“Seküler Türkiye” herkesten önce sömürgeci Avrupa’nın hayali ve projesiydi. Siyaset ve kültür başta olmak üzere kamusal alan bütünüyle İslami sembol ve değerlerden arındırılacak, geçmiş ve gelecek bilimsellik adı altında arkeoloji ve antropolojinin verilerine göre yeniden tasavvur edilecekti. Seküler Türkiye modeli için kimi barbarca kimi ahmakça pratiklerle İslamsız bir geçmiş uydurulmuş, İslamsız bir gelecek idealize edilmiş ve bütün bunların hepsi için Batı’yı kıble edinen Atatürk’e şükran duyulması mecbur kılınmıştı.
Gündemin bir numaralı sorusu şu: Ayasofya ibadete açılınca Türkiye’nin hangi sorunları çözülecek? Hâlbuki bu konu bağlamında bizzat Ayasofya’nın müze yapılması kararı en büyük sorundur. İşgal ordularının namazı, ezanı, duayı engelleyemediği Ayasofya’da bizzat Mustafa Kemal’in kararıyla namazın, duanın, ezanın engellemesinden daha kritik ve akut-kronik bir mesele olabilir mi? Yeri gelmişken vurgulayalım: Millî Mücadele Ayasofya’da ibadet yasaklansın, minarelerde “Tanrı Uludur” gibi dayatmalar tezahür etsin, fötr şapka giymeyenler idam edilsin, eğitimden hukuka değin İslami sembol ve kurumlar tasfiye edilsin diye verilmedi. Mustafa Kemal’in “Ebedi Şef Kamal Atatürk”’e dönüşüm süreci bir taraftan İslami kimliğimizin tasfiyesini diğer taraftan Batı’yla uyumlu Türk ulusal kimliğinin inşasını içerir. Hukukun tasfiye edildiği, temel hak ve özgürlüklerin ezildiği, Antik dönem Yunan tanrılarına benzer nitelikler taşıyan devlet kadrolarının halka tahakküm ettiği ibretlik bir asırdan bahsediyoruz.
En İyi Seçenek: Önemsizleştirme Stratejisi
Orhan Pamuk, Hasan Cemal, Elif Şafak gibi küresel çapta şöhrete kavuşmuş kimi liberal isimler Ayasofya’nın ibadete açılması konusunda militan Kemalistleri, fanatik Atatürkçüleri geride bırakacak kadar müze aşkıyla, seküler sembol tutkusuyla tavan yaptılar. Peki şaşırtıcı da sayılmaz; sol-sosyalist cenahın kolayca dökülen yaldızları gibi liberal özgürlükçü kolayca dökülen yaldızları Atatürkçü köklere, Kemalist reflekslere işaret ediyor zaten. Acı acı gülümseyerek muhafazakâr Atatürkçülük modellerine, mütedeyyin Kemalizm tarzlarına bile şahit olduğumuz için “Atatürksüz bir dünya mümkün değildir” ikliminin bu ülkede halen ne denli güçlü ve müteessir olduğunu artık daha iyi idrak ediyoruz!!
Ayasofya’nın seksen altı senelik bir tahakkümden sonra ibadete açılacak olması karşısında gürültülü, tehditli, kavgalı bir muhalefet sergilenmemesi çok dikkat çekicidir. Mesela barolara ilişkin düzenlemede sergilenen militan ve meydan okuyucu rüzgâr aynı günlerde yaşanan Ayasofya tartışmalarında neden acaba ılık bir meltem gibi esiyor? Evet, bir kısım yazar çizer ve akademisyen, etkinliğini kaybetmiş birkaç siyasetçi “Atatürk’le hesaplaşıyorlar, laikliği çiğniyorlar, Cumhuriyet’e ihanet ediyorlar, Lozan’ı itibarsızlaştırıyorlar, şimdi bunlar Medeni Kanun’u da kaldırmaya teşebbüs ederler” tarzı klişeleri devreye soktular yine. Ancak hem çok etkisiz kalıyor hem de oldukça dar bir çevrede dönüp dolaşıyor bu bildik jargonlar.
Mevcut şartla altında Ayasofya meselesinde Kemalist siyasiler, Atatürkçü mahfiller için takip edilecek yolu, uyulması gereken usul ve üslubu Orhan Bursalı dikkat çekici kıyas ve benzetmelerle ortaya koyuyor kanaatimce. Orhan Bursalı gazetesi Cumhuriyet’teki pek çok mesai arkadaşından, yazar dostundan farklı önerilerde bulunuyor. Mesela şöyle diyor Bursalı; “Ben sadece “kaybedip üstüne dayak yiyeceğiniz” konularda (cephe) taraf olmayın derim.” CHP’ye yönelik “Atatürk’ün mirasına sahip çık” tarzı tavsiye ve yüklenmeleri lüzumsuz ve faydasız görüyor çünkü. Hatta Ayasofya meselesinde sergilenecek direnci 2007’de yaşanan AK Parti’ye Cumhurbaşkanı seçtirmeme ve başörtüsü yasaklarını derinleştirme eylemleriyle benzer sonuçlar üretebileceğine ilişkin ikazda bulunuyor. Ne yapılmalı peki? Bursalı’ya göre şöyle kolay ve yumuşak bir yol devreye sokulmalı: “Konuyu önemsizleştirmek belki de iyi bir strateji olabilir.”
Konuyu önemsizleştirmek, karikatürleştirmek üzerinden pragmatik bir strateji öneriliyor. Çünkü Ayasofya’nın üzerinde durdukça Kemalist Cumhuriyet modelinin nasıl da despotik teamüller üzerinden halka karşı konumlandığını tekrar tekrar izah etmekten yorgun düşecekler. Ayasofya’nın ibadete kapatılması, Türkçe ezan dayatması, şapka kanununa muhalefet etmekten idam sehpasına çıkarılan insanlar, açlık ve yoksulluğun kan kusturduğu bir memleketi dans, balo, heykel, arkeoloji, kitle sporlarıyla kalkındırmanın ne denli gerçekçi bir tercih olduğunu izah etmeye kalkışmak hiç de kolay değil. Bu sebeple Ulu Önder’in, Edebi, Şef’in, Kamal Atatürk’ün İslami sembol ve değerlere karşı Batılılaşma ve çağdaşlaşma hesabına ne denli militan ve radikal bir mücadele yürüttüğünü tartışmaya açacak bütün gündemlerden uzak durulması salık veriliyor. Yakın siyasi tarihin ne denli derin ve kronik acılara sebebiyet verdiğini konuşturmamak için her yol mubah ve faydalı görülüyor. Herkesi takıyyecilikle, gizli ajandası olmakla suçlayan Cumhuriyet Gazetesi’nde de mevcut şartla icabı takıyyeye sarılmanın faziletleri üzerine açıktan diskurlar çekiliyor artık.
“Cephe’de Kazanacağınız Bir Şey Olmaz!”
Esasen Orhan Bursalı meseleyi zekice okuyor ve mevcut şartlarda Kemalist teamülleri devreye sokmanın fayda değil zarar vereceğini açıkça ilan ediyor. “Bu nerden çıktı, iktidar suni gündemler oluşturuyor” filan gibi mütekebbir söylemlere prim vermemeye çalışıyor örneğin. Kemalist rejimin din-devlet geriliminde nasıl negatif bir algıyı temsil ettiğini seziyor, Ayasofya ve benzeri pek çok hadisenin güçlü bir ideolojik-siyasal İslam düşüncesiyle beslendiğini görüyor. Başörtüsü gibi Ayasofya hadisesinde de yasakçı tarzı benimsemenin, CHP ve Kemalist kesimlerin cephe ve gerilim siyasetini tercih etmeleri durumunda bu tahakkümün altında ezilebileceklerini de ifade ediyor. Nedenini de şöyle izah ediyor: “Çünkü Ayasofya konusu geniş çoğunlukça kabul edilir. Kazanacağınız bir şey olmaz.”
Hukukun gereğini önermiyor, yasakçı politikaların son bulması çağrısı yapmıyor Cumhuriyet yazarı Bursalı. Aksine mevcut konjonktürün CHP ve geniş Kemalist cephe’nin aleyhine sonuçlar vereceğine dikkat çekiyor. “Karşı çıkmayalım olabildiğince itibarsızlaştıralım” önermesi dürüst ve hakkaniyete inanan bir siyasi çizgiyi değil alabildiğine sinsi ve oportünist bir politik hattı temsil etmektedir. Kendi cephesine kazandıracak, karşı cepheye kaybettirecek yöntemi doğruluk ve şeffaflık üzerine kurmaya hacet görmeyen geniş bir siyasi cephe mantığı devreye giriyor. “Ayasofya’da namaz kılınamaz, dua edilemez” demek yerine “Ayasofya işsizliğe, yoksulluğa çare olur mu?” demek zannediliyor ki toplum nezdinde CHP ve Kemalist Cephe’yi özgürlükçü ve hakkaniyetli kılar. Kemalist siyaset ve toplum algısında hiçbir değişiklik yapmadan biraz üslup yumuşatarak, birkaç sembol değişimiyle iktidar hesabı yapılıyor sadece.
Peki, meselenin AK Parti cephesinde karşılığı ne olur? İşsizlik, geçim sıkıntısı, Corona salgını sebebiyle düşen üretim ve ihracat rakamları, siyaset ve bürokraside yaşanan ve giderek derinleşen sıkıntılar, AK Parti’den ayrılan kadroların kurduğu iki siyasi partinin toplumda bulacağı karşılık nasıl etkiler? Ayasofya cesur, güzel ve faydalı bir adım elbette. Mesele Ayasofya’nın açılışında tecessüm eden cesaret, güzellik ve faydanın hangi oranda kendisini gösterip gösteremeyeceğiyle alakalı olacak bundan sonra. Nasipse Cuma’ya bu konuyu ele alırız.
(Yazar Yeni Akit’teki köşesinde yayımlanan bu yazısını Haksöz-Haber için genişletmiştir)