Atılan taş

Her insanın küçüklüğüne dair birtakım kabahat galerisi olabilir. Ve bazı zamanlar o anılar zihnin gizlendiği raflarından çıkıp insanın karşısına dikilirler. Hemen herkesin geçmişinde masumiyet derecesi farklı bu tür kilitli sandukaları vardır.

İşte benimkilerden bir tane...

Çocukluğumun geçtiği yerlerde havanın soğuk olduğu dönemlerde göçmen kuşlar akın ederlerdi gökyüzümüze... Ve bizim için tuhaf bir av sezonu açılırdı. Kuş avlamaya çıkardık günler boyu... Herkes kendince geliştirdiği bir sistem ile yapardı bu avı. Kimimiz at arabalarını çeken zavallı beygirlerin kuyruklarından kopardığımız kıllar ile tuzaklar kurardık. Bir tür idam ilmeği şekline getirilen at kuyruğu kılları, aralarına serpiştirilen buğday taneleri ile kusursuz birer tuzağa dönüşürdü. Açlıktan buğdaylara saldıran göçmen kuşlar tuzağa kapılır ve çaresizce çırpınırlardı. Bir kuşun eti ne kadar eder ki? Ancak tuhaf bir kış eğlencesiydi bu avlar. Kimimiz, hastane yakınlarında bulduğumuz serum lastiklerini birbirine bağlayarak sapan yapardık. Burada nişancılık devreye girerdi. Bir duvarın yahut dalın üzerine konmuş gariban kuşlardı hedef. Kimimiz amansız nişancıydı. Kuşu havada uçarken vuran çocukları bilirim...

Ve bu anılarımın en ibretli bölümü...

Günlerden bir kış günü, yine kuş avındayken birkaç parmakları soğuktan morarmış çocuk, çam ağaçlarının arasında kuş peşindeydik. Aramızdaki en yaman nişancı 'susun' diyerek bir işaret yaptı. Tam altında bulunduğumuz yaşlı bir çam ağacının en tepesinde bir kuş duruyordu. Hepimizin hayranı olduğu sapanını çıkardı, yerden kenarları bir jilet kadar keskin bir taş alıp sapana yerleştirdi. Kuşun tam altına gelecek yere bir izdüşümü gibi konuşlandı. Sessizce gerdi sapanın lastiğini ve bıraktı. Taş vınlayarak uçtu yukarıya doğru, kuştan garip bir ses ile beraber, birkaç tüy parçası savruldu boşluğa. Belli ki, kanadındaki bir demet kanat tüyünü biçip geçmişti taş. Kuş aşağı doğru düşerken çırpınıyordu. Çocuk heyecanla avına doğru hamle yapmıştı ki, ani bir haykırış ile yere kapaklandı. Kalktığında yüzü gözü kan içindeydi. Belli ki attığı taş, epey yukarıya çıktıktan sonra aynı hız ile geri dönmüş ve bizzat atıcısının göz kapağına vurmuştu. Çocukluğun ve yanlış bir şey yapmanın verdiği panikle kimseye bir şey söylemedik. Çocuk, kâğıtlarla, mendille filan kapamaya çalıştı yarasını. Doktora filan gitmeyi teklif bile etmedik. Muhtemelen o akşam ve sonraki akşam ailesinden de sakladı gözündeki yarayı.

Ve bu avın kötü bir anısı olarak ömrünün sonuna kadar taşıyacak belki o yara izini. Bilmem kaç bin kilometre uçmayı başarmış bir göçmen kuşun dinlenmek için konduğu ağacın tepesinde hayatına kastetmenin acı hatırası hâlâ durur gözünde...

Andıç medyasının birkaç günden beri yaptığı, 'Kim, niye dinliyor, kimsiniz siz kardeşim?' içerikli yayınlarını okurken aklıma bu anım geldi. Oysa Andıç medyasının geçmişi bu tür günah galerileriyle doludur. Neler yayınlamadılar ki; gizli kamera ve telefon kaydı olarak!

Bugün eğer birileri bu durumdan rahatsız olacaksa, en son kesimin kendileri olması gerekir. Bakan görüşmelerini, Cem Uzan bantlarını, siyasilerin özel konuşmalarını ve daha bir milyon mevzuyu sayfalarına, ekranlarına haber diye yerleştirip bununla gurur duyanlar, şimdi aynı ahlaksızlığı başkaları yapıyor diye inanılmaz rahatsız olmuşlar. Ve önceden önlem almak istercesine, 'kimsiniz kardeşim siz?' diyorlar... Soru aslında bilinçaltının dışavurumu. Sorunun öznesi kendileri olmuş olsa, sormaya bile gerek duymayacak, belki gururla yayınlayacaklardı. Ancak sapanı başkalarının kullanmasıyla korktukları belli. Zira bu tür vicdansızlığın neleri kapsayabileceğini yine en iyi kendileri biliyorlar. Hatırlayınız lütfen, geçen yıl olan bir gizli kayıt vakıasını. Bilmem hangi kanalın, hangi ünlü spikerinin özel otel kayıtları iddiası ortalığa dökülmüştü de, attıkları taş kendi kafalarına inince, suçlu bir suskunluğu tercih etmişlerdi.

Andıç medyası attığı taşın kendi kafasına inebileceği gerçeğini bilmiyor, yahut ihtimal vermiyor olabilir; ancak kendi yaptıkları kanunsuzluk ve vicdansızlıkları bir gün başkalarının da kullanabileceğini şimdi çok iyi biliyorlar. Pişmanlar mı, bilemem; ancak tedirgin oldukları açık!

Zaman gazetesi