Yeni Medya Düzeni Konferansı’nın ikincisi İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde gerçekleşti.
Konferansın büyük heyecanla beklenen konuşmacısı Julian Assange, konferans salonunu hınca hınç dolduran izleyiciler tarafından yoğun sevgi gösterileriyle karşılandı.
Assange, özellikle veda anında patlayan ve durmak bilmeyen alkış tufanı ile ‘bravo’ sesleri karşısında mahcubiyetini gizleyemedi. Video konferans ekranından uzun süre ayrılamayan Assange’ın bir ara gözlerinin dolduğu görüldü.
Doğuş Yayın Grubu tarafından düzenlenen Konferans’ın son oturumu, medya sponsoru ntvmsnbc’nin Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Yeşiltepe tarafından açıldı. Yeşiltepe, geçen yıl düzenlenen ilk Yeni Medya Düzeni Konferansı’nın hemen ardından dünyada çok önemli bir gelişme yaşandığını hatırlattı.
Yeşiltepe şöyle devam etti. “Taşları yerinden oynatan, siyasal rejimleri sarsan bu internet dalgasını bir internet sitesi yaratmıştı. Bu dalga kısa zamanda bir tsunamiye dönüştü. Bu dalganın mimarlarından biri bir gazeteciydi. Julian Assange, ‘ben bir gazeteciyim, ama yeni bir tür gazeteciliğin emekçisiyim’ diyor. Altını çizmeliyiz ki yolsuzluk ve zulme karşı halkları uyandıran belgeleri yayımlayan WikiLeaks gazeteciliğe yeni bir boyut kazandırdı ve halkın medyadan beklentilerini değiştirdi”.
Yeşiltepe, daha sonra WikiLeaks kurucusu Julian Assange ile söyleşiyi yönetecek olan duayen gazeteci Oğuz Haksever’i sahneye davet etti. Haksever, izleyicileri selamladıktan sonra Assange ile görüntülü bağlantıyı başlattı. Assange perdede belirdiğinde salonda kopan alkış tufanı görülmeye değerdi.
“Şu anda ev hapsinde tutuluyor olmasaydım Türkiye'de olmak isterdim” diye konuşmasına başlayan Assange, WikiLeaks ile yola çıkarken gerçeklerle karmaşık ilişklerimizi değiştirme umudunu taşıdıklarını söyledi. Assange şöyle devam etti:
“Bugüne kadar gerçeklerle olan ilişkisi son derece karışıktı; Gerçekler finansla ilişkiler, entrikalar ve politik süreçler kullanılarak, karmaşık yollarla saklanabiliyordu. Peki saklanan gerçeklerin bilinmesi reform yaratmaya yeter mi? Yetmez; gerçekleri bilerek belki her şeyi değil ama oldukça fazla şeyi değiştirebiliriz. Bu umut artık pek çok halkta yeşerdi.
WikiLeaks’in geçen hafta 5inci yılını doldurduğunu söyleyen Assange, dünyada 50’ye yakın bağımsız basın kuruluşuyla bu güne geldiklerini söyledi. WikiLeaks belgeleri sayesinde basın organlarının niteliklerini kıyaslama imkanı bulduğumuzu söyleyen Assange “Batı medyası, ciddi bir reformdan geçmesi gereken bir güç” dedi.
Assange konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Batı basınıyla kıyaslandığında Türkiye’deki medyanın kendinden utanmasına gerek yok. Elbette Türkiye içinde utanç duyulabilecek konular olabilir, Kürt gazetecilerin cezaevinde olması gibi. Ancak New York Times, The Guardian gibi yalancı peygamberlerle, ki bunlara El Pais’i, Fox News’u da katabiliriz, kıyaslandığında Türk medyası daha güçlü ve sağlam görünüyor. Bu bence Türkiye’de bir trend. Türkiye’de kendiliğinden yükseltmekte olan bir farkındalığın dışavurumu. Gelişmekte olan ülkelerdeki medya artık The Associated Press veya New York Times tarafından duyurulan bilgileri derleyen bir araç değil artık.
"İlginç bir deneyimimi anlatayım. İki ay kadar önce Kurtlar Vadisi: Filistin adlı filmi izledim ve oldukça şaşırdım. Ve bu şaşkınlıktan da tuhaf bir haz duydum. Bu tabi filmin konusunu veya tarzını doğru bulduğumdan değil. Kitleler, Hollywood tarzı saldırganlığı kullanan sinemayı sever. Ancak burada farklı bir Hollywood filmi vardı. Die Hard 2’ye karşı Kurtlar Vadisi… İlkinde Müslümanları öldüren Amerikalılar varken diğerinde İsrail karşıtı kahraman Türkler vardı. Hollywood’un gösterdiği dünyaya aletrnatif başka bir dünya resmi çiziliyordu. Kafanızda birden ışık yakan bir tezat; buna şahit olunca, gerçekleri anlamanız daha kolaylaşıyor.
“Kendi tabloid basınınız var mı? Kendi kültürünüzün dünyaya bakışını gösterebilen, Hollywood tarzı olsa da olmasa da medyanız, sinemanız var mı? Yoksa agresif bir şekilde üstünüze dayatılan Hollywood tarzı kültürün aynısını kopyalamak mı istiyorsunuz? İşte burada size dayatılan aslında o ülkelerde egemen olan elit kesimin gücü.
“İletişim ve Bağlantı olanakları sayesinde yeni perspektifler kazanıyor olmamız beni umutlandırıyor. Bir tarafta Die Hard, Fox News, öbür tarafta Kurtlar Vadisi... Bireyler birbirine ulaşabilir oldukça, kendilerini doğrudan ifade etme, birbirlerini anlama şansı buluyor. Yazdıklarını şeyleri birbirlerine iletebiliyorlar.
“Aşağıdan yukarıya doğru yapılan habercilik, devlet güdümündeki gazetecilikten farklı olarak, insanların kendi deneyimlerini birbirleriyle paylaşabilmelerine fırsat veriyor, teknolojinin de yardımıyla birçok kutuptan perspektifler bir araya getirilebiliyor. Egemen elitin bakışı da, iktidara uzak düşen kesimlerin perspektifi de önümüze geliyor.
“WikiLeaks’i 5 yıl önce, yönetilmesi çok zor görünen noktalara temas etme düşüncesiyle kurdum. Yayınlamadan önce de, yayımlandıktan sonra da sansüre son derece açık gizli materyalleri kamuya duyurmaktı amaç. Zor bir işti ama açıkçası pek çok gazetecinin deneyimleriyle kıyaslandığında daha kolaydı. Biz hükümet belgeleriyle ilgileniyorduk. Belgelerdeki bilgiler doğru da olabilirdi yanlış da. Ancak biz temelde üstü baskılanan, gizlenen, tehditlerle kamuoyundan uzak tutulan bilginin, medya ve halklara yönelik saldırganlığa bir karşı cephe olmasını istedik. Başarılı olduk ama çok da acı çektik. Kurum olarak da bireyler olarak da ambargo altındayız. Bütün finansal kaynaklarımız sabote edildi, ediliyor. Visa, MasterCard, PayPal, Western Union vs. tüm Amerikan ödeme araçları faaliyetlerimizi sabote ediyor. Ceplerinde Visa, MasterCard olan arkadaşlar, bir gün gelip WikiLeaks’in faaliyetlerini bağışla desteklemek istediklerinde bunu yapamayacaklar.
“Sizler cebinizde ABD dış politikasının ismi telaffuz edilmeyen silahlarını taşıyorsunuz. Burada sadece Washington yönetiminden bahsetmiyoruz. Washington üzerinden uluslararası politikaları etkileme gücüne sahip egemen elitin saman altından, herhangi bir hukuksal yaptırıma asla takılmadan yürüttüğü bir ambargo bu.
“Bugün benim ev hapsinde geçirdiğim 498'inci günüm. Üstelik ortada sonuçlanmış herhangi bir dava da yok. Herhangi bir suçtan hüküm giymesem de hala ev hapsindeyim. WikiLeaks’e belgeleri ilettiği iddia edilen Bradley Manning, bu yönde her hangi bir somut delil olmasa da hala gözaltında tutuluyor.”
Julian Assange, bir izleyicinin “Peki tüm bunlara değer miydi” şeklindeki sorusuna yanıt olarak şunları söyledi:
“Kendi adıma konuşayım. Birçok zorlukla başa çıkmaya çalıştım ama gördüğünüz gibi, dünyadan aldığımız destekle, belgeleri yayımlamaya devam ediyoruz. Evet, ev hapsindeyim, ama bakın sizinle konuşabiliyorum.
“Wall Street’te başlayan küçük çaplı protestolar bugün Amerika’nın diğer şehirlerine de yayılarak büyüyor. Aniden ve şaşırtıcı bir şekilde başladı bu. Tarihteki bütün reformlar da böyle başlar. Sosyal medya sayesinde hızla örgütlenebiliyorlar. Sosyal medya halka reform taleplerini dile getirme, onları yenilmez kılacak kadar çok olduklarını gösteren rakamların farkına varma imkanı sağlıyor”
WikiLeaks kurucusu Assange, Haksever’in “’İnternetteki bilgi kabul edilebilir bilgidir ama en iyisi değildir’ şeklindeki görüşü nasıl yorumlarsın” sorusuna şu yanıtı verdi:
“Bilginin temininde üç formül var. İlki bilgiyi kıt tutmak ve bu yolla insanların bilgi için para ödemesini sağlamaktır. İkincisi, önce reklam ve enformasyon bombardımanıyla insanların kafasını karıştırıp, daha sonra ‘rafine’ bilgiyi onlara satmak. Üçüncü yol ise insanların bilgiyi kendilerinin üretmesini ve bedelsiz yaymasını sağlamak. Bedelsiz olan bilginin iyi olup olmadığı sorusuna gelirsek, çoğu epeyce iyi olabiliyor. Tüm problemlere karşın Wikipedia gibi kuruluşlar yoğun bir şekilde bilgiyi yayıyorlar. Bu bilgiler farklı farklı gündemlerle oluşabiliyor, kamuoyunu etkileyebiliyor. İşe de yarıyorlar.
“Farklı bilgi gündemlerine ihtiyacımız var. Bizim burada yapmamız gereken, bilgi oluşturacak gündemleri bir araya getirmek. Propaganda amaçlı, endüstriyel, arkadaşlarla iletişim içerikli, ticari… türü ne olura olsun tüm bu içeriği bir bilgi yelpazesi içerisinde ulaşılabilir kılmak. Ki böylece halk için önemli olsunlar.
Yeniden söz alan Haksever, konuyu Türkiye ve küresel meselelere getirmek istediğini söyleyerek WikiLeaks belgelerine göre Amerikan dış politikasında Türkiye’nin yerini sordu. Ellerinde 300 binden fazla belge olduğunu söyleyen Assange, bunların içinde Irak’tan sonra en çok belgenin Türkiye hakkında olduğunu belirtti. Assange konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Elimizdeki belgelerle tüm duvarlarında raflar olan büyük bir odayı doldurabiliriz. 2004-2010 arasındaki belgelere baktığınızda, ABD dışındaki ülkeler arasında Irak’tan sonra en çok Türkiye hakkında belgelere rastlıyoruz. İsrail’den, Çin’den, Hindistan’dan Brezilya’dan çok daha fazla. Sırf Türkiye belgelerini okumaya kalksam 30 yılımı alır. Genel olarak şunu söyleyebilirim ki Türkiye, ABD tarafından bölgede yükselen bir güç olarak algılanıyor… Aynı zamanda büyüyen bir külrütel güç. Güney Amerika’da Brezilya, Asya’da Hindistan gibi. Türkiye kelimenin tam anlamıyla jeopolitik bir kavşak. Avrupa’nın Ortadoğu’yla, Asya’yla yine aynı şekilde Uzak Doğu’yla birleştiği nokta. ABD tüm bu bölgeleri etkileyebilecek bir üs, bir araç olarak görüyor Türkiye’yi. İstediği zaman kullanabileceği kapalı bir alet kutusu. Ancak son birkaç yıl içerisinde gördüğüm kadarıyla Türkiye, ABD tarafından bir araç olarak kullanılmaya karşı rahatsızlığını dışa vuruyor”
“Bence ilginç gelişmelerden biri, Türkiye’nin kendisine yeni bir politik çerçeve çizmeye başlaması. Mantığını bağımsızlıkta bulan bir politika. Tabi ki bu da İsrail’de alarm etkisi yaratıyor. İsrail’in Türkiye’yi askeri gücünün büyüklüğü yüzünden tehdit olarak gördüğüne yönelik bir yanlış algı var. Halbuki mesele Türkiye’nin artık ABD’nin kazanmaya çalıştığı bir köle olmadığını göstermeye başlaması.
“Türkiye’nin NATO gibi bazı uluslararası kuruluşların üyesi olarak elbette tümüyle bağımsız hareket edebildiğini söyleyemeyiz. ABD’nin istihbarat kuruluşlarından da tamamen kurtulmuş sayılmaz. Ancak artık ABD’nin her istediğine anında olumlu cevap veren bir ülke gibi görünmüyor ki bu da gurur duyulacak bir nokta. Türkiye’nin artık kendi bölgesel tahayyülü, çeşitli noktalarda diplomatik temasları olduğunu görüyoruz. Suriye’de olanlara tepkisi de, İsrail’le ilgili gelişmeler de aynı minvalde. Umuyorum ki Türkiye bu yolda, bağımsızlığını artırma yönünde ilerlemeye devam eder.”
Assange, Türkiye’de WikiLeaks belgelerinin yayımlanmasıyla ilgili olarak “Bazı bilgilerin burada traşlandığı söyleniyor. Ne düşünüyorsunuz“ sorusuna “Herhalde redakte edilmesini kastediyorsunuz” dedi ve şöyle devam etti:
“Bazı çalıştığımız basın kuruluşları var. Onlara verdiğimiz belgeleri redakte etmişler. Bunların bazıları kabul edilebilir şeyler. Mesela biri Suriye’de bir insan hakları eylemcisinin ismini çıkarmış ki bu hak verilebilir bir gerekçe. Ama sıklıkla medya kuruluşları, özellikle de Batıdakiler, bazı önemli ayrıntıları ortadan kaldırmışlar. Bunlar arasında yolsuzluk ve sahtekarlıkları ortaya koyan bazı bilgileri çıkarmışlar. Örneğin The Guardian, gönderdiğimiz belgelerin neredeyse tamamını yayımlarken, bir bilgiyi silmiş. O da Ukrayna’nın eski Başbakanı Timoşenko’nun servetini Londra’da saklıyor olduğu yönündeki bilgi.
"Tabi biz tüm belgeleri yayımladığımızda kimin hangi bilgiyi sansürlediği de ortaya çıkıyor. Basının bilgiyi sansürlediğini gördüğünüzde, o basının bulunduğu ülkedeki güç yapısını, sosyal dinamikleri, büyük güç ilişkilerini de anlıyorsunuz.”
Oğuz Haksever’in sonraki sorusu PKK-ABD ilişkilerine yönelikti. “Devletlerin gizli örgütlerinin başka devletlerdeki sorunlu yasadışı örgütleri destekledikleri konusunda yaygın bir düşünce vardır” diyen Haksever, PKK’nın Amerika tarafından zaman zaman desteklendiğine dair şikayetlerini nasıl değerlendirdiğini Assange’a sordu. “Sanırım burada ABD’nin PKK’yı gizlice destekleyip desteklemediğini soruyorsun” diyen Assange şunları söyledi: “Ben PKK’nın Türkiye’yle çatışma konusunun detaylarını tam olarak bilmiyorum. Ben iki tarafta da istismarın fazla olduğunu görüyorum. Şiddet içeren her olayda beklenen durumlar bunlar. Ancak Türkiye halkının PKK’ya ABD tarafından gizli destek verilip verilmediğini bilmeye hakkı var mı diye sorarsan ‘evet var’ derim. Amerika dünyanın her yerinde bu tip eylemlere karıştı.
“Mesela Çin’deki bir durum Amerika için tehdit oluşturabilir mi, tabii ki oluşturabilir. Teknolojik açıdan oluşturabilir. Öte yandan istatistiklere baktığınızda görüyorsunuz ki Amerika’nın istihbarata ayırdığı para, Çin’in ayırdığının 10 katı. Avrupa da bir süper güç ve çoğu insan bunu dile getirmiyor. Ve istihbarata ABD’nin yarısı kadar bütçe ayırıyorlar. Bu da Çin’in istihbarat bütçesinin beşte biri. ABD ve Avrupa bir arada NATO’yu oluşturuyorlar. Türkiye’de bunun bir parçası. NATO’nun büyük bir istihbarat örgütü olduğunu unutmayalım”.
Assange, “Wikileaks bilgi özgürlüğünü nasıl etkiliyor?” sorusu üzerine şöyle konuştu: “Medya kartelleri gerçekten büyük bir sorun. Hatta bazen kendi kendime “medya dünya üzerinden tamamen silinse daha iyi olmaz mı?” diye soruyorum. Organize medyadan bahsediyorum. O denli yolsuzluklarla dolu ve kötü durumda ki artık reforme edillemez, onun yerine tamamen yıkılmalı. New York Times, Murdoch gibi büyük medya kartellerinde durum o kadar çürümüş ki bu kirlilik ancak ortadan kalkmalarıyla son bulabilir.
“Bir savaştan sonra ortaya çıkan gizli bilgilerin bana gösterdiklerinden sonra şu sonuca vardım: Her savaş aslında medya aracılığıyla bir yere ulaşıyor. Irak savaşı en meşhur savaştır, tamamen yalanlar üzerine kuruludur. Savaş medya tarafından flulaştırıldı, gerçekleri görmek içni bitmesini beklemek zorunda kaldık. Tamam belki Saddam Hüseyin kötüydü. Ama savaş asıl zararı Irak halkına vermedi mi? O savaş haklıysa, Arap baharı ne oluyor peki? Benim Arap arkadaşlarım diyor ki “Eğer Tunus olmasaydı, ilk ayaklanacak olan Irak halkı olacaktı. Unutmayalım, Hitler Polonya işgali için halk desteğini medyayı kullanarak kazanmıştı.”
Oğuz Haksever’in “Yalanlar savaşı doğurabiliyorsa, gerçekler barışı doğurmaz mı?” sorusuna “Medya kuruluşları üzerinde denetim mekanizmaları oluşturabilirsek, artırabilirsek, iktidardan zehirlenmelerini engelleyebilirsek demokrasilerde savaşı engelleyebiliriz. En azından bugüne kadar aldığımız yarayı hafifletebiliriz” diye yanıt verdi.
“Biz gazeteciler çok mu safız?” sorusu üzerine Assange, “Evet hepimiz zaman zaman naifiz. Gazetecilerin önündeki en büyük engel, her konunun uzmanı olduğu izlenimine kapılmaları. Bu gazeteciliğin ilk günahıdır. Bu tür bilgi dengesizliği temel anlamda bir çürümeye yol açıyor. Gazeteciyle okur arasında kopukluğu başlatan bir çelişki. Okur, ‘kim bana bu konu hakkında doğruyu, gerçeği anlatır’ diye etrafına bakınıyor. Gazeteciler de ekonomik bir işin içinde, bilgi sunuyorlar. Diyorlar ki, “Bu bilgi, okurun başka şekillerde ulaşabileceği bilgiden daha doğru, ama ekonomik açıdan konuşursak, bilginin doğruluğu önemli değil, önemli olan okurun ikna edilebilmesi.” Dolayısıyla, şöhretli gazeteciler bazı hikayeleri abartabiliyorlar, olmayan gerçekleri ortaya atabiliyorlar, kaynak gizler gibi yaparak “Bana şuradan şunu söyledi” gibi bilgilerle veya uydurma fikirlerle çıkabiliyorlar. Okur da bunun sağlamasını yapacak olanaklara sahip olmadığı için kendisine satılan ürünün doğru olup olmadığını öğrenemiyor.
“Bu ikinci el araba almaya benziyor. Size satıcının verdiği bilgiyi kabullenmekten başka şansınız yok, çünkü sağlamasını kolay yapamazsınız. Batı gazeteciliğinde en yüksek noktaya erişen gazeteciler bu ikinci el araba satanlar gibi. Yalanların sağlamasını yapamıyor okuyucu. Yalanlara inanmak, doğruyu soruşturmaktan çok daha kolay onlar için.
BİLİMSEL, ‘DİPNOT’LU GAZETECİLİK
“Biz kendi yaptıklarımız içerisinde, bilimsel bir gazetecilik kavramı geliştirmeye çalıştık, bir şeyin analizini yayınlarken, o analizde kullandığımız, elimize geçebilecek bütün kaynaklara ulaşmaya çalışıyoruz ve onu sayfaya koymaya çalışıyoruz. Aynı fizik, kimya makalelerinde olduğu gibi. Akademik bir yayında örneğin DNA ile ilgili bir keşfinizi anlatırken, veri ve kaynaklarınızı, çıkardığınız DNA haritalarını da dipnotlara veya eke koyarsınız ki diğer bilimciler keşfinizin gerçekliğini sağlayabilsin, sizin yalan söyleyip söylemediğinizi anlayabilsin. Doğrulamasız bir keşfin inandırıcılığını artırma işini halkla ilişkiler ajanslarına bırakıyorum, onlar ilgilensin.”
Assange, gerçeklerin açıklanmasının her zaman barışı getirmeyebileceği yönündeki yoruma şu yanıtı verdi:
“Gerçekler bazen kaburgalarınızı kırabilir. WikiLeaks olarak biz şu anda sadece kararlarımızın doğru temellere dayanması mecburiyetini hissediyoruz. Biri çıkıp postmodern bir yorumla “Tek bir gerçek yoktur, her durumla ilgili farklı gerçekler olabilir” diyebilir. Bense, “üzerinde zehirli madde olan bir elmayı yerseniz ölürsünüz” diyorum. Biz bunun gibi gerçeklerden bahsediyoruz. Bunlar aramızda yürüttüğümüz diyalogun, fiziksel dünyayla paylaştıklarımızın temelinde yatan gerçekler. Dolayısıyla “gerçekle başlamamız gerekir” dediğimiz zaman önden kabul etmemiz gereken bir şey var. O da aramızdaki iletişimi yürütebilmemiz için ortak paylaşılan doğruların tanımlanması.
“Doğru yoktur” diyen insanlar varsa bu insanların çenesini kapaması lazım. Çünkü gerçek olmadan sürdürebileceğiniz bir şey yoktur. Gerçek olmaksızın iletişimi devam ettirebileceğiniz bir şey yoktur. Relativist bağlamda yaklaşıyorsanız yaklaşın, Ama ikiyüzlü de olmamamız lazım. Dolayısıyla, baktığınızda, bizim elimizdeki gizli materyaller savaş ortamı mı yarattı yoksa bir barış ortamı mı? Mesela Tunus’ta bizim yayınlarımız doğrudan, herhangi bir şekilde, bir çatışmaya veya bir saldırıya, ayaklanmaya mı neden mi oldu? Bazı kişiler bunlardaönemli rolümüz olduğunu söylüyor, farklı noktalarda. Ama ben şöyle diyorum: Aslında bu devrimden öncesinde zaten çatışmalar vardı. Bu çatışma öylesine kötüydü ki, insanlar bunu artık bir şekilde her gün, karşılaştıkları bir şey olarak kabullenmişlerdi.
“Anlaşmazlık yaşadığınız birini hapse tıkarak ortadan kaldırdınız diyelim. Anlaşmazlık ortadan kalkmış olacak mı? Hayır. Hapse atılan kişi o anlaşmazlık duygusunu zaten her gün kendi içinde yaşıyor olacak. Bu durum bizim için kabul edilebilir mi? O zaman başka insanlara bu anlaşmazlıkların, çatışmaların er geç farklı noktalara yollara gideceğini gösteremeyiz.
“Irak Savaşı’yla ilgili ortaya çıkardığımız şeyler neler? Toplamda 20 bin kişinin öldüğünü söyleyenler vardı. Biz dedik 104 bin kişi öldürüldü. Artık insanlar bunu net bir şekilde görmeye başladı. Mutlaka bunu bir şeye dayanarak söylüyorum, raporlara, belgelere, başka muhabirlerin söylediklerine dayanarak konuşuyorum. Yine aynı şekilde Afganistan’da her gün trajediyi görebilirsiniz."
“Bush yönetimi sırasında İran’la yapılacak bir savaşın planlarını ortaya çıkardık. Planda Amerikan askerlerini zaman zaman İran sınırından içeri sızdırarak İran’ın bunlara saldırmasını sağlamak ve savaşa bahane hazırlamak gibi taktikler vardı. Biz bu planı belgelerle ortaya çıkarınca, plan rafa kalktı.“
Julian Assange ”Türkiye’yle ilgili yeni belgeler açıklanacak mı?” sorusuna şu yanıtı verdi:
“Yakın zamanda yayınlayacağımız belgeler var. Şu anda hangi yolla yayımlayacağımızı bilmiyorum. Çok büyük veri öbekleriyle uğraşıp bunları istifleyerek yayımlamak çok zor bir iş. Biz bunu yapmaya çalışıyoruz. Ekonomik de olması lazım bir yandan, çünkü yoğun iş gücü, emek gerektiriyor. Ayrıca bu belgelerin doğruluğunu da sağlamamız lazım. Marjinal maliyet her ek ürün için, üreteceğimiz her ek şey için farklı olacaktır. Onun için veriler arttıkça bunların tamamı çözmek, belli başlı kriterlere göre bunları istiflemek ve halka sunmak daha çok zaman alacak. Çünkü bunların politik bağlamda etkisini bu şekilde maksimize edebiliriz.”
“Düşünce, her ne içerirse içersin, kayıtsız şartsız özgür olmalı mı?” sorusuna Assange’ın yanıtı şöyle:
“Özgür ifadenin de sınırları olmalı mı? Buna ‘evet’ demek biraz komünizmi çağrıştırıyor. Bu sınırlar öyle rasyonalize ediliyor ki sonunda her şeyin tepesinde bu kavramı yönetecek, katı bir idari mekanizması oluşturuluyor. Deneyimlerden görüyoruz ki bu tepedeki katı komite, bir süre sonra kendi kararlarını nasıl etkili kılacaklarını, ihtiyaçlara cevap vermek yerine kendi çıkarlarını ve ideolojilerini nasıl gözeteceklerini önemsiyor. Sonuçta da güç, sadece bu iktidar çevresine dahil olabilenlerin elinde tuttuğu fırsatlara dönüşüyor. Sansür kurullarının ilk yaptığı şey nedir? Sansüre fırsat veren rejimin eleştirisini susturmaktır. İnterneti filtreleyen rejimlerin ilk yaptığı şey nedir? Düşünceyi ilettiğiniz siber yolları taşıyan vekil sunuculara erişimi kapamaktır. Kendi sansür rejimlerinin detaylarını anlatan bizim gibi kurumları engelliyorlar. “Düşünce özgürlüğü kayıtsız şartsız olmalı mı?” diye sorarsanız, bizim de sorduğumuz şey “peki alternatifiniz nedir?” olur. Evet, düşünce her zaman, kayıtsız şartsız serbest olmalı. Ama eylem derseniz, o başka bir hikaye.
Assange’a son olarak, WikiLeaks’in Batı istihbarat örgütlerinin bir projesi olup olmadığı yönünde soru geldi. Assange’ın yanıtı şöyle oldu:
“Gördüğünüz gibi şu anda ev hapsindeyim. Ayrıca biz özgün, birincil kaynaktan belge yayımlıyoruz. Sizisterseniz kendiniz gidip bakabiliyorsunuz belgeye. Yapamadığınız zamanda en azından birincil veya ikincil kaynaklara bakabiliyorsunuz. Karşılaştırabiliyorsunuz. Wikileaks nedir sorusu geliyor. Benim ismimle birlikte Mossad sözcüğünü Google’da arattığınızda 1 milyon sonuç çıkıyor. Öyle bir durumdayız ki, bizim söylediklerimizin etkisini azaltmak için yapılabilecek her şeyi yapıyorlar. Mesaja saldırmak yerine mesajı veren elçiye saldırmak. Çünkü mesajın yok edilmesi çok zor, mesajı yayana aldırmak daha kolay.
“CIA olsun Mossad olsun… Ben CIA ajanı mıyım? Bu tip yorumlar sadece elçiye vurmaktır. Yine geçmiş deneyimlerden biliyoruz. Büyük çıkar gruplarına biraz olsun başkaldıran insanların böylesi bir sonuçla karşılaştıklarını biliyoruz. Kendi vakamızda şunu da görüyoruz; Aynı safta yer aldığınızı düşündüğünüz insanlar, size kişisel saldırılarda bulunuyorlar. Ama aynı zamanda bu insanlar aktivist topluluğu ya da gazetecilik topluluğu içinde iktidara oynuyor ve bir şekilde etkileri de var. Bizi kendi şöhretleri için tehdit olarak görüyorlar. The Guardian iyi bir örnektir. Kendisini karşımızda ekonomik, sosyal ve hatta siyasi bir rakip olarak görüyor. Aynı şekilde New York Times. Liberal bir kurum olarak görünüp aslında demokrat Washington eliti gibi konuşmaya çalışırken, kendi rolünün bizim oynadığımız rol tarafından yalanlandığını farkediyor. Kendi oynadığı cesaret oyunu, bizim cesaretimiz tarafından gölgeleniyor. Dolayısıyla kendisini korumak için, Amerika’daki casusluk faaliyetlerine ilişkin hazırlanan yasaya sesini çıkarmayarak rolünü bize karşı koruyor. Dolayısıyla bu tür kurumların birçok komplo teorisi ortaya çıkardığını görüyoruz. New York Times seviyesinde de oluyor, marjinal medya kuruluşları seviyesinde de.”
Süresi 1 saat olarak planlanan Julian Assange oturumu, izleyicinin yoğun ilgisi yüzünden yaklaşık 2 saat sürdü. Konferansın sonunda Assange’a teşekkür eden Oğuz Haksever oturumu kapatırken salonda yine alkış fırtınası koptu. Sunum sonunda oldukça yorulduğu görülen Julian Assange, alkış ve tezahüratların dinmemesi üzerine mahcup halde bir süre gülümseyerek kamera karşısında oturdu.
Yeni Medya Düzeni Konferansı 2011, Julian Assange oturumunun bitişiyle sona erdi.
Noyan AYAN / Nihan BORA - NTVMSNBC