Astana’da Varılan İdlib Mutabakatından Sonraki Süreç Nasıl Olacak?

Yazısında Astana’da İdlib’e dair varılan mutabakatı değerlendiren Merve Şebnem Oruç, muhaliflerin güçlü bir liderlikle gelecekteki siyasal mücadeleye hazırlanmasının ve Türkiye’nin Özel Suriye Temsilciliği masası kurmasının önemini vurguluyor.

Merve Şebnem Oruç’un konuyla ilgili bugünkü Yeni Şafak’ta (17 Eylül 2017) yayınlanan “Türkiye’de de Devletin En Üst Makamının Suriye Özel Temsilcisi Olmalı” başlıklı yazısını bazı ifadelerini tartışmalı bulmakla birlikte tam metin halinde ilginize sunuyoruz:

Garantör ve gözlemci ülkelerin katılımıyla bu hafta 6.’sı düzenlenen Astana görüşmesine kadar herkeste gergin bir bekleyiş vardı. Ana gündemi İdlib’de çatışmasızlık sürecinin başlatılması olan toplantı öncesi, İdlib şehir merkezi ve çevresinde muhalifler arasında çıkan çatışmalar sonrası Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) grubunun kontrolü ele geçirmesi nedeniyle sadece Türkiye’de değil, geçtiğimiz günlerde gittiğim bölgede de endişeli bir ruh hali hakimdi.

Her ne kadar geçen yıl El Kaide’den ayrıldığını açıklasa da kendisine farklı gözle bakılması imkansız görünen El Nusra’nın domine ettiği HTŞ varlığı, ABD tarafından İdlib’e müdahale sebebi olarak birkaç kez zikredilince, Türk kamuoyu bu tavrı ABD’nin PKK/PYD’yi bu alana sokma planı olarak gördü. İdlib bölgesinde yaşayanlarda ise bu korkunun yanısıra, Halep ve benzeri bölgelerde yaşananlar gibi bir senaryonun, yani Rusya ve İran’ın desteğiyle rejimin bölgeyi bombalayacağı bir akıbetin kendilerini bekliyor olabileceği endişesi vardı.

Bu ruh hali Suriye’de süregelen trajedi ve Türkiye’ye yansımaları nedeniyle doğaldı. Ancak bu tedirginliği artıran biri Suriyeliler, ikincisi Türkiye açısından iki temel sebep vardı. Birincisi muhalif grupların parçalanmış hali... Halihazırda Suriye halkı da muhalif grupların birbirleri arasında çatışmasından bezmiş; rejimin geri dönmesine neden olan etkenlerden biri olarak bunu görüyor. İkincisiyse, Türk medyasında Suriye’yi tek kadrajdan görenlerin kasıtlı/kasıtsız paylaşımlarının ciddi dezenformasyona yol açıyor olması. Bu iki neden her şeyden önemlisi çatışmaları kaydadeğer biçimde azaltan Astana sürecinin değerini ve oynadığı rolü düşürüyor.

Örneğin, İdlib’deki çatışmalarda şehrin hızla HTŞ’ye geçmesi, Nusra’nın en güçlü muhalif grup olduğu algısını güçlendirmişti. Oysa İdlib’i dolaşırken hemen fark edebiliyorsunuz: Başka bölgelerden gelenlerle dolup taşmış İdlib’de büyük bir çatışma yaşansa sivil can kaybı korkunç boyutlara ulaşırdı. Oradayken bu çatışmalara dair sorduğum ilk soru bu nedenle, “Ahrar’eş Şam çekilmeyi seçti, değil mi?” oldu. Dahası Nusra’nın en güçlü muhalif grup olduğu miti, özellikle Türkiye’nin “İdlib’i terk et” baskıları sonrası yapının yaşanan iç kavgayla çözülmeye başlamasıyla çökmeye başladı. Bu da muhalif grupların aslında zayıf olduğu, güçlerini Nusra’dan aldıkları okumasının yanlış olduğu kanaatini güçlendirdi.

Öte yandan, PKK’nın ABD’den aldığı destekle büyüdüğü ortamda, önce DAEŞ sonra Nusra nedeniyle Suriye’ye dışarıdan müdahale edilmesi ve muhalif grupların bekleneni verememesi, bu savaşın kazananının Esad olduğu fikrinin Türkiye’de de giderek daha fazla zikredilmesi. ÖSO, ABD başta olmak üzere ‘Suriye’nin dostları’ grubundaki ülkelerin farklı yönlere çekiştirmesi sonucu zayıfladı. ABD ‘sakalsız muhalif’ arayışına girerken, diğer ülkeler kendilerine yakın buldukları grupları desteklemeye başlayınca muhalifler iyice parçalandı, rekabete girdi. Suriye muhaberatı, bu gruplara sızarak fitneyi körükledi. Yıllarca ağır baskı altında yaşamış Suriyeliler, bırakın devrim yapmayı, protesto tecrübesine dahi sahip değilken, haklı direnişleri yüzünden sorgulanır oldu. Hapishanelerden en başta  El Kaide tutuklularını salan Esad, aşırıcılığı körükledi. Rejim aynı zamanda evvelde Kürtlere kimlik dahi vermediği halde kuzeyde PKK’ya ilk alan açandı. İran destekli milisleri ve Hizbullah’ı ülkeye davet ederek yabancı savaşçı olgusunu da o başlattı. Direnişçiler “Esad dışarıdan yardım alıyorsa biz de almalıyız,” diyerek kendilerine katılan yabancıları sıcak karşıladı. Ama onların getirdiği aşırılık, dağdan gelenin bağdakini kovmasına yol açtı ve muhalifler zayıfladıkça zayıfladı. Buna rağmen, Suriye’de muhalifler çok can kaybetse de çok önemli bir şey kazandı. Esad rejimine başkaldırdılar ve artık muhaliflerin de Suriye’de söz hakkı var. Muhaberat rejimi, bundan sonraki nesillerin beyinlerini kontrol edemeyecek, onları korkuyla bastıramayacak. Suriye’de yaşanan trajedinin ‘devrim’ diye anılabilecek bir tarafı varsa işte o buydu ve başarılı oldu. Tam da bu nedenle Esad bugün kalıcı gibi gözükse de aslında bu uzun sürmeyecek. Suriye’nin gelecek nesilleri, en azından yaşadıkları travma sonrası yalnız bırakılmayıp rehabilite edilirlerse radikalleşme tehdidinden de kurtulup gelecekte çok önemli bir rol oynayacak.

Bu yüzden Astana’da Türkiye’nin titiz şekilde yürüttüğü sürece hak ettiği değeri vermek gerekiyor. Yalnız İdlib’de mutabakata varılması değil, Dera, Kuneytra, Rastan ve Talbise ile Doğu Guta’da da çatışmasızlığın devreye girmesi çok önemli. Daha önemlisi İdlib, Lazkiye, Hama ve Halep bölgelerinde devriye gezecek gruplara Türkiye de gözlemci gönderecek, yani Suriye’nin diğer bölgelerinde de çatışmasızlık sürecini takip edecek. Burada dikkat edilmesi gereken husus, gözlemci olacak kişilerin sahada sadece Ankara’nın tavrını yansıtacak liyakatli insanlardan seçilmesi.

Diğer önemli husus, Rusya’nın muhaliflerin Suriye’nin geleceğindeki yerini kabul ediyor oluşu. Rusya elbette çıkarları gereği Baas yapısından vazgeçmeyecek ancak Esad’ın kalması konusunda ısrarcı olamayacak. Muhaliflerin iç çatışmaları kesilip ortak tavır almaları sağlanabilirse çatışmasızlık sürecini müteakip siyasi görüşmelerde muhaliflerin kazanımları çok daha fazla olacak. Burada, tüm yerli muhalifleri ama en başta da Suriye halkını güvende hissettirerek liderlik yapacak bir Suriyeli’ye ihtiyaç var. Daha önce bir yazımda da dile getirdiğim gibi, daha önce ABD gibi ülkelere meyletmemiş, bu kirli savaşta temiz halini olabildiğince korumuş, askeri geçmişi nedeniyle meseleye nizami gözle de bakabilecek Riyad el Esad veya onun gibi birinin Türkiye tarafından desteklenmesi ve güçlendirilmesi büyük önem arz ediyor.

Türkiye’de yaşanan veri kirliliğinin önüne geçmek içinse hükümetin kendi tavrını doğru şekilde yansıtacak bir kamuoyu bilgilendirme aracını tahsis etmesi gerekiyor. Önceden kamu diplomasisi bu işi hakkaniyetle yapmaya çalışıyordu ama bu kurum dağıldı. Bu yapının yeniden canlandırılması lazımken, ABD’de ve Rusya’da devlet başkanlarının nasıl ki Suriye Özel Temsilcisi varsa, Türkiye’de de Cumhurbaşkanı’nın Suriye Özel Temsilcisi olması gerekir. Böylece hem iç hem dış kamuoyu Suriye’de devletin en üst makamının tavrını doğrudan takip edebilir. Bu da manipülasyon ve dezenformasyonları muhakkak minimize edecektir. Suriye’de daha önce farklı nedenlerle pek çok geç kalmış olabiliriz ama gelecek inşa edilirken atılacak hiçbir adım geç olmayacaktır.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!