bengin_boti@hotmail.com
Bu satırlara akan kelimeler öfkenin dışa vurumudur. Bu nedenle de kontrolünü kaybetmeye, gergin sinir uçlarından kıvılcımlar saçmaya müsait ifadelerdir. Bu satırlar aslında, kandan beslenenlerden de, gözlerini ve kulaklarını kapatanlardan da, dilsizleşenlerden de, kendi dar dünyalarında krallık ilan edenlerden de usanmışlığın ilanıdır.
Bu topraklarda yıllardır kan akmaktadır. Gencecik çocuklar, onları hiç tanımayan, onları hiç umursamayan, onlar kadar çaresiz kalmayan, onlar kadar cesur olmayan bir kısım kompradorların kör inatlarına kurban olmaktadır. Üstelik utanmaz beyler ve bayanlar bu kurban çocukların kanı üzerinden hamaset yapmakta, kendi kişisel hesaplarını kutsal kılıflara bürüyerek savaşı kızıştırmaktadırlar.
Bu topraklarda hemen herkes savaşı biraz daha kızıştırmak için çaba gösteriyor. Bunu bilerek ya da bilmeyerek yapıyor. Bu ülkede barışın, adaletin, insanca bir yaşamın çabasını gösteren insanlar ne yazık ki nicelik ve nitelik olarak oldukça geride duruyorlar.
Bütün bunlar kahredici gerçeklerdir. Ancak daha da kahredici olanı, bu ortamda İslami camianın tavırsızlığıdır. Dünyanın herhangi bir noktasındaki bir kıvılcıma duyarlı olduğunu iddia eden bu kesimin, kendi bünyesini saran bu ateşe karşı bu denli lakayt olması, bir psikolojik travmanın sonuçlarından olabilir; ancak bunun sürgit devam etmesinin hiçbir açıklaması olamaz.
Yeniden girilen çatışma ortamının öncesinde de, bu sıcak gelişmeler sonrasında da birkaç yiğit adamın, birkaç sivil örgütün yaptığı çağrılar dışında hiçbir tavrın ortaya çıkmamış olmasını anlamak, anlamlandırmak, bir yere oturtmak mümkün değildir.
İçerde ciddi bir ateş var. Gittikçe yükselen yoğunlukta bir savaş var. Her gün dört bir yandan cenazeler taşınıyor. Bir tarafın cenazeleri kutsanırken, bir tarafınkiler insanca bir uğurlamaya bile layık görülmüyor. Cenazeler üzerinden yürütülen ayrı bir psikolojik savaş var. Kör dövüşüne dönüşen bu kavga, her gün yeni bir yüzüyle bizi sarsıyor. Fakat İslami camiadan konforu bozacak tek bir tepki gelmiyor. Bu camia kahredici bir şekilde susuyor. Konuşuyor gibi görünüyor ama aslında hiçbir şey söylemiyor. Gerçekleri, olması gerekenleri söylemekten kaçınıyor.
Yüreği sevdalı üç beş yiğidi saymazsak sokaklara çıkıp ta, savaşın durması ve adaletin tesisi için çabalayan kimseler yok. “Bu işler olurken Müslüman Camia nerede? Neden bu ateşe su taşımıyorlar?” diyen kimseler görünmüyor.
Statükonun izin verdiği, desteklediği söylemleri tekrarlamak, sistemin yönlendirdiği tepkileri göstermek kolaydır. Önemli olan statükoya rağmen acıları dindirecek bir dili kullanmaktır.
Bu camia her nedense bu işte taraf olmaktan uzak duruyor. Taraf olmak demek savaşanlardan birinin safına geçmek demek değildir. Taraf olmak; adaletin ve barışın yanında yer almak, adaletin tesis edilmesi için kendi duruşunu göstermektir. Bu camia tavrını net olarak ortaya koymak zorundadır. Bugün bu camia her konuda söz söyleyebilmekte, ancak her ne hikmetse bu ateş çemberinde hep arkada kalmayı, geriden takip etmeyi, başkalarının açtığı yolda yürümeyi tercih etmektedir. Şu anda safların netleşmesi gerekmektedir. İslami camia savaştan mı yoksa barıştan mı yana olduğunu, adaletten mi yoksa statükodan mı yana olduğunu ortaya koymalıdır. Karşılıklı cenazelerin gelmesine seyirci mi kalacak, yoksa herkesin elini taşın altına koyması gerektiğinden yola çıkarak çözümün parçası mı olacak. Bunu net olarak, yüksek sesle dile getirmek durumundadır.
Eğer bu camia meydanı, İslami literatürü de kendi iğrenç emellerine alet edenlere, çözüm için Kürt kızlarını ikinci eş olarak almayı önerenlere, Kürtleri aşağılayarak çözüm bulacaklarına inanan zavallı “muhafazakâr” tiplere bırakacaksa, eğer camianın “kanaat önderleri” içi doldurulmamış, gereği yapılmamış, her yönüyle egemenlerin amaçlarına hizmet eden bir kardeşlik söylemini devam ettirecekse, eğer bu camia, dün olduğu gibi bugün de emin sularda yüzmeye devam edecekse, varlık sebebine ihanet etmiş olacaktır.
Adil şahitler olmakla mükellef olduklarının bilincinde olan dostları tenzih ediyorum. Ancak; eğer bu camia sistemin jargonunu içselleştirenleri barındırmaya ve onları sözün sahibi kılmaya devam edecekse, infilak etmesi daha hayırlı olacaktır.
Hemen her konuda fetvalar üretmeyi kendilerine görev addedenlerin, bu toplumun fakihleri olma iddiasında olanların, bu konuda da açık ve net açıklamalar yapmaları, “Müslümanca duruşun” ne demek olduğunu çekinmeden deklere etmeleri, tavır belirlemeleri, çözüm üretmeleri gerekmektedir. Hiçbir zulüm çeşidine taraf olmadan, mazlumdan, haktan, adaletten yana tavır takınmak mümkündür. Birilerinin “ekmeğine yağ sürmemek” için susmayı tercih edenler, başka birilerinin sofralarına yem olduklarını görmemektedirler. Şatafatlı kurumlarının geleceğini düşünerek çekingen davrananlar, “toplumsal hassasiyeti” göz önünde bulundurarak gerçekleri dile getirmekten imtina edenler, Yüce huzurda mazeret olarak neyi sunacaklardır. “Çok kıymetli” tezlerine karşılık, karşılarına mazlumların kanı, çaresizlerin gözyaşları çıktığında nasıl bir tavır takınacaklardır.
Sözün açıkçası şudur: Bu süreç aslında, son aşamada kimin nerede duracağının netleşeceği bir süreçtir. Eğer İslami camia bu konuda bütün imkânlarını seferber ederek sorumluluk yüklenmeyecekse, bu durumda insiyatif alma potansiyeli ve iradesi olanların bağımsız hareket etmesi gerekecektir.
Her birimiz akan her damla kandan sorumluyuz. Hiç birimiz masum değiliz. Masum olanlar kurban olanlardır. Onlar; içine doğdukları bir savaşın “kayıpları” oldular. Gereğinden fazla bedel ödediler/ödemeye devam etmektedirler.
Bizler de eğer hâla bir yüreğimiz var ise, onu kuyulara sarkıtacağız. Su olup ateşin köklerine akacağız.