Ateş Çukurları ve Oturup Seyredenler

MURAT AYDOĞDU

Kahrolsun engelleyenler1!

Tutuşturulmuş ateşin sahipleri,

Kenarında oturmuşlar2

Müminlere yaptıklarını seyretmekteler3.

Onlardan sadece, Üstün ve Hamid olan, göklerin ve yerin mülkünün sahibi, her şeye şahit olan Allah’a iman ettikleri için intikam4 alıyorlar.

Müminleri fitneye5 atıp, sonra da tövbe etmeyenlere yakıcı cehennem azabı vardır.

85 Buruc 4-10

 

İktidar Güdüsünün Ürünü Ateş Çukuru 

Hendek; İnsanlar üzerinde sınırlar koyanların, direnenler için ateş çukuruna dönüştürülen baskıların sembolü.

Şeytanın isyanından sonra ilk fark ettiği şey; İnsanoğlundaki sınırsız sahiplenme eğilimidir.

“Şeytan, örtülü olan kötülüklerini ortaya çıkarmak için, onları tahrik etti: -Rabbiniz, bu ağacı yalnızca sizin sınırsız veya yok olmayacak  mülke  sahip olmamanız için yasakladı.” 7 Araf 20

“Sonunda şeytan ona vesvese verdi: -Ey Adem dedi, Sana sınırsız güç ağacını ve yok olmayacak bir saltanat göstereyim mi?” 20 Taha 120

“Sadist dürtülerin özü tek bir dürtüye bağlıdır; Bir başkası üzerinde eksiksiz egemenlik kurmak, onu kendi iradesinin çaresiz bir nesnesi haline getirmek, mutlak yöneticisi, tanrısı olmak.” Erich Fromm, Yetkecilik

Bu verilmiş özgürlüğe rağmen İnsanda yeryüzünde mutlak mülk sahibi olma eğilimi vardır. Bu diğer insanlara karşı tahakküme ve saldırganlığa dönüşür ve zalimliğin/haksızlıkların da kaynağıdır.

“Ey Adem, sen ve eşin cennete yerleşin. Dilediğiniz yerden yiyin, fakat, şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” 7 araf 19

“İnsanın insanla savaşı, tekelci ve bireysel mülkiyetin, toprağı sahiplenmenin temsilcisi Kabil, mülkiyet öncesi, ilkel ortaklık döneminin temsilcisi Habil’i öldürmesi ile başlar.” Ali Şeriati

Sınırsız iktidar insan’ın boynundaki zincirdir. Elçilerin daveti, insanların üzerindeki bütün zincirleri ve sınırları kaldıran özellik taşır. Yeryüzünde kibirlenen melikler, sultanlar ve onların yardımcıları kendilerini iktidar zinciri ile, tabilerini ise baskı zincirleri ile kuşatırlar.

Ashabı Uhdud rivayetlerinde, Nemrut’un ve Kral Zı Nüvas’ın  iman edenleri ateş çukurlarına atan işkence bu melikiyet’in nihayetidir.

Hendeğin başında durmak; Mustazafların içine düşürüldükleri sınırlama ve yasakların uygulayıcıları yanında, kaçarak, yaranarak ya da korkarak mücadelenin dışında kalanları, kenarda oturup seyredenleri de kapsar.

 “İktidar tanındığı için iktidardır, otorite de kabul edildiği için otorite olur. Ancak iktidar, isteğe dayanan bir biçime sahip değilse¸ meşruiyetini kaybeder ve böyle bir iktidara karşı başkaldırı oluşur.” Maurice Duverger

Kaçışın kitlesel zirvesinde “Ben ışığa baktım, otuz yıl baktım ve ışık oldum”  der Cüneyd-i Bağdadi. Çukurun başında bakıp durmak!; Çukurdakilerin gözlerini kamaştırmak mı, yoksa aydınlatmak mı? Sorgu odasının projeksiyonu geliyor aklıma.

“Özgürlüğün elde edilmesine karşı en büyük engellerden birisi, ezmek gerçeğinin içine aldıklarına nüfuz etmesi ve böyle yaparak insanların bilincini perdelenmesidir.” Paolo Freire

İnsan özgürlüğü üzerinde oynayanlar, Allah’ın haram kılmadıklarını haram kılanlar, içeriden olsun, dışarıdan olsun Müslümanların arayış ve çözüm çabalarını sınırlayan, engelleyen bütün çabalar, yine bu yaptıklarını seyredenler sınıfındadır.

Gündemimizdeki Üç Ateş Çukuru

Kutsal(!) sınırları koruyan ahmaklar mı, yoksa sınırları yıkan/aşan şahitler misiniz?

Parsel parsel bölünmüş bir dünyada, gündemimizi oluşturan üç ateş çukurunu seyreden, bakıp ta görmeyen, seyreden körler (A’raf 179) misali bir İnsanlık(!)

Birincisi Ümmet olma bilincini kaybetmiş Müslümanların, yaşadıkları coğrafyanın dışına karşı körlüklerini gösterir. Dünyanın dört bir yanındaki ateş çukurlarını temsilen Gazze, bir açık hava hapishanesi ve bütün dünya çukurun başında oturmuş seyrediyor. Seyretmek ne kelime iyi, kötü bir şeyler yapmak isteyenlere de intikam alırcasına, fitne ateşleyenlerle dolu bir dünya.

İkincisi yaşadığımız coğrafyalarda, her an gördüğümüz ama kapı komşumuza karşı körlüğe dönüşmüş, bizden olan insanları ötekileştirmenin temsili Kürdistan. Ateş çukuruna dönmüş bir memleket ve oturup seyredenler. Yine iyi, kötü çabalayanlara karşı çamur/fitne atanlar ya da umarsız kalanlar. Aklıma, bir müsabakada yenilen takımına küfürlerle karışık taktik verip duran fanatik seyirci geliyor!!

Üçüncüsü bizi kuşatan, evlerimize, işyerlerimize kadar giren hayatımızın kendisi. Her yanı yasaklarla çevrilmiş bir ülkede yaşıyoruz. Kutuya atılan bir kağıt parçası ile işin bittiğini sanmak! Bu bir alinasyon/kendine yabancılaşma, şartlı refleks oluşturma, anlamını kaybeden tekrarlanmışlık, yani hayvanlaşma! Bu; İnsanın boynundaki zincir, uzunluğu ancak hendeğin başına kadar olan ve oradan seyretmeyi sağlayan zincir!

Ateş çukurlarının birinde ah vah edip, diğerlerinde seyredenler da var. Bu yarı körlük kendi aidiyet duygularını aşamayıp iktidar olamamaktan kaynaklanır.

“Bir çok durumda, kimliğin korunması ya da aidiyetin devamı için hakikat gözden çıkarılır. Bunları tehdit eden şeylere karşı korku oluşur.  Korkunun sonucu duygular engellenir ve insan hayvanlaşır, diğer yaşayanlardan ayrışıp kopar. Bu duygu insanı dış rüzgarların bağımlısı yapar.” Sharon Salzberg

Bunlar kaçıştan başka bir şey değildir, sahte cenneti oluşturan bir kaçış.

“Cennetin uzamı havada uçuşan çıplak insanlarla doludur. Bu uçuşun uğultusunu duyuyor musunuz? Yükseklerde uçuşan büyük kuşların kanat çırpışları gibi bir uğultudur bu. Bu çıplak insanların korkusudur ve kaçışıdır.” Elias Canetti, Kitle ve İktidar

Ateş Çukurundakilerin Yanında Olmak

Descardes “Düşünüyorum, o halde varım”, Andre Gide “Duyumsuyorum, o halde varım”, Albert Camus “Başkaldırıyorum, o halde varım” der. Neyi düşünüyorsun, kimleri duyumsuyorsun ve neye başkaldırıyorsun?

Duyumsaman gerekenler ateş çukurunda ve başkaldırmak için ateş çukuruna girmelisin, yukarıdan konuşanla seyreden arasında pek fark yok ki!

Bir rahip Gandhi’ye, kendisini en çok endişelendiren şeyin ne olduğu sorar: Cevap; “ Eğitimli insanların kalplerinin katılığı”.

Mekke’nin en baskılı anları, hendek misali bir vadiye sıkıştırılmış  ilk iman edenler kimlerden oluşuyordu?

Yaygın, avami bir söylem; “İslam’ın mesajına ilk cevap, köleler ve mevalilerden (Arap olmayanlar) geldi”. Yanlış! Muhakkak ki mustazaflar’a “Allah’ın size vaadi var” diye seslenildi, Kureyş’in kendini üstün gördüğü aristokrat zihniyeti fetih ile yıkıldı ve bu insanlar  daha sonra akın akın geldiler. Ama ilk iman edenler/öncü kadro; Bilal gibi bir-iki cesur köle, Ebu Zer gibi arayış içindeki bir kaç bedevi, Selman gibi tek tük mevali dışında, varlıklı kesimden kopanlardan oluşuyordu. Ve bu ilk nüve’nin yaklaşık üçte ikisi kadınlardır.

Bazen akademik çevrelerde(!) bile seslendirilir; “Dünyadan habersiz, yalınayak çöl Araplarından bir İslam medeniyeti doğdu”. Yanlış! O dönemin Mekke’si, Sasani’nin köle yığını toplumuna, Bizans’ın konsüllerde harcanan sofistike/boş tartışmalarına karşı, binlerce deveden oluşan kervanların uğrak yeri zengin bir şehirdi ve Bilinen Dünya’nın bütün merkezleri ile irtibatlı entelektüel bir birikimi vardı.

“İslam öncesi Mekke aristokrat yönetimi, Batı yönetim sistemleri gibi sofistike/aldatıcı konuşmalar üzerine değil liyakat, sorumluluk  ve bilgelik üzerineydi” Montgomery Watt

Ebu Bekir’in çok güzel Kur’an okuduğu rivayet edilir. Sesi arabesk şarkıcıları gibi güzel birisi mi hayal ediliyor? Bir çok yer gezmiş, bilgi zengini ve gerçek bir entelektüel’in ikna edici söylemi vardı ve bunu Kuran mesajı ile anlamlandırıyordu.

Habeşistan hicretine katılanların hemen hemen tamamı köle olmayan ve varlıklı kimselerdi, her şeylerini terk eden varlıklı kimseler. Medine’ye İslam’ı anlatan Musab b Umeyr, Mekkenin en zengin ailesinin çocuğu, en bakımlı ve en yakışıklı delikanlısıydı ve o hayatını terk edip öncülerden oldu.

Bu öncü nesil populist bir ayaklanma sevdalısı değil, “Cefasını çektik, şimdi de sefasını süreceğiz” türü sınıf atlama sevdalıları da değil, gönüllü olarak hendeğin başında seyretmeyi terk eden öncü kadroydu.

 “Köle hayatı yaşayanların kitle hareketi oluşturmaları zordur. Kölelerin kendi aralarındaki eşitlik ve samimiyetleri hayal kırıklıklarını önler. Köleliğin iyice yerleşmiş olduğu toplumlarda başkaldıranlar, sonradan köle olanlar ya da kölelikten hürriyete kavuşanlardır.” Eric Hoffer, Kitle Hareketlerinin Anatomisi

Entelektüeller, yığınlara itibar ve liderlik elde etmek için yanaşırlar. Eylem adamlarından farklı olarak, söz adamları, etki elde edebilmek için kelimelerin büyüsüne ve ideallerin kutsallaşmasına ihtiyaç duyarlar. Yaptıklarını meşrulaştırmak için Ezilmiş yoksul bırakılmış halklar için özgürlük, eşitlik, adalet ve hakikat için savaş verdiklerini söylerler” Eric Hoffer

Elçilerin takipçileri kenarda oturup kardeşlerine yapılanları seyretmediler, daveti gizleyerek seslerini kesip oturmadılar, direnişin fıkhını oluşturamamışlar gibi çukurun dibinden sadece bağırıp ta durmadılar, bir şeyler yapmak için çırpınanlara da engel olmadılar.

“Yazıklar olsun ufak tefek yardıma bile engel olanlara.” 107 Maun 7

Habeşistan hicretinden Mekke baskısının hafiflediği zannı ile dönenler arasındaki Osman b Maz’un, Velid b. Mugirenin himayesine girer. Velid b. Muğire, Osman b. Maz’un’un hiçbir şeyine karışmamakta ama diğer Müslümanlara baskısını arttırarak devam ettirmektedir. Osman b Maz’un yine çukurun kenarında oturmayı kabul etmeyen vakarla; “Diğer Müslüman kardeşlerim sıkıntı içerisindeyken, ben senin himayeni kabul edemem” der.

Mekke müşriklerinin baskısından bunalan ve Habeşistan’a hicret için yola çıkan Ebu Bekir, yoldan dönmek zorunda kalır. Mekke ye ancak, İbn-i Dağine adlı eski dostu ve hatırı sayılır bir kabile reisinin himayesinde dönebilir. Mekke müşriklerinin telkin ve baskıları ile İbn-i Dağine, Ebu Bekir’e tek şart koşar “Sesli Kuran okumayacaksın!” Ebu Bekir’in tavrı net ve açıktır “Himayeni istemiyorum, bana Allah ve Resulünün himayesi yeter”

Bu çukurun kenarında oturtup seyretmeyen insanların, şahitliği gizlemeyen yüreklerin tavrıdır.

“Topluca Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve parçalanmayın! Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün, hani siz düşman idiniz de O, kalplerinizi birleştirdi. O'nun bu nimeti ile kardeşler oldunuz. Siz, bir ateş çukurunun kenarında idiniz de sizi oradan kurtardı.” 3 Ali İmran 103

“Oturup seyrettikçe geçen ömür bir hasatlık hüsrandır”

85 Buruc 4-7 → 103 Asr 1 → 2 Bakara 266

 

Kelimeler:

1- خْدُودِ  Hudut: Hendek, yanak ,iki yan, sınır, engel

2- قُعُود  Ku’ud: Oturanlar, geri kalanlar, mevziiye yerleşenler

3- شُهُودٌ  Şuhud: Gözetleyenler, şahit olanlar

4- نَقَمُوا  Nekamu: İntikam, cezalandırmak, beğenmemek, çekememek, beğenmemek

5- فَتَنُوا  Fetenu: Fitneye düşürmek, ateşe atmak, eziyet etmek, sınamak