İmil Emin / Şarku'l Avsat
Laik Avrupa ve dinden uzaklaşmalar
Avrupa, özellikle Orta Çağ'da dindar ve inançlı köklere sahip bir kıta olarak biliniyordu. Dahası bazıları, bir zamanlar genç olan kıtanın her köşesinde olmasa da çoğunda dini kurumların artan rolüne tanık olunan dönemler olduğunu düşünüyor. Bugünse kıtada demografik bir kış yaşanıyor; nüfus endişe verici derecede geriliyor.
Bu gerileme sadece sayı düzeyinde mi oluyor yoksa inanç, din ve itikat fikri için de geçerli mi?
Bir zamanlar dünya çapında bilimsel, düşünsel ve manevi Rönesans’ın evi olan kıta ilginç bir durumda, çünkü içindeki dönüşümler ve değişimler rahatsız edici bir şekilde gerçekleşiyor, bir durumdan bambaşka bir duruma geçerek tamamen değişiyor.
Bugün ruhani alanın daralması ve her geçen gün dini ritüelleri yerine getirmeye gayret eden takipçilerin azalması anlamında bir dinden uzaklaşma hali yaşandığını fark etmek, Protestanlar ve Katolikler arasında dogmatik fanatizmden doğan savaş nedeniyle Avrupa’nın çocukları arasında 30 yıl süren bir savaş yaşadığını bilenleri hayrete düşürüyor.
Avrupa bugün neyden mustarip ve bunun ideolojik ve inanç olarak farklı göçmenleri suçlayan sağcı hareketler açısından sonuçları neler? Sağcılara göre göçmenlerin farklılıkları, bugün ve gelecekte, beraberinde taşıdığı tüm çatışma eğilimleriyle birlikte, Avrupa'da büyük dönüşümler fikrine kapıları ardına kadar açıyor.
Sorunun cevabı, en ünlü solcu Fransız filozof Regis Debray’ın meşhur "Kör Işıklar" kitabında olabilir.
Debray’ın bu kitapta kınadığı şey, sevilen ve arzu edilen bir şey olan ışıkların kendisi değil, daha ziyade, belirli fikirleri çevreleyen kutsallık imgesi. Bunlar arasında tüm dünyayı ideal fikirleri kabul etmeye zorlamakta ısrar etmek ve bu fikirleri tartışmasız yasa ve düzenlemelere dönüştürmek de var. Bu durumda yolları aydınlatan ışıklar zamanla karanlık kireçli taşlara dönüşürler.
Avrupa, Voltaire ile Rousseau arasında hararetli bir savaşın içinde görünüyor. Rousseau derin aydınlama çağrısı yaparken, Voltaire, “son siyasetçiyi son din adamının bağırsaklarıyla boğmak” şeklindeki meşhur sözün sahibidir. Bu nedenle takipçilerinin "dar görüşlü Voltaireler" şeklinde anılmaları garip değil. Bu kişilerin sivil iktidarı ele geçirmeleri, tam bir felaket demek.
Aslında Voltaire, bu konuda yalnız değildi ve günümüzdeki Batı sahnesinin ortaya çıkışının geleneksel nedenlerinden sadece biriydi. Nitekim ünlü Alman filozof Immanuel Kant da bu totaliter eğilime meyilliydi. Kişiler üzerinde güçlü etkisi olan totaliter kelimesini kullanmaktan en ufak korku duymuyordu.
Kant bir keresinde şöyle demişti: "Çağımız, bazı dini öğretiler de dahil olmak üzere her şeyin kendisine boyun eğmesi gereken özeleştiri çağıdır." Ne var ki Kant şu sorunun cevabını gözden kaçırıyordu: "İnsan zihni mutlak mı yoksa göreceli mi, sınırlı mı yoksa sonsuzlukta mı yüzüyor?"
Geçen yüzyılın ikinci yarısının Avrupalı yazarlarını tanıyanlar, İkinci Dünya Savaşı'nın geride ne kadar çok materyalist felsefe, ateist ve varoluşçu hareket ve eğilim bıraktığını ve bunların hepsinin Avrupa'daki eski dini kurumlara aykırı olduklarını bilirler.
Savaşın ortaya çıkardığı zulüm ve vahşet sonucunda Avrupalıların büyük çoğunluğu din ve inanma kabiliyetlerini kaybettiler. Faşizm ve Nazizm de geride bir merhamet, nezaket, hoşgörü ve şefkatle karışık manevi fikirleri reddetme hali bıraktılar. Bunlar yerine öte dünyayla hiçbir bağlantısı olmayan, insana, gücüne ve yeteneğine inanan akımlar yerleşti.
Neden şimdi bunları gündeme getiriyoruz?
Bu satırların yazılmasının nedeni, şüphesiz İngiliz The Times gazetesinin ağustos ayı sonunda İngiltere'deki dini durumla ilgili yaptığı tarihi kamuoyu yoklaması. Bu kamuoyu yoklamasının sonuçları nelerdi?
Kısacası sonuçlara göre İngiliz Hristiyanların tutumlarında köklü değişiklikler olduğu görülüyor. Bu köklü değişikliklerle birlikte, İngiltere’nin dindar bir ülke olarak değil de laik (veya başka ne söylenebilir bilmiyorum) bir ülke olarak tanımlanması ihtimali var.
Times'ın son kamuoyu yoklaması sonuçları İngilizler için sürpriz değildi. Zira 2021 nüfus sayımı rakamları, İngiltere ve Galler'de kendilerini Hristiyan olarak tanımlayanların oranının ülke tarihinde ilk kez yarının altına düşerek yüzde 46,2’ye gerilediğini gösterdi.
Ülkenin resmi kilisesi olan Anglikan Kilisesi bir dini kimlik krizinden mi mustarip?
Bu sorunun cevabı, geleneksel inançtan kopma noktasına iten pek çok meselede bulunabilir. Bunlar arasında örneğin geleneksel evliliği reddetme ve özgür yaşama tercihi, eşcinsellik sorunları ve kadının rolü de bulunuyor.
İngiltere'de yaşananlar Avrupa geneli için ölçü olabilecek bir örnek. Meydan okumalar geniş kapsamlı ve giderek artıyorlar. Bu nedenle, yaşananları Avrupa'nın eski kimliğinin bir tür değişimi ve dönüşümü olarak gören aşırılıkçıların korkuları artıyor. Bu durum önümüzdeki günlerde kaçınılmaz olarak şiddet içeren çatışmalara yol açacak, buna hiç şüphe yok.