Mustafa Kemâl'in nasıl bir siyasî lider olduğunu tanımlamanın yargılama konusu olabildiği bir ülkede yaşıyoruz. En son Taraf'ın Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan hakkında, bir yazısındaki "Atatürk diktatördü" cümlesi sebebiyle dava açılmış. Savcı, iddianamesinde diktatör kelimesinin hakaret olduğunu savunmuş.
Önce 'devletin savcısı'nın danışacağı ilk kaynaklardan birisi olabilecek Türk Dil Kurumu'nun Büyük Sözlüğü'nden "diktatör"ün anlamına bakalım:
1. Bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış bulunan kimse.
2. Zorba.
İlki siyaset biliminin alanına giren ve doğru sayılabilecek bir tanımlamayken ikincisi hakarete daha yakın bir tanımlama olarak görülüyor. O yüzden bir de "zorba"nın anlamına bakalım: Gücüne güvenerek hükmü altında bulunanlara söz hakkı ve davranış özgürlüğü tanımayan (kimse), müstebit, mütegallibe, despot, diktatör.
Demek ki yüce devletimizin büyük sözlüğü diktatörlüğü, zorbalıkla eş değer olarak tanımlıyor. Yani TDK bir nevi "diktatörler, aynı zamanda illa ki zorbadır" çıkarımında bulunuyor. Küçük aklımla koca sözlüğün işine karışmak istemem, "bir bildikleri vardır" deyip işin siyaset bilimi boyutuna geçelim.
Pek çok siyaset bilimi kitabında diktatöryal yönetimleri tasvir etmek için şöyle bir genel çerçeve çizilir:
a. Merkezden yönetilen ekonomi
b. İletişim tekeli
c. Tek adam tarafından yönetilip, tek partiyle temsil edilen resmî ideoloji
Yukarıdaki özellikler, Mustafa Kemâl'in devleti yönettiği yıllara bire bir uymaktadır. Şevket Süreyya Aydemir'in ünlü eserine de ismini verdiği gibi, Mustafa Kemâl de o dönemki "tek adam"dır. Nitekim, Los Angeles Times veya Westminster Gazette gibi dönemin yabancı gazeteleri de bu yalın gerçeğe işaret ederek, yani Mustafa Kemâl'i "diktatör" veya "Türk diktatörü" diye tanımlayarak haberleştirmişlerdir. (Onlara da mı dava açsak acaba?)
Mustafa Kemâl'in resmî ideolojimiz olan Kemalizm'in (veya Kamalizm'in) isim babası olduğunu, hayatı boyunca iktidarını halk onayına sunmadığını, Meclis'te "gerekirse bazı başlar kesilecektir" diyerek terör estirdiğini, vb. bir yana "Atatürk devrimleri" isimlendirmesi bile kendisinin tüm siyasî teşkilatlanmanın merkezinde yer aldığını sarih biçimde ortaya koyuyor.
Dünya üzerinde gerçekleşmiş olan devrimler genelde o devrimleri gerçekleştiren halkla (Fransız Devrimi, Rus Devrimi, vb.) özdeşleşirken, halka devrim adı altında zorla giydirilmeye çalışılan toplumsal mühendislik projeleri bile Atatürk'le müsemmâdır. Zira onların adı "Atatürk devrimleridir". Anlayacağınız hem güç zoruyla isteklerini hayata geçirtme hem de başında olduğu siyasî yapı itibariyle Mustafa Kemâl, klasik bir diktatörde bulunması gereken tüm hususiyetleri sahip bir şahsiyettir.
En az bunun kadar vahim olansa, Atatürk ismine sığınarak aynı zorbaca temayülün devam ettirilmesidir. Eğer zorbalık "gücüne güvenerek hükmü altında bulunanlara söz hakkı ve davranış özgürlüğü tanımamak" anlamına geliyorsa, "Atatürk'ü Koruma Kanunu"ndan güç alarak söz/ davranış hakkını kısıtlayanlar yapıp ettiklerini bir kez daha gözden geçirmelidirler.
Atatürk'ü Koruma Kanunu geçerli olduğu sürece yapılacak en doğru tanımlama "Atatürk diktatördü" değil; "Atatürk diktatördür" olsa gerek.
YENİ ŞAFAK