[Sadece siyaseti, bürokrasiyi, eğitim, tarih ve kültürü değil değer, teamül ve sembolleriyle bizzat İslam’ı da Kemalist ideolojiye, Atatürkçü perspektife göre dizayn etmeye kalkışan sapkın ve azgın bir laik-demokratik cumhuriyet anlayışıyla kuşatılmış durumdayız. Atatürksüz bir gündem oluşmasına da Atatürk’e şükran ve minnet beyan etmeden kurulacak cümleye de neredeyse izin verilmiyor. Dönüp dolaşıp tarihle uğraşmaya hevesli değiliz elbette. Fakat kişi kültü üzerine inşa edilen tarih bizimle uğraşıyor, siyaset ve toplumu sürekli huzursuz edip tahakkümünü sürdürmek üzere bir karabasan gibi dolaşıyor.]
“Hutbede Atatürk yine anılmadı, Atatürk hutbede yine yok sayıldı” gibi manşetler Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’nün uzun ve despotik iktidarları döneminde hiç ama hiç atılmadı. Tek Adam ve Tek Parti rejiminde Mustafa Kemal’i İslami sembol ve değerlerle birlikte anmak gerici bir itham sayılırdı çünkü. Fakat 28 Şubat post-modern darbe süreci de çökünce “dindar Atatürk” kampanyasına muazzam bir biçimde yüklenildi. İş o raddeye vardı ki sadece ismimizin, iffetimizin değil kulağımıza okunan ezanların bile Atatürk sayesinde okunduğu döne döne propaganda edilir [oldu]. Dolayısıyla [bu sebeple] Atatürk’e ne kadar şükretsek, ona ne denli saygı ve sadakat göstersek hakkını [asla] ödeyemeyeceğimiz tekrarlanır durur.
İslam’ı da Kemalizm’i de Tahrif Etmeyin
Peki, “kurucu, kurtarıcı, yaratıcı, ulu önder” gibi [küfür ve] şirk içeren sıfatlarla anılan kişileri hutbe ve vaazlarda anmak İslam açısından caiz ve meşru mudur? İslam’ı kamusal hayattan söküp atmak üzere seferber olan çevrelerin iddia ettiği gibi “Diyanet’in kurucusu Atatürk’ü dualarla anmamak nankörlük” müdür gerçekten de? İslami değer ve sembollere Atatürk, Kemalizm ve Kemalist cepheden yaklaşıp ekleme-çıkarma yapmak, haramı helal, helali haram yapmak mümkün müdür? Olan biten tartışmalara bakarsak evet, gayet tabii olarak Atatürk ve Atatürkçülük adına hutbelere, dualara, ibadetlere, şiarlara içerik, şekil ve istikamet bakımından istenildiği gibi müdahale edilebilir. Çünkü adeta tek kale maç oynanıyor bir asırdır. Atatürk siyaseti, bürokrasiyi, kültürü, tarihi, bilimi, sporu, İslam’ı nasıl anlamışsa esas ve nihai ölçü olarak hiç tartışılmaksızın öyle kabul edilmesi, itaat edilmesi emrediliyor.
Cumhuriyet ve Sözcü gibi Tek Adam ve Tek Parti dönemi özlemiyle yanıp tutuşan, TSK’nın cumhuriyeti koruma ve kollama vazifesini kesintisiz bir biçimde deruhte etmesi adına türlü desiseler tertipleyen, alenen İslam karşıtlığı yapan gazeteler bir süredir Diyanet İşleri Başkanlığı’nı manşetleriyle kuşatıp muhasara altına almış durumdaydı. 23 Nisan’dan 10 Kasım’a 19 Mayıs’tan 30 Ağustos’a oradan Çanakkale Zaferi’ne önemli günlerde Atatürk’lü hutbe, Atatürk’e şükran ve dua talepleriyle sadece Diyanet İşleri Başkanlığı’nı değil hemen bütün cami ve mescidleri de ipotek altında tutmayı çok sevmiş durumdalar. Oysa [çok açık bir biçimde Mustafa Kemal, inanç ve ahlakını da siyaset ve hayat tarzını da hiçbir surette Kur’an-ı Kerim’in hükümlerine ve Hz. Muhammed Mustafa’nın (a.s.) sünnetine bakarak belirlemiyordu. Daha açıkçası Mustafa Kemal ne Kur’an-ı Kerim’e inanıyordu ne de Hz. Muhammed Mustafa’nın sünnetine saygı duyuyordu.] Takipçileri saklamaya ve tevil etmeye kalkışsa da Mustafa Kemal, Ulu Önder ve Ebedi Şef’liğini ilan etmiş biri olarak [1927 senesinde] “gökten indiği sanılan kitaplara” inanmadığını Meclis kürsüsünden [de] gururla haykırıyordu.
Âlemlere Rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’yı “yaveler uyduran Arapoğlu” gibi çirkin sıfat ve iftiralarla anarak tahkir [ediyordu. En yakın dostlarına sık sık “bütün dinleri yerin dibine geçirebilmeyi” ne kadar arzuladığını anlatmıştır.] Mustafa Kemal ve İsmet İnönü, Recep Peker, Şükrü Kaya, Mahmut Esat Bozkurt, Reşit Galip başta olmak üzere hemen bütün kurmay kadrosu pozitivist-seküler bir toplum inşa etmek üzere siyaset yapmış, kavga vermişlerdir.
Başkan Erbaş Yanılıyor, Kim Düzeltecek?
[Ölüm döşeğinde olduğu son üç ay zarfında dahi ne kendisinin ne de en yakın dostlarının, kurmay kadrosunun ağzından bir kez olsun Allah’ın rahmetine, günahlarından affına dair bir cümle çıkmıştır. Allah’ın rahmetini, merhametini hiç ama hiç anmamışlardır çünkü böyle bir şeye ne inançları ne de ihtiyaçları vardı. Mezkûr seküler dine göre Ebedi Şef olsa olsa Ebedi İstirahatgahı’na çekilip kurtardığı yurdu, yarattığı ulusu gözetip ilham kaynağı olacaktır!]
Özellikle Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın fakat genel manada diyanet, ilahiyat, medrese ve İslami kimliğe sahip kanaat önderlerinin bu tartışmalar sırasında hiçbir kompleks ve korkuya kapılmaksızın vahyin hakikatini, sünnetin ilkelerini olanca açıklığıyla kamuoyuna beyan etmeleri gerekmez mi? Maalesef Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Sözcü Gazetesi’nden Saygı Öztürk’e gönderdiği mesajda hemen her fırsatta Mustafa Kemal Atatürk için ne kadar çok dua ettiğini ispatlamak üzere bir sürü video göndermiş. Ne büyük bir acı ve utançtır ki, Başkan Erbaş “biz her vesileyle anıp, duamızı yapıyoruz” diye sadakat ispatına girişiyor.
Soralım o halde; Anafartalar Kahramanı olmak veya Cumhuriyetin kurucusu olmak gibi sıfat ve başarılar filan kişi veya falan grup için Allah’tan rahmet okunması için yeter sebep midir? [Örneğin İslam hukukunun fasık olduğu, kâfir olduğu veya zalim olduğu hususunda hüküm verdiği, şüphe belirttiği kimseler için Allah’ın rahmeti dilenebilir mi? Bu gibi kişilerin mezarı başına gidip dua edilebilir mi?] Hz. Muhammed (a.s.) böyle bir zaafa düştüğünde vahiyle nasıl uyarılmıştı, [Tevbe Suresi 84. Ayet bağlamında] hatırla(t)mak icap etmez mi? Sadece Başkan Erbaş değil tefsir, hadis, fıkıh, kelam ilmiyle maruf hocalarımız, âlimlerimiz, üstadlarımız da İslam’ın hükümlerini beyan etsinler ki bütün bir toplum için hakikati aşikâr edelim. [Ayrıca İslam’ın iman-küfür, adalet-zulüm, tevhid-şirk, ıslah-ifsad ile alakalı hükümlerini konuşmak ne hakaret ne tehdit ne de bozgunculuktur.]
İslam hiçbir surette siyasal pragmatizme, politik veya sınıfsal beklentilere kurban edilmemeli. Hassaten Kemalizm karşısında sergilenen takıyye, tevilcilik, oportünizm, korkaklık yıkıcı sonuçlar doğuruyorken medeniyet destanları yazmaya, ümmete liderlik etmeye soyunmak komik oluyor sadece. Şimdilik komik ama (Allah muhafaza) ahiret boyutu korkunç boyutlar içerebilir.
İslam üzerindeki resmi ideoloji ipoteğini kaldırmak için “mehdi” veya “mesih” beklersek verilen onca imkânın şükrünü eda etmediğimiz için (Allah muhafaza) sekinet ve bereketten, rahmet ve nusretten mahrum kalabiliriz. Tevhid bütünüyle Allah’a hasredilmiş bir inanç, ibadet ve hayat tarzıdır; geleneksel veya modern hiçbir şirke rıza göstermez.
Yeni Akit Gazetesi