Avrupa'nın bitmek bilmez Müslüman düşmanlığı

Taha Kılınç, Avrupalıların futbol maçlarına dahi İslam düşmanlığını taşıdıklarını ifade ediyor.

Taha Kılınç / Yeni Şafak

1683

Geçtiğimiz perşembe akşamı (22 Şubat), çok sevdiğim bir dostumun stadyumdan gönderdiği fotoğraf olmasaydı, –futbola uzaklığım sebebiyle– Galatasaray’ın Sparta Prag’la oynadığı maç muhtemelen gündemime hiç girmeyecekti. Ve tabii, sonra ikinci bir fotoğraf daha: Sparta Praglıların açtığı “1683-Avrupa Savaşı” pankartını gösteren o kare… Galatasaray’ın 4-1 mağlup ayrıldığı maçtan yansıyan diğer fotoğraflara bakarken, buna özellikle takılmamak ve üzerinde düşünmemek mümkün değildi.

Sparta Prag taraftarlarının altını çizdiği ve Türk muhataplarına hatırlattığı bu tarih, meşhur İkinci Viyana Kuşatması’na işaret ediyordu. Osmanlı sultanı IV. Mehmed döneminde, Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın komutasında başlayan kuşatma, 14 Temmuz’dan 12 Eylül’e kadar tam iki ay sürmüş, nihayet Osmanlı ordusu Birleşik Haçlı kuvvetleri karşısında geri çekilerek kuşatmayı sona erdirmek zorunda kalmıştı. Avrupa ordusu Avusturya, Cermen, Çek, Slovak, Sloven, Leh, İtalyan, Fransız ve diğer birçok unsurdan oluşuyordu. Viyana’nın Müslümanlar tarafından ele geçirilme ihtimali Hristiyan Batı’da ciddi bir korkuya neden olmuş, bu büyük tehlikeyi bertaraf edebilme adına Avrupa’nın hemen her bölgesinden 90 bine yakın asker toplanmıştı. Bizim “Viyana Kuşatması” dediğimiz hadisenin Hristiyan dünyada “Avrupa Savaşı” olarak anılmasının nedeni buydu.

Galatasaraylı oyuncular ve taraftarlar, karşı tribünlerde bu tarihî mesajı ve anıştırmayı gördüklerinde ne hissettiler, bilinmez. Ancak “1683-Avrupa Savaşı” yazılı pankart, tarihin tarihte kalmadığının, normal bir futbol maçının bile adeta “Türklerle savaş” şeklinde algılandığının, şuuraltına yerleşmiş olan korku ve endişelerin her vesileyle hortlamaya hazır biçimde tetikte beklediğinin bir göstergesiydi.

Tam bu noktadan, dünyanın öbür ucuna, Yeni Zelanda’nın Christchurch kentine ve 15 Mart 2019 tarihine gidelim:

O gün, Brenton Tarrant adlı bir beyaz terörist, Müslümanların cuma namazı kılmakta olduğu iki camiye arka arkaya silahlı saldırı düzenlemiş, 51 kişiyi katlederek 40 kişiyi de yaralamıştı. Bütün dünyada şok etkisi meydana getiren bu hadisede esas dikkat çekici unsur, Tarrant’ın kullandığı saldırı aletlerinin üzerindeki yazı ve notlarla, yayınladığı manifestoda işaret ettiği referanslardı. Müslümanlarla Hristiyanlar arasında yüzyıllar boyunca yaşanan bütün önemli savaşları isim ve tarihleriyle birlikte şarjör ve silahlarının üstüne kazıyan Tarrant, 732’deki Puvatya Savaşı’ndan 1189’daki Akkâ Kuşatması’na, 1389’daki Birinci Kosova Savaşı’ndan 1683’teki Viyana Kuşatması’na kadar hiçbir ayrıntıyı atlamamıştı. Tarrant ayrıca kendisine “Turkofagos” lakabını da takmıştı. Bu ifade, Yunanların Osmanlı İmparatorluğu’na isyanı (1821-1829) sırasında sahneye çıkan önemli aktörlerden Nikitaras’ın unvanıydı ve “Türk-yiyici” anlamına geliyordu. Tarrant’ın 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın en önemli aşamalarından Şıpka Geçidi Muharebeleri’ni bile es geçmemiş olması hayret vericiydi.

Christchurch saldırılarında katledilen 51 Müslüman arasında yalnızca bir Türk’ün bulunması ve hedef alınan mescitlerin daha çok Asyalı Müslümanların devam ettiği mekânlar olması ise, “Türk” kelimesinin Tarrant’ın zihninde doğrudan doğruya “Müslüman”ı çağrıştırdığının çarpıcı bir işaretiydi. Tıpkı yüzyıllar boyunca Hristiyan Batı’da olduğu gibi…

Tarih, hepimizin omzuna birtakım vazifeler yüklüyor ve muhataplarımızın gözünde de bizi bir konuma yerleştiriyor. Prag’dan Christchurch’e, sıradan bir futbol maçından gözü dönmüş bir caninin gerçekleştirdiği katliamlara kadar, asla kaçamayacağımız ve gündemimizden düşürsek bile karşımızdaki insanların şuuraltından silemeyeceğimiz bir mesele bu. Tarih, asla tarihte kalmıyor ve milletlerin hafızasında yaşamaya devam ediyor.

Sahi, hafıza demişken, bizim zihinlerimizdeki referanslar, muhataplarımızdaki gibi güçlü ve zinde mi? Sürpriz biçimde -mesela bir stadyumda- karşımıza çıkıveren tarihî dönüm noktaları, şuurumuzun inşasında nerede duruyor? Kimliğimizin yapıtaşlarını unutmama adına neler yapıyoruz? Genç nesillerimizi, hangi esaslar çerçevesinde yetiştiriyoruz? Tüm bu soruların cevabına her zamankinden daha fazla kafa yormamız gereken bir çağdayız.

Yorum Analiz Haberleri

“BM Siyonizm'i ırkçılık saysın”
Gazze katliamında ABD'nin rolü
Endonezya’da “Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” madde: Filistin davası
"Mustafa Kemal'in askerleri"ne ne zaman dur diyeceğiz?
Gazze katliamı ve Hasbara’nın iflası