“Atatürk’ün sesi” diye bir yeni konumuz oldu. Aslında çok yeni sayılmaz. Epeyden beri, boyu, sesi, kahvesinin şekeri konuşulur. “Ses” konusu gene komik bir biçimde gündeme geldi, şimdi arka plana kaymaya başlar, ama bir süre sonra yeni bir komik biçim alarak önümüze çıkar. Hiçbir şey olmasa gerçek ses kayıtlarıyla radyoda, TV’de onun ağzından konuşan spikerlerin o “heybet” dolu sesleri arasındaki fark insanların dikkatini çekmeye devam eder.
“Ses”e yeniden gelmek üzere konuya biraz daha ciddi yerlerinden bakalım. İki örgüt var Türkiye’de, ikisinin de çok sayıda üyesi olduğunu sanıyorum. Biri ADD, yani “Atatürkçü Düşünce Derneği”, öbürü de ÇYDD, yani “Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği”. Birinciden, şimdiye kadar, “Atatürkçü Düşünce”nin ne olduğuna dair herhangi bir açıklama görmedim. Görmeme zaten imkân yok, çünkü böyle bir şey yok. Hepimiz düşünüyoruz, düşünmek zorundayız, zeki olanımız, daha zeki olanımız var (tabii tersi de var), bilgili olanımız, az ama, var. Ama şu saydıklarım, herhangi birimizi “Dünya Düşünce Tarihi” içinde bir “yer” sahibi yapmaya yetmiyor. Orada, diyelim Spinoza’nın yeri var, yeri olmasının nedenleri de var; Berkeley, Hume, Kant, Fichte vb. “Atatürkçü Düşünce”nin bir epistemolojisi var mıdır, bir ontolojisi var mıdır, varsa nedir? Beğenirsiniz, doğru bulur ya da bulmazsınız, Marksizm’in epistemolojisi vardır, toplum ve tarih tanımı vardır, bir ahlâk felsefesi vardır, bir hedefi vardır, bunun için bir pratik anlayışı vardır. “Atatürkçülük” için bunların herhangi birinin bir izini gösterebilir mi kimse? “Olgular” düzeyinde, zaten yok öyle biri.
Atatürk’ü filozoflar arasına katmak haksızlık olabilir. Bir Hegel veya bir Descartes’la bir komutan ve devlet adamını, felsefesinin olgunluğu düzeyinde karşılaştırmak haksızlık olabilir. İyi de “böyle yapalım” diye tutturan ben değilim. Ama birileri böyle dernekler kuruyor. “Onun düşüncesinden bir milimetre sapamayız diye” yeri göğü inletiyorsa, “Nedir bu düşünce?” diye soracağız elbette. Soracaksak, “düşünmek” denen disiplinin zorunlu yapıları içinde soracağız: “Atatürk ne düşünürdü?” deyip “En hakikî mürşit ilimdir” derdi diye cevap vermek, olmaz bu.
Filozoflarla karşılaştırmayalım, kendi gibi siyaset adamlarıyla karşılaştıralım öyleyse. Britanya’da Churchill’i seven çoktur, bu ülkenin tarihinde önemli roller de oynamıştır. Ama orada bir milim sapılmaması gereken bir “Churchill’ci Düşünce Derneği”, İtalya’da “Cavour’cu Düşünce Derneği”, Amerika’da “Abraham Lincoln’cı Düşünce Derneği” bulamayacağınız gibi. Dünya siyaset bilimi terminolojisinde “Churchillism”, “Bismarckism” gibi kelimeler geçebilir zaman zaman. Ancak, anlattıkları gerçeklik olumsuzdur, özenilecek bir şey değildir.
Böyle bir derneğin varlığı, bizatihi, bu toplumun siyasi (ve başka) bakımdan yeterince olgunlaşmadığının bir işaretidir.
İkinci dernek, ÇYDD. Şimdi burada sanki biraz daha yaklaşabiliriz “Atatürkçü Düşünce”nin ne olduğuna. “Çağdaş” bizde “modern” anlamında kullanılıyor. Demek ki bu dernek Modern Hayat, Modernleşme denen girişimi destekliyor. “Modernleşme” dediğimiz şey ise önceleri “Batılılaşma” dediğimiz şeyin (daha bir P.C. içinde) “tercümesi” gibi.
Bence de Atatürkçülük, “Cemiyet-i Akvam” içinde bir ülkenin, Türkiye’nin Batılılaşmasını (“modernleşme”sini) baş hedef olarak seçmiş, bütünüyle pragmatist bir programdır. (“program” bile orada olmayan bir “sistematizm”i ima edebilir). Bence bir “modernleşme” de değildi, ama şimdilik oraya girmeyelim.
Ama bugün, “Atatürkçüler”e, bu iki dernekte de etkin olan bazı Kemalistler’e baktığımızda “Batı düşmanı” olduklarını görüyoruz. Ajitasyonları aslında AKP’nin seçim kazanmasından önce başladı ve hedefleri Türkiye’nin AB bütünleşmesinin önlenmesiydi. Yıllarca, ordu kanalı başta olmak üzere, AB üyeliğinin bizim için vahim sakıncalarını anlattılar. “İran ve Rusya” bile dediler.
Yani Atatürkçülük, bir “düşünce biçimi” olarak tanımlamakta ısrar ediyorsak tek tutacağımız yeri olan “Batılılaşma”dan kopartıldı –Atatürkçüler’in eliyle. Peki, “Batılı” olmayan bir “modernleşme” nedir, nerede bulunur, İran’da ve Rusya’da mı? Nasıl bir “çağdaşlık”tır?
Bu, bir “ideoloji”de bir kriz. A hedefini gerçekleştirmek üzere kurulmuş bir “ideoloji”yi A hedefinin düşmanı ilân ediyor ve aynı zamanda ondan bir milimetre sapılmaması gerektiğini haykırıyorsunuz.
İdeoloji bu hale gelince, “sahibinin sesi” önem kazanıyor. Boyu ne kadardı, gözleri nasıl bakardı, falan filan.
TARAF