Mehmet Garip Tanyıldızı / Akşam
Aşırı sağın yükselişi ne anlama geliyor?
Avrupa'nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor: Aşırı sağ hayaleti...
Avrupa Parlamentosu (AP) seçim sonuçları, kıtada uzun süredir yükseliş ivmesinde olduğu söylenen aşırı sağ hayaletinin tehlike boyutlarının had safhaya yaklaştığı yorumlarının yapılmasına sebep oldu.
Hayaletin ne ölçüde ete kemiğe büründüğü ve bürüneceği tartışma konusu.
Kimileri AP'de aşığı sağ, ulusal muhafazakâr ve sağ popülist partilerin elde ettiği koltuk sayısını göstererek Avrupa'nın yeni faşizm tecrübeleri yaşaması için zemin oluştuğunu, otoriter yönetim ihtimallerinin arttığını, göçmen ve Müslüman karşıtlığı üzerinden kimlik çatışmalarının yoğunlaşacağını öne sürüyor.
Kimileri ise, AP'deki aşırı sağ partilerin anketlerin aksine çoğunluğu elde edememesine, sağ popülist parti ve grupların hem siyasi birlik sağlayamamalarına hem de dine yaklaşım ve Rusya-Ukrayna savaşı gibi konulardaki farklılıklarına dikkat çekerek bir tehlike çanlarının abartılı olduğu ve gerçeği yansıtmadığını söylüyor.
Geçtiğimiz yıllarda öne çıkan "Yeşil dalga" furyasının bugünlerde epey irtifa kaybetmesi göz önüne alındığında politik eğilimlerin konjonktürel olarak hızlı değişimler gösterebildiği gerçeği ikinci grubun değerlendirmelerinin haklılık payının yüksek olduğuna işaret ediyor.
İkinci grubun analizleri realiteyi daha doğru yansıtmakla birlikte, yine de aşırı sağ ve ulusal muhafazakâr eğilimlerin artış göstermesi, sağ popülist siyasetin Avrupa ölçeğini aşarak, başta Amerika olmak üzere dünya genelinde bazı ülkelerde ciddi oranda alıcı bulması birçok açıdan irdelenmeyi gerektiriyor.
Çünkü her ne kadar, büyük girdiler her zaman büyük çıktılarla sonuçlanmasa da küçük girdilerin sonunda büyük çıktılarla karşılaşılabilir. Bu bağlamda, aşığı sağ eğilimlerin geniş politik sonuçlar doğurma ihtimali belirsizliğini koruyor olsa da, mesele majör çapta strüktürel bir değişimi yansıtma ihtimali üzerinden mercek altına alınmaya hak ediyor.
Öncelikle, bu eğilimlerin tek bir dinamiğe yaslanmadığını görmek gerekiyor. Göçmen karşıtlığının başına çektiği bu dinamikleri; alım gücünün düşmesi, işsizlik oranının artması, hükümetlerin çiftçi ve köylülerce elitist bulunan iklim yasaları, artan kira ücretleri, Rusya-Ukrayna savaşının çift yönlü etkileri, Avrupa şüpheciliği, NATO karşıtlığı, güvenlik endişeleri, sol ve liberalizmin krizi, geleneksel partilerin bu sorunlara karşı çözüm üretememesi ile en belirleyici unsur olarak İslam düşmanlığı diye sıralayabiliriz.
Popülist politikacılar tarafından yönlendirilen ve körüklenen, aşırı sağ kesimden ibaret olmayan bu rahatsızlıkların haklı ve meşru bir zemine oturduğu, makul taleplerle dile getirildiği söylenemez. Bir kısmı muhafazakâr halk refleksleri olarak yorumlanabilecek tepkiler gayr-ı insani güdülerin vücut bulduğu bir derekeye varmış durumda.
Ancak, görüldüğü üzere; ekonomik, ideolojik, sosyal ve kimliksel sebeplere dayanan aşırı sağ eğilimler Avrupa'nın mevcut statükosundan çok yönlü bir rahatsızlığı da gün yüzüne çıkarıyor.
Avrupa müesses nizamının vazettiği demokrasi, çoğulculuk, çevrecilik gibi değerler Avrupa insanının talepleriyle çelişiyor. Meselenin en can alıcı noktası bu.
Çünkü bu durum, hem Avrupa müesses nizamının hem de Avrupalı insanın bir anlam bunalımı yaşadığını ortaya çıkarıyor.