Bindiler bir alamete ama gidemediler kıyamete. Kendilerini, oldukça beceriksiz bir dilleşahsi polemiklere vurmaları da bundan.
Başından beri Gezi'nin bir istisna mekânı olduğunu yazmamın, hükümetin göstericilerle diyaloğa girmesi için aktif çaba göstermemin ve polisin zulümlerini kınamamın bir hükmü yok. #direngezi yazmayanı yandaş diyerek aşağılayacak, tahkir edecek, mümkünse linç ettirecekler. Tahayyüllerinin sınırı da bir partiye kapağı atıp milletvekili olmak kadar ancak. 2011 seçimlerinde bazı yazarlar gibi milletvekili adayı olmak için başvuranların aksine, 'Başörtülü aday yoksa, oy da yok' diye konumunu ilan etmiş birisiyle muhatap olduklarını da unutuyorlar. Geçiniz.
İşin en komik yanı ise, iki yazı işleri müdürünün kovulduğu, geri kalan yazarların istifaya mecbur bırakıldığı bir gazeteye gelip, arkadaş ve meslektaşlarının bırakmak zorunda kaldığı köşeye kurulup 'Mazlumun yanındayım' ayağına yatmaları; yetmedi, bir de üstüne medya etiği dersi vermeleri! Bana yüzsüzlüğün resmini çizebilir misin Abidin?
'Hayatınıkaybedenler, gözünü kaybedenler, yaralananlara ilişkin her tür soruşturma yapılsın, meslekten ihraç gündeme gelsin, yaptırımdan kaçınılmasın' denilmesine rağmen, sanki 'Oh, polisin de eline sağlık' denmiş gibi yansıtma canhıraşlığının sebebi başka neyle açıklanabilir?
Yakılan parti binaları, özel arabalar ve polis otoları, tahrip edilen dükkân vitrinleri, otobüs durakları, boğazı kesilen Ak Parti eski ilçe başkanı ve taciz edilen yüzlerce başörtülü kadın varken, bu şehir gerillalıklarının üstünü sadece çiçek çocuklarla boyamalarına izin vermediğimiz için olabilir mi?
Peki, 'Bana eylemci çocuklar taş attı, molotof attı, kaldırım taşı attı, yakıp yıktı dedirtemezsiniz' tavrı ile kimi nereye kadar ikna edeceksiniz?
Ayrıca 'Sermaye defol!' diye başlayan eylem 'Çare Ali Koç' yazılmalarıyla sona erdiyse,
'Kahrolsun Amerikan emperyalizmi!'cilerin elleri, Türkiye-Suriye kıyaslaması yapan CNN International'ıalkışlamaktan nasır tuttuysa,
Halkına SCUD füzeleriyle, tankla topla tüfekle saldıran ve yönetimi babasından devralan Esed'e katil diktatör diyemeyenler, bir insan daha ölmesin diye hayatının riskini sırtlayan, halkın oylarıyla seçilmiş Erdoğan'ı katil diktatör ilan etmeye kalktıysa,
Sandıkta hüsran yaşayan partisinin ne kadar hayali varsa, Ak Parti gerçekleştiriyorken, üzerindeki binlerce dolarlık kıyafetleriyle 'çapulcu' ayağına yatan iş adamları varsa,
Gezi Parkı'na yönelik esas ağaç katliamlarını yapan oteller, çevrecilerin lojistik merkezi haline geldiyse,
'Galiba burada bir terslik var' bile mi diyemeyeceğiz?
Topçu Kışlası gibi ihale aşamasına gelmekten fersah fersah uzak bir yapının Bülent Arınç'ın oğluna verildiği haberine atlarsanız,
Kazlıçeşme mitingine gidenlere otoyolda geçiş üstünlüğü tanıyan tabela olduğuna inanırsanız,
'İstanbul Emniyet Müdürü görevden alındı, 200 polis rozet bırakıp göstericilere katıldı, falanca otoparkta işkencehane kuruldu, bir genç panzer altında ezilerek öldü' haberlerini çoğaltırsanız,
'twitter kapatıldı' diye tivit atanları, portakal gazı şayialarını yayarsanız, bizim de sanırım 'Yeter beee!' deme hakkımız olabilir. Hatta işi gazetecilik melekerinizi nerede bıraktığınızı sormaya kadar da vardırabiliriz.
Duran Adam meselesine gelince… Kendisine CIA ajanı demedim, eyleminin 'orantısız zekâ'olmadığını, durarak protesto etme yönteminin Gene Sharp'ın sivil itaatsizlik yöntemlerini anlattığı kitabında yer aldığını belirttim. Ayrıca bu eylem biçimini de destekliyorum, gündelik hayatı aksatmadıktan, başkasına ve çevreye zarar vermedikten sonra matine suare durulsun. İnsanlar tepkilerini, yaslarını, öfkelerini böyle yansıtsın.
Ancak çok ilginçtir, 500.000 kişinin doldurduğu Taksim Meydanı 1977'de birbirine girdiğinde işin içinde sadece derin devleti değil, CIA'i arayanlar ve hatta 'bulanlar', mevzu ülke çapında milyonların yürüdüğü bir eylem olunca hiçbir yabancı istihbarat örgütünün yanlarından dahi geçmediğine ikna etmeye çabalıyor. Tutarlılığın da resmini çiz sen, Abidin.
'Böyle giderse, birkaç halk otobüsü daha yanar' derken, 'İçimden devrim demek geliyor' diye hülyalara yatarken, oturduğunuz kafe veya ofislerden gençleri barikatlara sürerken, insanlarımız can verdi, gözünü kaybetti, yaralandı, hanımlar beyler!
Tayyip Erdoğan, bundan sonra, dünya tatlısı bir üslupla teletabi dlinden de konuşsa, dünyanın insan haklarına en saygılı polis teşkilatı da kurulsa, bütün yasalar istediğiniz gibi düzenlense de onlar geri gelmeyecek. Ama siz, bir temizlik işçisinin maaşına eşit ayakkabılarınızı giyip sokağa çıkacak, yurt dışındaki kafelerde keyif çatacak, manzaralı ofislerinizden ahkâm kesmeye devam edeceksiniz. Vicdan müsveddesi olduğunuz kesin ama bu saatten sonra sizi kim temize çekebilir, onu bilmiyorum.
YENİ ŞAFAK