Bir süredir resmen donmuş olan müzakerelerin yeniden açılıp açılmayacağı değil ne zaman ve hangi taraf açısından koparılma noktasına getirileceği bekleniyor artık. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri üyelik veya özel statüdeki ayrıcalıklı ortaklık teklifi zemininde değil birbirinden kurtulma zemininde ilerliyor. Görülen o ki giderek yükselen gerilim seçim süreçleriyle kayıtlı değil. Aksine kalıcı ve her iki taraf açısından da zarar verici tüm sonuçları göze alınmış bir kararlılığı işaretliyor.
Avrupa’nın istihbarat ve medya üzerinden Türkiye’ye karşı yürüttüğü yıpratma harekâtı şimdilerde en üst düzey siyasi temsilciler tarafından yürütülüyor. Mesele yaptırım gücü olmayan fakat tavsiye kararı alan Avrupa Parlamentosu veya Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi gibi kurumların Türkiye’yi ucu açık bir süreçte kapıda oyalamak üzere sergilediği oyunların daha fazla sürdürülemez oluşuyla da alakalı.
Çokça vurgulandığı üzere ne Avrupa Birliği tüzel kişiliğinin ne de büyük oranda AB’yi çekip çeviren Almanya’nın Türkiye’yle ilişkilerini belirleyen insan hakları ve özgürlükler perspektifidir. AB’nin Türkiye’yle ilişkilerini tanzim eden değerlerin merkezinde stratejik, askeri, siyasi ve iktisadi ilişkiler önceliklidir. Ancak dini-kültürel değerler de bunların ayrılmaz bir parçasıdır.
Güçlenirsen Aramız Açılır
Türkiye’nin hemen tüm AB ülkelerinde korku ve düşmanlık bağlamında tartışma konusu olması pek de şaşırtıcı değil. Kimi imaj ve algı operasyonlarına rağmen Türkiye’yle tam üyelik müzakereleri bir nevi terbiye aracı ve yedekleme tedbiri olmaktan daha fazlasını ihtiva etmiyordu. Türkiye toplumu devlet merkezli fanatik Kemalist dayatma ve kuşatmayı kırdıkça uzatılan havuç uzağa, gösterilen sopa sırtımıza daha bir yakına getirildi. Türkiye daraltılan perspektifini, karartılan ufkunu son 15 yılda iyiden iyiye aşarak Ege krizi veya Kıbrıs sorunu üzerinden ipotek altına alınan kolonyal bir ülke muamelesine tabi tutulamayacağı ortaya koydukça AB’yle daha büyük krizler yaşamaya başladı. Yunanistan veya Avusturya’yla yaşanan gerilimlerin Fransa ve Almanya’yla yaşanan açık ve daha yüksek gerilimlere evrilmesinin sebebi budur.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle ilişkilerini popülist yaklaşımlarla iç politika malzemesi olarak kullanmakla suçlayanlar belli bir oranda haklıydılar belki. Ancak Fransa ve Hollanda gibi en uzak ülkelerin ardından ekonomi devi Almanya’nın iktidar ve ana muhalefet partilerinin seçim kampanyalarını Türkiye üzerine kurmalarına da bir şeyler söylemek gerekir herhalde. Angela Merkel ile Martin Schulz’un canlı yayında Türkiye’nin önünü nasıl keseceklerine dair girdikleri yarış “Türkiyesiz AB” söyleminin resmiyet kazanmasına dair atılmış güçlü bir ataktır. Schulz’un Türkiye’yle müzakereleri tamamen durdurma teklifini daha ileriye taşıyan Merkel bu hususu teyid etmekten başka bu teklif için tüm AB üyelerini ortak bir pozisyon almaya davet edeceğini beyan etti. Bir nevi fiili duruma resmiyet kazandırılacağı ilan ediliyor.
Türkiye için AB’nin bu tavrına ilişkin sergilenecek birkaç seçenek bulunuyor. “İstenmediğim yerde durmam, başlarım AB’ye ve müzakerelerine” demek en kolay olanı ama maliyeti her açıdan çok ağır olabilir. “Kovmadılar, istifa ettim” diyerek kurtarılacak bir haysiyet de doğru dürüst bir anlam ifade etmez. Avrupa Birliği’yle ilişkiler tam üyelikle sonuçlanmasa bile Türkiye açısından stratejik bir değerdir. İnkâr etmeye gerek yok; Amerika ve Rusya’nın artan saldırgan politikalarını az da olsa dengeleyecek bir önemi haizdir Avrupa.
Türkiye mi, AB mi Rest Çekecek?
“Hiçbir şey olmamış gibi müzakerelerde yeni fasılların açılması için herkesi şaşırtacak reformlara girişelim” mantığıyla da alınacak bir yol yok. Avrupa’da yükselen korku ve düşmanlık öncelikli olarak Türkiye’ye yönelikse de Türkiye’yle sınırlı değil. Yükselen aşırı sağcılığın yaygın ve devlet destekli ırkçı bir saldırganlığa dönüşme riski çok yüksek ve çok yakın maalesef. Sadece mülteci akını korkusu veya birkaç IŞİD saldırısı dahi Avrupa’nın kimyasını bozmaya tek başına yetiyor. Mesela Fransa Cumhurbaşkanı Macron Türkiye’ye dair değerlendirmesinde “son dönemde AB’den uzaklaştı ama ipleri koparmaktan kaçınmalıyız” itirazına “Türkiye önemli bir ortak” vurgusunu da eklemeliyiz. Estonya gibi ülkelerin AB içinde bir ağırlığı olmadığı için Türkiye namına beyan edilen destekler de olumlu bir sonuç doğurmaz.
Belirleyici olan kriterlerden uzaklaşma, kriterlere uyum sağlama meselesi değil. AB içindeki ayrışma ve çekişme de bu sebeplere dayanmıyor. Mesela bu bağlamda Avrupa Parlamentosu Başkanı Antonio Tajani’nin Türkiye’yi AB içine almak değil ama kapısında tutma teklifi iki temel ihtiyaca tekabül ediyor: “Sığınmacı sorunu ve terörle mücadele.” Benzer tutumu AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’de de görüyoruz: “Türkiye bölgede önemli bir ortak ve AB’ye aday ülke, konuşmaya devam edeceğiz.”
“Türkiyesiz Avrupa” tablosu mevcut ve potansiyel manada birçok sıkıntıyla dolu olacak. Ancak “Avrupasız Türkiye” tablosu da prangalardan kurtuluş, özgürlüğe yolculuk, sömürünün son bulması gibi bir müjde anlamına gelmeyecek şüphesiz. AB’yle kavga ederken ilişki sürdürülebilir ve ilişki sürdürülürken de kavgaya devam edilebilir. Türkiye toplumu ve devleti açısından Avrupa’yla ilişkilerin stratejik ve iktisadi olduğu kadar güvenlik, refah, teknoloji gibi alanlarda da katkısını yükseltmeyi hedefleyen bir siyaset zor olsa da imkânsız değildir. Bu durum AB ülkelerinin PKK’dan 15 Temmuzdarbesinin arkasında durmasına değin sergilediği tüm çirkinlik, çirkeflik ve düşmanlıklara rağmen böyledir.
Avrupa Birliği’nin dostluğu, güvenilirliği ve faydası Amerika ve Rusya’dan daha fazla değilse bile daha az da değildir. Gerilim politikası kontrolden çıkarsa AB’nin kaybettiklerinden daha fazlasını Türkiye de kaybedebilir. Bu durumda Amerika ve Rusya’nın bölgede ağırlaştırdığı risk, tehdit ve patronaja karşı Türkiye nasıl direnecek? Türkiye’yi dışlamış bir AB kendini inkâr eden, ırkçı-ayrımcı politikalara yaslanan ağır çekimde ölen bir kuruma dönüşecektir. Lakin tersi durum da Türkiye’yi daha bir içe kapanmaya, hemen her adımını hak ve özgürlüklere değil beka ve güvenlik kaygısına endekslemeye sevk edebilir.
Yeni Akit Gazetesi