Avn’ın Cumhurbaşkanı Seçilmesi Ne İfade Ediyor?

Lübnan’da 29 aydır cumhurbaşkanı seçilemiyordu. Pazartesi günü gerçekleştirilen oylamayla Hizbullah, İran ve Beşşar Esed destekli Mişel Avn cumhurbaşkanı olarak seçildi. Taha Kılınç, bugünkü yazısında Lübnan’daki son durumu ele alıyor.

Kriz Nihayet Bitti, Ama...

Taha Kılıç / Yeni Şafak

Lübnan Parlamentosu’nda pazartesi günü gerçekleştirilen oylamayla, tam 29 aydır boş duran cumhurbaşkanlığı makamı nihayet sahibini buldu. 81 yaşındaki emekli general Mişel Avn, ülkenin 12’nci cumhurbaşkanı olarak Baabda Sarayı’ndaki koltuğa oturdu. Böylece, eski Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman’ın görev süresinin dolduğu mayıs 2014’ten bu yana tam 45 oturum yapan ve Süleyman’ın halefini seçemeyen Lübnanlı vekiller, 46’ncı oturumda sonuca ulaşmış oldular.

Fransızların 1930’ların sonunda oluşturduğu siyasal iskelet çerçevesinde, Lübnan’da cumhurbaşkanlığı Maruni Hıristiyanlara, başbakanlık Sünnilere, meclis başkanlığı da Şiilere tahsis edilmiş durumda. O dönemki nüfus oranları üzerinden yapılan bu düzenlemenin herhangi bir değişikliğe uğramaması için, Lübnan’da 1932’den bu yana resmi nüfus sayımı yapıl(a)mıyor.

Kendisi de Maruni Hıristiyan olan Mişel Avn, 2011’de Hizbullah üyelerinin kabineden çekilmesi sonucu devrilen Sünni Başbakan Saad Hariri’nin sürpriz desteğiyle seçildi. Hariri’nin bu destek karşılığında başbakanlık vaadi aldığı konuşulurken, Avn’ın müttefiki Hizbullah’ın Hariri’yle kanlı-bıçaklı olması, dengeleri daha da sallantılı hale getiriyor. Tüm bu karmaşanın üzerine, Şii Meclis Başkanı Nebih Berri’nin sıkı bir Avn düşmanı olmasını eklediğimizde, Lübnan’ın içinde bulunduğu siyasi krizin derinliği daha iyi anlaşılır.

Saad Hariri kabineyi oluşturma görevini hemen aldığı takdirde, hükümetin kurulmasının en az 6 ayı bulacağı, bunun da önümüzdeki yıl düzenlenecek parlamento seçimleriyle çakışacağı belirtiliyor. Kabine seçim öncesine yetişse bile, meclisin şimdiki aritmetiğinde güvenoyu alabilmesi imkânsız görünüyor.

***

Ordu komutanı sıfatıyla, 1975-1990 arasındaki kanlı iç savaşın taraflarından biri olan Mişel Avn, savaşın son evresinde iki rakip hükümetten birinin başbakanlığı görevini de üstlenmişti. Suriye ordusunun 1990’da Beyrut’a müdahalesiyle Fransız Büyükelçiliği’ne sığınan, ardından da Fransa’ya kaçan Avn, 2005’te eski Başbakan Refik Hariri’nin öldürülmesinden sonra Suriye’nin Lübnan’daki askerlerini geri çekmesiyle ülkesine döndü.

İç savaş boyunca Suriye karşıtı duruşunu sürdüren, Lübnan’ı da bu yüzden terk etmek durumunda kalan Avn’ın sürgünden döndükten sonraki siyasi manevraları herkesi şaşırttı. 2006’da Hizbullah’la ittifak anlaşmasına imza atan Avn, üç yıl sonra da Şam’ı ziyaret ederek Suriye yönetimiyle masaya oturdu. Daha sonraki süreçte, iç savaş yıllarında düşmanı olan Hıristiyan cepheyle anlaşarak dikkatleri çeken Avn, son olarak Sünnilerin önde gelen ismi Saad Hariri’nin desteğini kazanmayı başardı.

Mişel Avn, elbette tüm bu siyasi hamlelerini yaparken, taraflara birçok sözler ve taahhütler de verdi. Pazartesi akşamı resmen görevine başlayan Avn’ın, hepsi de birbirinin rakibi hatta düşmanı olan birçok hareketi aynı anda memnun etmesi mümkün görünmüyor.

En az 18 farklı dinî ve mezhepsel cemaati bünyesinde barındıran Lübnan, hem kendi içindeki grupların mücadelesi hem de dışarıdan yapılan müdahaleler nedeniyle, tam bir satranç tahtası görünümüne sahip. Bu kaotik manzarada, cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan kişinin işgal ettiği konum ve hareket kabiliyeti, sonuca etki etmekten de oldukça uzak.

***

Hizbullah, Suriye ve İran’ın doğrudan desteğine sahip olan Mişel Avn’ın cumhurbaşkanı seçilmesi, elbette Tahran yönetiminin Lübnan’da kazanan taraf olduğu şeklinde yorumlandı. “Suudi Arabistan’ın Beyrut’taki prensi” olarak adlandırılan Saad Hariri’nin bile Avn’ı desteklemesi, Riyad adına bir kayıp olarak değerlendiriliyor.

Siyasi gözlemcilere ve Lübnan basınında çıkan yorumlara göre, Lübnan şu anda ne İran’ın ne de Suudi Arabistan’ın öncelikleri arasında yer alıyor. Suriye ve Yemen’de kozlarını paylaşmaya devam eden iki rakip ülke için Lübnan, gündemin daha alt sıralarında.

Ancak Lübnan’da İran’ın Hizbullah gibi güçlü bir temsilcisinin bulunması, rekabeti eskisi gibi sürdürmesine yarıyor. Suudiler, Hariri’nin popülaritesinin gittikçe erimesinden ve babası Refik Hariri’nin yerini bir türlü dolduramamasından muzdaripler. Hariri de, Riyad’dan eskisi gibi destek alamadığını fark ettiğinden, kendi yolunu çizmeye çalışıyor. Başbakanlık koltuğuna oturabilirse, kendi mücadelesini kendi yöntemleriyle kazanmış olacak.

***

Fransız mandası döneminden kalma usullerle idare edilen Lübnan’da, bu siyasal sistemin uzun yıllar sürdürülmesi oldukça zor. Ancak mevcut yapının herhangi bir alternatifinin geliştirilememesi, diğer devletlerin her an duruma müdahil olması ve 15 yıl süren yıpratıcı iç savaşın hâlâ devam eden etkileri yüzünden, krizin çözümü noktasında adım da atılamıyor.

Ortadoğu’da Sykes-Picot Anlaşması’nın dayattığı mantık nedeniyle krizden krize sürüklenen iki ülkeden biri Lübnan. Diğer ülke ise Irak. Lübnan Fransızların, Irak da İngilizlerin eseri. Her iki ülke de adeta kendi başına ve dışarıdan yönlendirme olmaksızın yönetilemesin diye tasarlandığı için, kaoslar da bitmek bilmiyor.

Lübnan bu yönüyle, Ortadoğu’nun son yüzyılda yaşadığı acılı serüvenin ibretlik bir özeti durumunda.

Yorum Analiz Haberleri

“Esed’in düşüşüyle Rusya 'süper güç' olmaktan çıktı”
Döktüğün kan yetmedi mi hala utanmadan konuşabiliyorsun?
"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango