemsel üstünlük kazandırmadığını düşünüyorum. Hatta bu temel değerlerimizden kopuşun entegrist (kendini soyutlayan) bir kaynakça değil, Batı içerisinde kendi iç çelişkilerini ve öz eleştirisini de etkileyen fıtri özellikleri de içerdiğini düşünüyorum. Tam da burada, O (Öznelde Kitap genelde Tevhid) fıtri olan ile şeytani olanın arasında Ayırt Edici (Furkan) ve hakem olmalıdır.
En temel sorun ise bu Batı paradigmasının fıtri olanlarının, yine Batı paradigmasının şeytani kökleri ile olan ayrımını nasıl yapabileceğimiz. Zira birlikte ve iç içe üzerimize boca edilen bir şey bu.
İslam Kültürünün altın çağlarında, kendi temel kriterlerine karşı Budist, Helen ya da Zerdüşt kültürlerinin hiçte kompleks içermeden incelendiğini ve bazen onaylanıp bazen eleştirildiğine dikkat çekmek istiyorum. Belki bu kültürlerden alınan sentezlerin yıkıcı etkilerinden de söz edebiliriz. Bir Hermetizmin, Felsefi Karmaşa’nın, Dünyevileşme’nin zararlarından söz edilecek ama bu kendi temel kriterlerine güven duyma ile ilgili bir şey. Ve doğrusu ile yanlışı ile bir İslam Kültür ve Medeniyeti oluştu.
İçine kapanmanın baştan kaybetmek, yola hiç çıkmamak olduğu yanında; açık olmanın kirlenme tehlikesi ve yol kazaları daha az tehlikeli ve daha iradi, aktif ve mesajı yüklenmek, ulaştırmak eksenli olduğuna inanıyorum. İletişim ve farklı kültürlerin farkına varmak (ünsiyet), onları değerlendirmeye almak ne kadar sorun ve soru üretirse üretsin, sahip olduğumuz bu temel kriterler (Kitap ve Tevhid) bunlara cevaplar da üretecek kuvvettedir.
Batı’nın bu “Dış Tehdit” olarak algılanması ve buna karşı aktif olmak yerine, kaçış olan kendini soyutlama “İç Dinamik”lerin de bastırılmasını demektir. Nihayetinde kaçıp durduğumuz şey bizi piyasada, pratikte sıkıştırmakta, bizi olmazsa çocuklarımızı kuşatmaktadır. Oysa o bizi değil biz onu etkilemeli ve değişime zorlamalıyız.
“Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir.” 21 Enbiya 18
Bunun en kritik değerlendirmesi için Oryantalizme bakmakta yarar var. Onlar bizi inceleyip tahlil ettikçe bizi çözdüler. Biz onları inceleyip tahlil ettikçe de onlara tehdit olarak algılandık. Onlar’dan kastım, emperyalizm denilen siyasal ve askeri boyutları olan ve gittikçe globalleşen koskocaman bir ilişkiler ve kurumlar yumağı.
Belki yıllardır kendi kabuğumuzun kırılması ile Batılılaşan, Sekülerleşen, Sosyalist, Ulusalcı, Feminist ya da Bilmem ne’ci bir sürü hastalıklı yapılar nedeni ile kabuğumuzu sürekli kalınlaştırıp takviye ettik.
Romantik bir ruh haline materyalist fikir aşılayan çakma Müslüman-Sol. Tabu kırdığını, gelenekten sıyrıldığını zannedip kendine yeni ve daha büyük tabular ve gelenek oluşturan biatlı devşirmeler. Şiarını ve sanatını oluşturamamış düz mantıklı acilci devrimciler. Zihin dünyasını bir kafese çevirmiş komplu’cu kader dokuyucuları. Kapitalist ruh halinden kurtulamamış, sürekli bir şeyler keşfetmeye çalışan maymun iştahlı fikir (daha doğrusu çözümsüz fikir) üreticileri. Kültür kopyacısı, komleks sahibi, alnını secdeye götürmekten aciz, kişiliğini temizleyememiş öfke avcıları; kötü örnekler itici değil, ibret verici olmalıdır. Bu tipler yüzünden özeleştiriler daha yapılmadan anlam kaymasına uğruyor ve tahlil edebileceği paradigmanın içinde kaybolan Hippi kılıklı şaklabanlar iştah kaçırıyor doğal olarak.
Bu kadar karamsarlıktan sonra bunlarında bizim kayıp çocuklarımız olduğu gerçeği karşısında; net ve tavizsiz duruşla anlayışlı ve yumuşak olmanın arasındaki vasat tavrın üretilmesi kendimiz için ayrı bir terbiye olsa gerek.
Özellikle kendini her şeyin merkezinde görmek ve her şeyin kâşifi (daha doğrusu icat edicisi) sanmak, her şeye muktedir sanmak bir problemdir. Boileau her şeyi kendinden başlatan, her şeyin merkezinde kendini gören ve nihayetinde kafa karışıklığından kaynaklanan anakronizme dikkat çeker. Tarihi mutlak kaderini biz yazmıyoruz, bizim yapımıza, nefsimize ve toplumsal tercihlerimize göre doğru ya da yanlış yerde duruyoruz.
“Yepyeni dâhiyane olağanüstü bir fikir nedir? Cahillerin dediği gibi, o, daha önce hiç kimsenin aklına gelmeyen değil aksine herkesin bildiği, fakat bir kişinin ilk kez ifade etmeye karar verdiği bir şeydir.” Boileau, Satırlar
İnsanlık tarihi boyunca doğru ve yanlış ile içi içedir. Bunları müşahede eder, yerini ve konumunu belirler, çoğunlukla kısmi ve bulanık görüntüler ardında bunu fark eder. Bireyler ya da öncül topluluklar bunu güncel ve pratiklerle apaçık ifadelerle ortaya koyarlar. Hiçbir topluluğun sünnet’i boşlukta kendi başına oluşmaz, bulunduğu zemin, şartlar, oluştuğu süreç, birikimler ve üzerine bina ettiği değerler etrafında oluşur. Bu oluşan şey sürekli değişen bir paradigmadır.
Her dönemde, sıradan ve açık bir Doğru’nun peşine düşen insan, bunu semboller, metaforlar ve seramonilerle süsler. Sonra, sonrası Bouhours’un dediği gibi:
“Fikirler doğru oldukları için, kısa zaman içerisinde sıradanlaşırlar” Bouhours, Art poetique
“Büyük kişilerin eski paradigmayı reddederek yenisini oluşturmaya yönelten bir yol daha var. Kişinin neyin uygun olup neyin uygun olmadığına karar veren duygusal yönü, ama net olarak ifade edemediği delillendirme çabalarıdır. Yeni paradigmayı ilk ortaya koyan kişi, bu delilleri reddetmek zorundadır. Yani, eski paradigmanın bazı sorunlarda başarısız olduğuna, yenisinin karşılaşacağı birçok sorunu çözeceğine inanması gerekir.” Thomas Khun
Biz en azından eski paradigmanın tutarlı bile olsa, yeni duruma uygun olmadığı ön kabulü ile hareket ederiz. Khun’un, belki de bizim inandığımız Kitabi ve Tevhidi düşüncesi, mutlak evrensel kudrete yönelmiş olmama hali dikkate alınmalıdır. Tespitini eski paradigmanın nesnel karşılığını değil nedenleri üzerinden hareketle yeni paradigmanın farklı zaman ve zeminde tekrar oluşturulması olarak tanımlayabiliriz. Burada bizim paradigmamız, oluşturulmuş bir şey olup, mutlak kaynakça dediğim Kitap ve Tevhidin vücut bulmasıdır.
Ve söz ettiğimiz gelenek kabuğunu en etkin neşterle kırmak isteyenlere; aynı neşter’i Batı Paradigmasını parçalayıp, içinde insani olan ne varsa ayırıp şeytani olanla sentezlenmiş bütün mikropları yine aynı neşterle deşelemelerini tavsiye etmeliyiz. Bu öncülüğü başarabilecek Kitabi ve Tevhidi duruşu becerebilecek, kendi olmayı becerememiş post-modernist şaklabanlardan farklı sorgulayıcı kişilere ihtiyaç var muhakkak.
Kafası karışık olanların aydınlığa çıkması için. Batı Aydınlanması (Enlightemenet) beceremedi, Kitabi ve Tevhidi bir Aydınlanma için;
“Onların hali, ateş yakan öyle kimselerin haline benzer ki, o ateş, çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah, ışıklarını alır ve onları zifiri karanlığa gömer.” 2 Bakara 17
“Kitaba uyanlar için Allah, kendi rızasını arayanlara kurtuluşa götüren yolları gösterir, rahmetiyle onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve dosdoğru bir yola yöneltir.” 5 Maide 16