Tam adı “Işık Tarikatı (Fetullahçılık) Raporu’’. 1999 yılı nisan ayında Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral’ın talimatıyla İstihbarat Şube Müdürü Osman Ak’ın koordinasyonundaki bir ekip tarafından hazırlanan rapor, devlet içindeki en erken FETÖ uyarılarından biri kabul ediliyor.
Ama “Işık Tarikatı” adındaki gibi resmî cehaletler bir tarafa bu raporda Emniyet içindeki Fetullahçılar olarak fişlenen isimler arasına cemaatle ilgisi olmayan pek çok isim de girmişti.
O isimlerden Hanefi Avcı, Adil Serdar Saçan gazetelere de düşen listeleri İçişleri Bakanlığı’na şikayet ettiler. İdari soruşturma kısmı görevden el çektirme cezalarıyla sonuçlandı.
Saral ve Ak’la birlikte soruşturulanlardan biri Emniyetteki Fetullahçılar listesini hazırlayanlardan komiser Z.G.ydi. İdari soruşturmadan ceza almadan kurtuldu.
Z.G. ardından Ankara Emniyet İstihbarat Şube Müdürü ve sonrasında Bolu Emniyet Müdür yardımcısı oldu.
Ve 1999’da Fetullahçı polis listeleri yapan ekip içinde yer alan R.G., 17/25 Aralık sonrası meslekten ihraç edildi. Hakkında tutuklama kararı çıkarıldı, mahkeme tarafından serbest bırakıldı ve izini kaybettirdi. Halen Ankara Emniyeti’nde 2008-12 arasındaki bir dinleme skandalı davasının sanığı…
Saral, Ak ve raporu hazırlayan emniyetçiler, sadece idari bir soruşturmaya da uğramadılar, kısa bir süre sonra ortaya çıkan bütün gazetelerin manşetlerine çıkan bir Telekulak skandalının da sanığı oldular. Ankara’da pek çok ünlü ismi dinledikleri iddia edilen emniyetçilere Ankara Emniyeti’ndeki çalıştıkları kattan hareketle “8. Kat çetesi” adı bile takıldı. Ancak 2003 yılında hepsi davadan beraat ettiler. O davanın sanıklarından biri komiser S.Ö.’ydü. O da Emniyet’teki Fetullahçılar listelerini hazırlayanlardan biriydi.
Ardından Ankara Emniyet İstihbarat Dairesi başkan yardımcılığı, Teknik Büro Müdürlüğü, Mardin Emniyeti İstihbarat Dairesi Başkanlığı yapmıştı. Ve o da 17/25 Aralık’tan sonra görevden alındı. 2015 yılında Ankara merkezli paralel yapılanma davasında tutuklandı.
1999’daki listede Fetullahçı emniyetçi olarak ismi yer alan Adil Serdar Saçan İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü yapıp emekli olduktan sonra 2008’de, Emin Arslan, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı iken 200’da ve Hanefi Avcı Eskişehir Emniyet Müdürü iken 2010 yılında cemaatçi polis ve savcıların kumpas operasyonlarında tutuklandılar.
1999’daki listede adı Fetullahçı polisler arasında 12. Sırada geçen B.A. ise o sırada Emniyet İstihbarat Dairesi Teknik Şube Müdürü’ydü. Uzun yıllar burada çalıştıktan sonra Türkiye İletişim Başkanlığı’nın (TİB) kuruluşunda yer aldı. 2011 yılında MİT’in Elektronik ve Teknik Hizmetler Başkanı oldu. 29-30 Aralık 2o11 günleri Başbakan Erdoğan’ın çalışma ofislerinde Başbakan’ın koruma ekibindeki cemaatçi polislerin prizlere yerleştirdiği böcekleri o buldu. 17/25 Aralık’tan bir ay önce MİT’te pasif göreve alındı. 15 Temmuz’dan sonra FETÖ soruşturmasında tutuklandı. Örgütün üyesi olmadığını, onlardan ayrıldığını iddia ediyor.
12 Haziran 2009’da Taraf gazetesinde yayınlanan İrticai Mücadele Eylem Planı, dört gün sonra Genelkurmay Adli Müşavirliği tarafından bir askerî bilirkişiye inceletilmişti. Piyade Kurmay Albay Mehmet Partigöç başkanlığındaki bilirkişi, “irtica ile mücadele eylem planının askeri yazışma usullerine uymadığı”na yani gerçek olmadığına hükmetti. Rapor üzerine, planın altında imzası olan Dursun Çiçek hakkında askerî yargıdan “soruşturmaya gerek yok” kararı çıktı. Çiçek, daha sonra ortaya çıkan “vatansever bir subayın” sivil savcılığa gönderdiği ıslak imzalı olduğu söylenen plan nedeniyle tutuklandı.
O tutukluyken 2013 yılının ağustos ayında Cumhuriyet gazetesinde Yüksek Askerî Şûra kararlarıyla ilgili şöyle bir haber çıktı:
“Ergenekon Davası’nda yargılanan Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlandığı iddia edilen bir belgenin, askerî yazışma usullerine uygun olmadığı yönünde bilirkişi raporu hazırlayan Albay Mehmet Partigöç de terfi ederek, Genelkurmay Personel Plan ve Yönetim Daire Başkanlığı’na atandı.”
17/25 Aralık 2013’ten sonra TSK içindeki paralel temizliği ve YAŞ’ta atanacak terfi edilecekler listesi Mehmet Partigöç’ün başkanlığındaki dairenin sorumluğundaydı.
2014 yılında Akşam gazetesinde çıkan “Karargâhta 40 Paralel Paşa” manşeti için Genelkurmay, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık’tan tekzip yayınlanmasında etkisi olup olmadığını bilmiyoruz.
2015 yılında Anayasa Mahkemesi kararıyla tahliye olan Dursun Çiçek, 1 Kasım seçimlerinde CHP’den Meclis’e girdi.
2004 yılından 2009’a kadar Genelkurmay Başkanlığı’nın en kritik dairelerinden Bilgi Destek Dairesi’nde çalışmış Çiçek,
31 Mart 2016 günü Meclis’te düzenlediği basın toplantısında şöyle dedi: “FETÖ denen, paralel devlet yapılanması denen örgütün Silahlı Kuvvetlerde darbe yapacak, onu ele geçirecek gücü yoktur. Ancak özellikle istihbarat, bilgisayar ve insan kaynakları yönetiminde etkin olduğu noktalar vardır. Oralardan da temizlenmesi ve bir an önce Silahlı Kuvvetlerin millî ordu, cumhuriyetin ordusu vasfına yüzde yüz kavuşturulması esastır."
4 ay sonra ordu içindeki FETÖ darbe girişimi yaptı. Darbe bildirisi ve atama listesinin altında imzası olan darbenin liderlerinden biri Genelkurmay Personel ve Yönetim Daire Başkanı Tuğgeneral Mehmet Partigöç’tü. Partigöç, darbe ve FETÖ üyeliğinden tutuklandı.
Onunla aynı dönemde Genelkurmay karargahında görev yapan Mehmet Dişli, 2012 yılında Genelkurmay Proje Yönetimi başkanlığına atandı. 2014 ve 2015 yılında MİT’in Milli Savunma Bakanlığı’na verdiği paralel subaylarda listesinde onun da adının geçtiği iddia edildi. Buna rağmen 2015 yılındaki Yüksek Askerî Şûra’da tümgeneralliğe terfi ettirildi. Başında olduğu birimin adını Stratejik Dönüşüm Dairesi olarak değiştirdi. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın 15 yıl birlikte görev yaptığı yakın bir arkadaşıydı. 15 Temmuz gecesi AK Partili bazı vekiller onu arayıp ne olduğunu öğrenmeye çalışmışlardı. Darbe sabahı Hulusi Akar’ı Akıncı Üssü’nden Çankaya Köşkü’ne getiren helikopterde o da vardı. Saatlerce Başbakanlıktaki darbeyi geri püskürtme toplantısına katıldı.
Daha sonra darbenin liderlerinden biri olduğu ortaya çıktı, darbe planının onun başındaki dairede planladığı iddia edildi, tutuklandı.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Darbeyi bastırırken bile Adil Öksüz kaçırıldı, darbeden bir ay sonra 22 Ağustos’ta Ankara Emniyeti’nde FETÖ soruşturmalarına bakan, listeler hazırlayan Terörle Şube Müdür Yardımcısı B.Ç., FETÖ soruşturması çerçevesinde gözaltına alındı. Orduda paralele mücadele edilmediğini yazan Rasim Ozan Kütahyalı’ya Genelkurmay’da paralelle mücadele edildiğine dair bilgi veren askerî savcı dahi FETÖ’den tutuklandı.
Yani at izinin it izine nasıl karıştığının, bunu gözle görmenin mümkün olmadığının da böyle uzun bir tarihi var.
“Caferi iş adamları”nın patronluğunda diyerek Gezici gazete çıkarıp, daha önceki operasyonlarda tutuklattığı isimleri bu gazeteye yazar yapıp, hepsinin üzerinden 17/25 Aralık tapelerini pazarlayabilen bir akılla karşı karşıyayız.
Ama at izinin it izine karışmasının tek sebebi, haklı bir şüphe ve güvensizlik hissine sebep olan bu örgütün bu becerileri değil.
At izini it izine karıştırma listesinin birinci sırasında bu mücadeledeki önceliklerin, kriterlerin ve boyutun belirsizliği var.
Milyonlarca insanın çeşitli biçimlerde, derecelerde içine girdiği, çeşitli derecelerde ve biçimlerde temasta olduğu, çok daha büyük kalabalıkların bir zamanlar içine girip çıktığı kapısında üyelik kaydı tutulmayan 40 yıllık bir yapıyla kurulan bu çeşit çeşit ve derece derece ilişkilerin hangi durumlarda suç kapsamına girdiği hakkında herkesin, hatta her şehrin ve hatta her kurumun kendine göre kriterleri mevcut.
En sağlam kriter olan Bylock programını kullanmada bile programı deşifre eden MİT, kullanıcıları üç dereceye bölmüş, kırmızı gruptakiler hakkında derhal işlem yapılmasını diğerleriyle ilgili ek delillerle hükümler verilmesini istemesine rağmen bu kritere de uyulmadığı anlaşılıyor. Şu anda ortaya çıkan mağduriyetlerin sebeplerinden biri örneğin 2010 KPSS’sinde belli bir puanın üstünde alan ve cemaatin yanlış verdiği söylenen üç soruyu yanlış yapan herkesin işten atılması. Ya kendi emeğiyle yüksek puan alanlar ve kendi hatasıyla o üç soruyu yanlış yapanlar?. Kriterlerden biri olan Asya Finans’ta hesabı olmak ya da işlem yapmanın da farklı uygulamaları var. 17 Aralık 2013’ten sonraki işlemler mi yoksa kurum hakkında cemaatin kampanya başlatmasından sonraki işlemler mi? Peki, bu bankayla çalışmak örgüt üyeliğine delil olacaktıysa neden ilk gün kapatılmadı diye bir soru ise ortada duruyor.
Bir anda, özellikle aciliyeti olmayan pek çok kurumda aynı anda yapılan bu denli kitlesel tasfiyelerde böyle sonuçlar ortaya çıkması kimse için sürpriz olmamalı.
Halbuki, en acil olarak soruşturulması gereken darbeye doğrudan katılmış, destek vermiş kadrolar olmalıydı. Bylock ağı bunun için somut bir zemin ortaya koymaktaydı. Bu aciliyet listesinde olanların yüzlercesinin hâlâ yakalanamadığını, çok daha fazlasının darbeden önce yurtdışına kaçmış olduğunu da ekleyelim. Onların iadesi ya da bulunması gibi daha acil ve çetin işleri olan devlet görevlilerinin, savcı ve hakimlerin taşradaki bir meteoroloji müdürlüğünde görevli memurun banka hareketlerine yoğunlaşması iyi bir fikir değil.
Bütün bu haklı mücadeleyi verirken daha büyük bir sorun da beş yıl önce bütün bu olanlara da kapı açan Ergenekon süreci hiç yaşanmamış gibi sevmediğimiz, fikirlerine katılmadığımız herkesin tutuklanmasında sorun görmeme hâli, siyasi ve fikirsel düzlemde mücadele edilmesi gereken durumlarda da savcıları göreve çağırma alışkanlığının sürmesi.
“Kesin yapmıştır”, “Zaten karanlık bir adam” “Vardır bir şeyler” diye özetlenecek hukuk kriterleri, “Bunu tutuklamayan hakim/savcı kesin Ergenekoncu” gibi tehditler, tutuklu yargılama ısrarı, medya üzerinden yapılan tutuklanacaklar listeleri, iddianameleri önce gazetelerde yazma alışkanlıkları geçmişten en ufak bir ders alınmadığını gösteriyor.
Bu mahalle baskısı altında, kendi üzerlerinden FETÖ’cü gölgesini kaldırmak, yeni dönemde sivrilmek, bonusları toplamak gibi çeşitli motivasyonlarla tasfiye listeleri oluştururken bürokrat, polis, savcı, hakimlerin adalet terazilerinin şaşması çok sürpriz değil.
Yine bu mahalle baskısına karşı eleştirileri dillendirmek, itirazlarda bulunmak zorlaşıyor. Tıpkı Ergenekon döneminde olduğu gibi.
Bu cesareti gösterebilen Ali Bayramoğlu gibi daha 2010’larda cemaati şeffaflaşmaya çağırmış, 2011’lerden itibaren açıktan cemaat operasyonlarını eleştirmiş, herkesten önce uyanmış bir ismin bugün için yaptığı (tamamına katılırsınız katılmazsınız ama mutlaka kulak kabartılması gereken) uyarılara tahammülsüz olmak, bu kontrol mekanizmalarını susturmak gibi lüksümüz yok, kimsenin de buna hakkı yok.
Herhalde böyle bir karmaşa en çok, bu havaları seven FETÖ’cülerin işine geliyor. Hem 15 Temmuz’la şoke olan kendi taraftarlarının sarsılan imanlarını yeniden kazanıyorlar, kopuşları durduruyorlar, hem de Adil Öksüz örneğindeki gibi yangından ilk kurtarılması gereken demirbaşlarını kurtaracak bir alacakaranlık ortamı yakalıyorlar.
Elimizdeki en büyük şans ise doğrudan Cumhurbaşkanı’nın ağzından bu eleştirinin duyulması. Daha önce 28 Şubat soruşturması operasyonları sürerken “dalga dalga operasyonlarla” ülkenin sürekli gergin halde tutulmasına itiraz ettiğinde de anlamayanlar olmuştu.
Halbuki korku ve ümit dengesi bütün sistemlerin hatta inançların temelidir.
15 Temmuz ve Yenikapı’dan yükselen umudu, herkesi tutuklu yargılama ısrarları ve haksız işten çıkarmalarla ortaya çıkacak korkuya ezdirmek darbecilerin yapamadığını yapmak olacaktır.
Bütün bu hesaplaşmaların, sonunda herkesin güvende olacağı, hak edenin hak ettiği yere geleceği, kimseye kumpas kurulamayacak, kimsenin medyadan yargısız infaza uğramayacağı, hukukun ve demokrasinin hakim olacağı bir Türkiye için olduğu umudunu korumak herkesin görevidir.
Belki bu umudu yok etmeye çalışan herkesi delil aramadan FETÖ’cü ilan edebiliriz...
Türkiye