Ahmet Varol’un Yeni Akit gazetesinde yayımlanan yazısı (24 Temmuz 2020) şöyle:
Arap diktatörlerin Ayasofya tepkisi
Ayasofya 86 yıl aradan sonra bugün yeniden cami olarak açılıyor ve inşallah ilk Cuma namazı kılınacak. Bu konuda değişik tepkiler verildi ve yorumlar yapıldı.
Ayasofya’nın kiliseden camiye dönüştürülmesi, Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra gerçekleşmiş bir olay. Cumhuriyet döneminde müzeye dönüştürüldü ve 86 yıl ücretle girilen bir mekân olarak kullanıldıktan sonra yeniden camiye dönüştürüldü. Yeniden camiye dönüştürülmesinden kimse olumsuz etkilenmeyecek. Çünkü buranın mimari yapısı korunduğu gibi içindeki tarihi düzenlemeler de değiştirilmeyecek. Müslüman olmayanlardan da isteyenler yine ziyaret etme imkanı bulabilecekler. Üstelik müze olarak kullanıldığı dönemde parayla ziyaret etmek zorunda idiler, şimdi tamamen ücretsiz ziyaret edebilecekler.
Bu durum karşısında hıristiyan dünyasının buranın müzeden yeniden mabede dönüştürülmesine itiraz etmelerini anlamak zor. Bu konuda doğru tespiti ve gerçekçi değerlendirmeyi Kudüs’teki katoliklerin ileri gelen rahiplerinden olan Uluslararası Kudüs Adalet ve Barış Komitesi Başkanı Manuel Musellem yaptı. O, Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesinin aslında haysiyet ve onurunu artırdığını dile getirdi. Musellem hıristiyan dünyasını da bu mekanın müzeden camiye dönüştürülmesine itiraz etmeyi bırakıp burayı yeniden ibadete açmasından dolayı Türkiye’yi takdir etmeye davet etti.
Roma’daki Papa’nın acı duyduğunu söylemesi de garipti. Onun asıl bu mekanın müze olarak kullanılmasından acı duyması gerekirdi. Ama muhtemelen belli siyasi çevrelerin Türkiye karşıtı siyasi duruşlarının etkisinde kalarak Ayasofya konusunda böyle bir açıklama yapma ihtiyacı duymuştur. Bilakis buranın yeniden camiye yani mabede, Allah’a ibadet edilen mekâna dönüştürülmesinden dolayı acısının dinmiş olması gerekirdi. Çünkü buranın müze olarak kullanılması itibarını yükseltmiyordu.
Bugün Ayasofya konusunda Türkiye’ye karşı tavır alanların ve tepki gösterenlerin çoğunun tutumu siyasidir. İşte bu siyasi tavrı sergileyenler arasında Arap dünyasındaki dikta rejimleri ve bu rejimlerin başındaki diktatörler de var. Bunlar daha yakın zamanda Kudüs’te Mescidi Aksa Külliyesi içindeki Rahmet Kapısı Namazgâhı’nın siyonist işgalciler tarafından yeniden kapatılmasından dolayı hiçbir tepki göstermediler. Bilakis işgalci siyonistlerle ilişkilerin normalleştirilmesi için yoğun çalışmalar ve çağrılar yapmaya devam ediyorlar.
Ama Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasından rahatsız oldular. Bunu gerekçe göstererek, sosyal medyada oluşturdukları troller vasıtasıyla Türkiye aleyhine kampanyalar yürütüyorlar.
Bunlar son dönemde Türkiye’ye karşı öylesine bir siyasi ve medyatik savaş içine girdiler ki Universal Motors Agencies Company adlı bir Suud firmasının twitterde Sultanahmet Camisi’nin fotoğrafını paylaşmasından dolayı bu firma aleyhine sosyal medyadaki trolleri vasıtasıyla yoğun kampanya yürüttüler ve bu firma söz konusu fotoğrafı kaldırma ve özür dileme ihtiyacı duydu. Yani bunlar sadece Ayasofya’nın ibadete açılmasından değil Türkiye’nin tarihi camilerinden Sultanahmet Camisi’nin fotoğrafını internette görmekten bile huylanıyor, rahatsız oluyor ve o fotoğrafı koyanlara karşı linç kampanyası başlatıyorlar.
Cezayir’deki Barış Toplumu Hareketi’nin milletvekili Nasır Hamdaduş’un dediği gibi işin gerçeğinde Batı’nın Ayasofya’nın ibadete açılmasına tepki göstermesi de ilginçtir. Ama Riyad’daki, Ebu Dabi’deki ve Kahire’deki diktatörlerin buna şiddetle tepki göstermeleri ondan daha inginçtir.
Mescidi Aksa’nın hamisi olarak bilinen ve 1948’de işgal edilmiş topraklardaki İslami hareketin lideri Raid Salah, Ayasofya Camisi’nin yeniden ibadete açılmasının Mescidi Aksa’nın kurtuluşu için bir başlangıç olduğunu dile getirdi. Ama Arap dünyasındaki mazlum Müslüman halkların tepesine çöreklenmiş diktatörler Mescidi Aksa’nın, Kudüs’ün ve Filistin’in kurtuluşunu da istemiyor. Onlar kendi saltanatlarının geleceğini siyonist işgalin devam etmesinde görüyor.