ATCOSS 2013’ten notlar

MURAT KAYACAN

Bu yıl Arap Türk Sosyal Bilimler Kongresi'nin (The Arab-Turkish Congress of Social Sciences - ATCOSS 2013) üçüncüsü, “Arap Baharı sonrasında Devlet, Toplum ve Adalet" başlığıyla 2-4 Mayıs 2013 tarihleri arasında İstanbul Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlendi. Kongrede Arap ve Türkiye toplumlarının tarih, kültür ve sosyal yapısı üzerine çeşitli konularda tebliğler sunuldu. Arap ülkelerinden ve Afrika’dan da tebliğcilerin katıldığı ATCOSS 2013’ü, "Ortadoğu'daki Değişimin Hükümet Dışı Aktörleri, Sivil Toplum Kuruluşları" başlığı altında Kahire'de gerçekleştirilen ATCOSS 2012 ile (26-28 Mart) kıyaslayacak olursak; ATCOSS 2012'ye katılım hem Türkiye'den hem de Arap tarafından daha azdı. Kahire'de eş zamanlı olarak üç değil iki oturum vardı. Bu yıl İstanbul’da yapılanda ise oturumlar 19:30'a kadar sürdü ve aynı anda üç salonda yapıldı. Toplam 40 oturum oldu ve 200 katılımcı vardı.

Kongrenin açılış bölümünde konuşan Başbakan Yardımcısı ve aynı zamanda sosyal bilimci olan Beşir Atalay, “Sosyal bilimci olmak yetmez. Derdimiz olmalı.” dedi. Yani sorunları tanımlamak yetmez, çözümüne de katkı sunmak gerekir. Bu bağlamda Türkiye’de var olan yaklaşık 200.000 Suriyeli mültecinin yaşadıkları, sosyal bilimciler tarafından “salt tanımlama konusu” olarak görülmemeli. Atalay, Türkiye’de yaşanan değişimde üniversitelerin rolünün az olduğunu hatta bazen statükoyu savunduklarını söyledi. Tabii ki, bu bir genellemeydi ve kastedilen 28 Şubat sürecinde “kolluk görevi üstlenen” öğretim üyeleri idi.

Yasin Aktay, Türkiye’de sessiz bir devrim olduğunu, anayasa yapım çalışmalarının sürdüğünü, İslam dünyasının ayaklandığını ve mevcut emperyalist dünya düzenine itiraz ettiğini ancak sorunun sadece emperyalistlerde olmadığını söyledi. Yani sömürgeciler baş suçlu olsalar da, İslam dünyası Malik b. Nebi’nin ifadesiyle “sömürülmeye müsait olma” halinden de çıkma çabası içinde olmalı.

“Çağdaş İslamcılığın Oluşumunda Adalet Söylemi ve Uygulaması” adlı tebliğiyle, Avustralya’dan katılan ve Türkiyeli okuyucuların Fundamentalizm korkusu: Avrupamerkezcilik ve İslâmcılığın Doğuşu adlı kitabın yazarlarından biri olarak tanıdığı Bobby Salman Sayyid, konuşmasında Kur’an’ın anayasa olduğu söylemine eleştiri getirdi ve bunun “Kur’an’ı kendisinden daha az olana indirgemek” olduğunu ifade etti. Mustafa Armağan’ın “Anayasamız Kur’an’dır.” diyen devlet başkanı kimdi?” adlı yazısından (28 Nisan 2013) öğrendiğimize göre, bu söylem, Mustafa Kemal’ın Balıkesir’de 7 Şubat 1923 Çarşamba günü verdiği hutbesinde yer almaktaydı. Mustafa Kemal, Fatih Sultan Mehmed’in kayınpederi Zağanos Paşa’nın yaptırdığı camide bizzat minbere çıkarak şöyle demişti: “Kanun-i Esasi cümlenizce malumdur ki, Kur’an-ı Azimüşşan’daki nusûstur.” Yani diyor ki: “Anayasamız Kur’an’daki emirlerdir (naslar).” Bu “Anayasamız Kur’an’dır.” Anlamına gelmekte. Bu söylemin tutarsızlığı konusunda Sayyid’e katılmamak mümkün değil. Bu slogan kulağa hoş gelse de, anayasaların da değişebilirliği ve zaman zaman haksızlığa kapı aralar nitelikte olmaları hesaba katılmalıdır. Kur’an anayasanın kendisi değil, ona da kaynaklık eden bir değerdir.

“Değişim Endişeleri ve Yeni Durumun Zorlukları Arasında Tunus Gençliği” tebliğiyle Tunus’tan katılan Tunus Jendouba Üniversitesi öğretim üyesi İbrahim Elsadaoui, Nahda hareketi lideri, Raşid el-Gannuşi’nin Raşid Halifelerden sonra 5. Halife kabul edilen Ömer b. Abdülaziz’in ardından 6. Halife olmak istediğini, Nahda hareketinin önde gelenlerinin Selefilerden oluştuğunu ve özgürlüğe inanmadıklarını, Selefilerin Suriye’ye savaşmaya gittiğini ve “Gerekirse Müslümanların zaferi için Tunus’ta da savaşırız.” dediklerini, başörtüsünün dini değil geleneksel olduğunu ve peçe, burka vs. gibi olmadığını ifade etti. Duyduklarım karşısında pek şaşırmadım. Çünkü karşımızda sanki bir Cumhuriyet gazetesi yazarı vardı. Demek ki, İslami yönetim tartışmalarının yapıldığı diğer ülkelerde de laik itirazlar benzer söylemlerle gerçekleştiriliyor. Ama bunu da İslam toplumunda bir çeşitlilik olarak görüp geçelim…

Kongrenin son gününde YÖK’ün Mevlana projesi bağlamında programa katılan ülkelerin öğretim üyeleriyle, Türkiye’den öğretim üyeleri karşılıklı akademik personel ve öğrenci hareketliliği sağlamak amacıyla görüşmelerde bulundular ve prensipte anlaşmalar gerçekleştirildi.

Görüldüğü gibi İslam ümmeti ulus bilincini bir kenara bırakıp artık tekrar büyük düşünme dönemine girdi. İnşallah bu sayede ne ABD-Avrupa ne de Rus-Çin ittifakına mecbur kalacağız. Kendi sorunlarımızı çözmek için İslam’ı dikkate almayan herhangi bir otoritenin merhametine muhtaç kalmayacağız. Suriye’deki gibi Esed zulmü yaşanırsa baği olanı durduracağız.