Yaşı tutanlar bilir. Bir zamanlar Atatürkçülük aspirin gibi bir şeydi bu ülkede. Gecekonduculuğun revaçta olduğu yıllarda belediye yıkım ekipleri kapıya dozerle yanaşınca nereden çıktığı belli olmayan bir Atatürk büstü belirir, yıkım ekiplerini savmanın son çaresi olarak görülürdü. Derken vaziyet o hâle geldi ki Atatürkçülüğü kimseye bırakmayan isimler bile “Ben Atatürkçü değilim” tarzında kitaplar yazmaya başladı. Aradan uzun yıllar geçti. Son zamanlarda ne olduysa bir geriye dönüş/irticai hareket baş gösterdi ve yeniden Atatürkçülük furyası ortalığı kasıp kavurmaya başladı. İşin garibi, mâlum kitlenin dışında mütedeyyin görüntüsü veren çevreler de bu furyanın içinde arzı endam eder oldular.
Meseleyi Gerçek Hayat Dergisinden Süleyman Şahin fikir dünyamızın önemli isimlerinden Prof. Dr. Teoman Duralı ile konuştu,
-Bilhassa 24 Haziran İstanbul seçimleri sonrası şımaran bir kitle var. Takındıkları saldırgan tutum ortada. Bunun haricinde bizim cenah da sıkıntılı. Abartılı bir şekilde 10 Kasım hassasiyeti zuhur etmiş durumda. Sahi, nereye gidiyoruz?
Karakter olmayınca dik duruş da olmaz. Müslümanlar ve de Türkler olarak bizim en önemli özelliğimiz karakter zayıflığı. Sağlam olup olmadığına bakmadan yakaladığı her dala tutunma vaziyeti bu. Atatürkçülüğün yeniden yükselmesi son İstanbul seçimlerinden sonra değil, 15 Temmuz kalkışmasından sonra ortaya çıktı. 15 Temmuz, çok sinsice tasarlanmış bir olaydı. Müslümanlığın tutunacak dal olmadığı, yani ona dayanarak bir yere varılamayacağını tebliğ maksadıyla hazırlanmış bir oyundu. Elbette başka tarafları da var. Bu arada bunu da gündeme sokmak istediler. “Aman ha! Müslümanlara, Müslümanlığa güvenmeyin! İşte sonunuz böyle olur!” demeye getirdiler.
-Küresel sistem bir taşla birçok kuşu vurmuş oldu yani.
Evet, birçok kuşu bir taşla indiriverdiler. Müslümanı Müslümana kışkırtarak toplum içinde bir güven bunalımı oluşturdular. Bu güven bunalımı içerisinde halk nereye gideceğini şaşırdı. Hâdise bundan ibaret.
ASLINDA SADECE 3 MİLYONDAN İBARETLER
-Bu durumda yükselen bir Atatürkçülük değil, bir zemin kaybı var gibi. Zemin alçalıyor galiba, ne dersiniz?
Aynen öyle. Zaten halk tabakası hiçbir zaman onu tutmadı. Onu hep belli bir kesim tuttu. Türkiye’de diyelim 80 milyondan 3 milyon civarı, kim demiş bilmiyorum ama hani şu ‘Beyaz Türk’ dedikleri kesim onu tutuyor. Halk tabakası, eski Türkçe ile söylersek ‘kara budun’ hiçbir vakit rağbet etmedi. O yüzden biraz izin verildiğinde ta 1920’lerden bu yana aleyhte partiler kuruldu. Hep ona karşı partiler…
-Peki, bu kara budunu bizim elimizle mi Atatürkçü yapma niyetindeler o zaman? Çünkü bizim cenahta ciddi bir yırtılma söz konusu.
Gayet tabi ki. Kara budunu Müslümanlar oluşturuyor. Yeni yeni, AK Parti iktidara geldiğinden bu yana Müslümanlarda burjuvalaşma eğilimi var. Öbür tarafın yapacağı bir şey yok. Onlar ancak yönlendirirler. Çünkü bu halktan değiller. Bu memlekete Fransızlar! Dediğim gibi halk kitlesi 15 Temmuz ile dehşet bir şoka uğradı. Bunun sonucunda “Türkiye’nin biricik kurtuluşu Kemal’dir, Kemalcilik’tir. Başka çıkış yolu yoktur” denilmeye başlandı.
KEMALİSTLER İKİ KESİME AYRILIR
-Evet, kara budun Müslümandır ama kafa karışıklığı içerisinde farklı beyanlarda bulunabiliyor. Son yapılan anketlerden birinde mesela Atatürkçülük yüzde 25’ler civarında en yüksek değeri alan siyasi kimlik çıktı. Muhafazakarım, dindarım ve İslamcıyım diyenlerin toplamıysa yüzde 22’lerde kaldı. Milliyetçiyim diyenler de yüzde 22 civarı. Gerçi sorular da sıkıntılı. Mesela Milliyetçiyim diyenler blok bir kesim mi? Yüzde kaçı dindar, yüzde kaçı Atatürkçü?
Atatürkçüler iki kesime ayrılır. İlki, tamamıyla çağdaşçı olan yani bırak Müslümanlığı, Türklüğe bile hayli mesafeli duranlar. İkincisi ise MHP çizgisindeki Milliyetçiler. Bu arada Müslümanların da sürgit şöyle bir hatasının olduğunu söyleyelim. Müslümanım diyen Türklüğe karşı tavır aldı, düşmanca bir tutum takındı. Bu benim de son derece asabımı bozan, irkilten bir şey. Niye aslını inkar ediyorsun?
TÜRK OLMANIN TAPUSU İSLAM’DAN GEÇER
-Burada bize ait bir mevziyi başkalarına terk durumu var, öyle değil mi? Soğuk savaş yıllarından kalma bir alışkanlık mı desek?
Öteden beri yapılan “Ya Milliyetçisin, ya Ümmetçi” ayrımı var. Bir türlü Milliyetçilik ile Ümmetçiliği bağdaştıramadık. “Ümmetçiysen Orta Asya’yı unut, Türkiye’nin millî damarlarını unut”; “Milliyetçiysen İslam’ı unut” gibi karşılıklı dışlayıcı söylemler geliştirildi. Hep şunu söylemişimdir: Türk olmanın tapusu Müslümanlıktan geçer. Nasıl ki Hz. Peygamber’e (sav) giden kapı Hz. Ali’den (ra) geçiyorsa, bu böyle.
-Sizin konuyu dile getiren ‘Omurgasızlaştırılmış Türklük’ diye bir kitabınız var zaten. Ne dersiniz, şu anda yapılan ‘İslamın omurgasızlaştırılması operasyonu’ mudur sizce?
Aynen. Bu iş sadece İslam’ın teorik değerlerinin değil, aynı zamanda pratiğinin de terk edilmesi. Şu safahat, şu gösteriş… Diyeceksin ki şimdi İslam boz bir renk midir? Hayır, rengimiz yeşildir ama safahata, gösterişe ve aşırılığa aykırıdır. İslam’da çile çekme hâdisesi var. Bu dinin bir gereğidir. Din eğlence yeri değildir. Bunu Hz. Peygamber (a.s.v.) söylüyor, ben uydurmuyorum. “Dünya mü’mine cehennem, münkire cennettir” buyuruyor. Bu kadar açık.
OSMANLI HANEDANI DIŞINDA ASİLZADE YOK
-Dedikleriniz önemli. Yaşanan pratiğe bakınca iktidarın ‘içselleştirilmesi, hazmı’ noktasındaki sorun ortada. Bizde oluşan burjuva Batıda olduğu gibi sanata ve kültüre yatırım yapmıyor. İlkel güdüler hala doyurulmamış durumda.
Batıda burjuva doğal bir seyir neticesinde varolmuştur. Toplumun kendi içinden yükselmiş, çıkmıştır. Bizdekini onunla mukayese edemezsiniz. Bizdeki her şey gibi bu da bir taklittir. Bizim burjuvamız yok, hiç olmadı. Batıda burjuva asilzadeye/aristokrasiye tepki olarak doğdu ve onun bazı değerlerini bizzat üstlendi, içleştirdi. Bizde Osmanlı hanedanı dışında asilzade de yoktu. Nitekim solcuların, komünist kesimin beklediği proleterya da hiçbir zaman var olmadı. Bunlar hep bizde taklit hâdiselerdir.
BİZ AVRUPALI DEĞİLİZ
-Türkiye toplumunu Batı dinamiklerinden okumaya çalışmak ne derece sağlıklı? Türk toplumu Batı toplumunun birebir aynı mıdır zaten?
Bu yüzden burnumuz pislikten, çamurdan çıkmıyor ya. Biz buraya bambaşka süreçleri izleyerek geldik. Biz Avrupalı olmadık, Avrupalı değiliz. Orası bambaşka bir dünyadır. Biz Asya’dan geliyoruz ve Asyalı kaldık. Bu kadar açık bir şey ve benim tercihim değil. Asyalı yahut Avrupalı olmuşsun beni ırgalamaz. Ama ortada bir gerçek var. Biz Avrupalı değiliz. Ben tercih belirtmiyor, sadece mevcut fotoğrafı sunuyorum. Bunu söyleyince de büyük tepki çekiyor. “Bu adam niye Avrupa’ya karşı?” Hayır, ben Avrupa’ya karşı filan değilim. Türk milletinin, Türk toplumunun Avrupalı olmadığını söylüyorum. Bunu söylerken gerekçelerimi de beraberinde sunuyorum.
Sizin dediklerinizi Avrupa’da şöyle tur atmış birisi pekâlâ doğrular. İçlerinde bizi resmen Arap yarımadasında sananlar bile var. Birileri istediği gibi hayal kurabilir fakat adamların doğrusu bu.
ZENGİNLEŞMEK ZARARLIDIR
Yakınız tabi, Arap’a ve Acem’e yakınız. Niye bu kötü şey olsun ki? Arap yahut Acem’in ne kötülüğü var? Evet, bugün belki Avrupa daha zengin, daha müreffeh falan filan, bunu anlarım. Ama meselenin bununla bir ilgisi yok. Sen de pekâlâ zenginleşebilirsin. Kaldı ki çok zenginleşmek de zararlıdır. Biraz önce bahsettim.
BATI GEÇMİŞİ İLE BARIŞIK OLDUĞU İÇİN BAŞARILI
-Ayrıca Avrupa kavramı da görece. Malta da Avrupa, İsveç de Avrupa, Bulgaristan da, öyle değil mi?
Elbette. Avrupalı kendi sorununu çözebiliyor mu? Herhâlde en fazla kuzey ülkeleri çözebiliyor. Çünkü onlar en fazla kendi tarihiyle barışık, tarihlerini sindirebilmiş ülkeler. Bütün mesele de bu, tarihin hazmedilmesi. Sen geçmişinle çatışıyorsan, düşmansan geçmişine, bu iş yürümez. Bütün söylediğimiz de bundan ibaret zaten. Bu şartlar altında belimizi hiçbir zaman doğrultamayız. Bir İsveçli, bir Norveçli kendi geçmişiyle çatışma halinde değil. İngiliz geçmişine düşman değil. Dünyada geçmişiyle en dost olan adam İngiliz’dir.
KRALİÇE BAŞ PAPAZDIR
-Saydığınız tüm ülkeler aynı zamanda monarşi, ilginç değil mi?
Sana cumhuriyeti kakalıyor ama kendisi orada kalıyor. Sana laikliği kakalıyor ama kendisi din devleti. Ayrıca biz zaten hep laik olmuşuz, bizim ruhbanımız hiçbir zaman olmadı ki din devletimiz olsun. Ama bakın hâlen İngiltere kraliçesi baş papaz makamında oturmakta. İngiliz tahtında oturan kral yahut kraliçe, her kimse aynı zamanda Anglikan Kilisesi’nin başıdır. İnanç hürriyeti var, o ayrı. Onun da laiklik ile bir ilgisi yok, başka bir hâdise. Nitekim bizim geçmişimizde inanç hürriyeti mevcut. Kimi zaman zayıflamış hatta kalktığı zamanlar da olmuş. Az buz değil ki, bizim 2 bin 500 yıllık bir geçmişimiz var. Bunun 1400 yılı İslam ile geçti.
İKTİDARIN EN BÜYÜK ZAAFI EĞİTİM SİYASETİ
-Peki, bugün Atatürkçülüğü tebarüz ettiren erozyon, zemin kaybı nasıl durdurulur? Yirmi yıldır iktidarda ama hâlâ okul kitaplarına sözünü geçiremeyen bir zihniyet söz konusu. Ne dersiniz?
Bu iktidarın en büyük zaafı eğitim-öğretim siyaseti olmuştur. Yirmi yıla yakın iktidar döneminde dört veya beş kere öğretim planı, programı değişti. Bilmem kaç kere bakan değişti. Bu son derece mühim, dikkat isteyen bir alandır. Her şey buradan başlıyor çünkü.
FETÖ’CÜNÜN YERİNE KOYACAK ADAMIN YOK
-Bu bir mastır plan yokluğuna mı delalet ediyor sizce? İktidara hazırlıksız mı gelindi? Daha doğrusu itildik mi?
Gayet tabi. Tamamıyla itildik. Buna hazırlıksız yakalandık. Bir kere herşeyden önce iktidar olman için kadroya ihtiyacın var. Yetişmiş insan gücüne ihtiyacın var. Zaten bu olmadığı için FETÖ’cüler bağırsaklara kadar her yere sirayet ettiler. ‘Bunlar niye temizlenmedi’ diye sorulur. Temizleyemedin çünkü yerine koyacak adamın yok. Kimi koyacaksın? Bile bile lades. Temizlendi ya şimdi, yahut tam temizlenmedi, temizleniyor diyelim. 15 Temmuz’dan bu yana büyük boşluklar oluştu. En tehlikeli günlerimizi yaşıyoruz. Son derece tehlikeli sulardan geçiyor gemi. Gemiyi yürütecek ehil adamların mevcut değil.
-Yirmi senelik tecrübede sizin gibi değerli isimleri bir araya toplayıp bir mastır plan çalışması yapılamaz mıydı? Size bu yönde bir teklif geldi mi mesela?
Mevlana Hazretlerinin bir sözü var. “Senin söylediğinin bir önemi yok. Ancak karşındaki ne anlarsa o kadar.” Yani senin dediklerini ne kadar anlıyor? Dediklerimin kaçta kaçı ne kadar anlaşılıyor? Aslında bana görev veriliyor. Fazlasıyla veriliyor. Altından kalkamayacağım, yaşım icabı artık belimi felaket büken ödevler veriliyor. Nitekim ödev deyip üstleniyoruz ama bir şey çıkmıyor. Yani bir sonuç yok.
AİLE HÂDİSESİ KALMADI
-Niçin sonuç yok? Sorun kitlede mi, yoksa iktidarda mı?
Hepsi aynı. İktidarın kaynağı bu halktır, bu millettir. Dedik ya demin, milleti oluşturan kitle Müslümanlar. İyi kötü 40 yıl, 50 yıl yürüdük. Çünkü bizden olmayanlar iktidardaydı. Onlar yönetiyordu. Şimdi bu millet, bu milletten gelen insanlar dizginleri alınca “İyi saatte olsunlar” felaket bozuldular bu işe. Bu kadar düşman kesilmelerinin en başta gelen sebebi bu. “Sen kim oluyorsun?”, “Sen nasıl oluyor da kendi kaderini eline alıyorsun?” diyor adam. Bu bir, ikincisi hata üzerine hata yapılıyor. Bu hatalardan kurtulursak, şu dönemi elden geldiğince kazasız belasız atlatırsak zamanla bu halkın içinden kadrolar çıkacaktır. Birtakım tedavilerin hazırlık safhası vardır. Perhiz yaptırır, ilaç verirsin. Kadroların yetişmesi de böyledir. Çok uzun, meşakkatli bir hazırlık devrini gerektirir.
Bir de temel bir sorunumuz var. Artık gençler Müslüman ailelerden gelmiyor. Aile hadisesi kalmadı. Çünkü eğitim aileden alınır, okuldan alınmaz. Aileden aldığın eğitimle okula gelir ve orada öğrenim görürsün. Öğrenimini eğitimin üzerine bina edersin.
GENÇLERİ ABD’YE GÖNDERMEK YANLIŞ
Başka bir yanlış da İmam Hatipler’den çıkan gençleri Amerika’ya gönderme anlayışı. En son gidilecek yer Amerika. Orada zokayı yiyip dönüyorlar. Her şeyden önce Müslümanlığı yanlış öğreniyorlar. Evangelist zırvalarla kafa dolduruluyor ve bu Müslümanlık sanılıyor. Kültürsüzleşmenin ilk göstergesi dilin kaybedilmesi. Dışarıya gitmiş gençlerde en fazla gördüğüm hadise Türkçeyi unutmaları. İngilizce dünya diliymiş, öğretim dili olmalıymış. Halbûki bir milletin namusu evvel emirde dilidir. Dili yitirdin mi hapı yuttun demektir. Çünkü dil düşünmenin dışa vurumudur. Dile hakim değilsen, düşünemiyorsun, aklın yok demektir.