Müminlere “sabır ve namazla Allah’tan yardım dilemeleri” emredilmiştir. Malum olduğu üzere namaz/salât, bireysel bir arınmayla sınırlandırılamayacak kadar toplumsal bir ibadet ve de gayrettir. Çünkü namaz/salât gerek fert olarak gerekse cemaat olarak müminleri itikadi açıdan olduğu kadar iktisadi, siyasi ve toplumsal sorunlar karşısında da duruş ve tavır sahibi olmaya teşvik eder.
Diğer bütün ibadetler gibi ama en güçlü haliyle namazda tezahür eden hedef, adaleti ve merhameti bütün bir insanlık için tahkim etmektir. Zulme ve zalimlere karşı mücadeleyi şiar edinmeyen, yeryüzünden fitne ve fesadın giderilmesi için mücadeleye atılmayan tersine pasif ve edilgen, bana neci ve sorumsuz bir karakterin ne Allah yolunda cihad etmesi ne de ne de takvaya erişebilmesi mümkündür.
Şehitler ve Mazlumlar Orada; Ya Şahitler?
Suriye’de sadece masum insanlar öldürülmüyor aynı zamanda insanlık da öldürülüyor. Hemen yanı başımızda üstelik de gözlerimizin önünde. Cesaretini zalimlerin desteği kadar İslam toplumlarının pasifizminden alan Baas/Esed cuntası işkence, tecavüz ve katliamlarını tırmandırarak Suriye’yi tam bir kan gölüne çeviriyor böylelikle.
Zulmü ve küfrü tasfiye etmek, adaleti ve iman kardeşliğini kurmak üzere risalet göreviyle gönderilmiş şerefli nebi ve resullerin (selam üzerlerine olsun) ümmetiyiz. Salih ve mütevekkil olmakla, muhacir ve mücahid olmakla emrolunmuş mümin fert ve cemiyette miskinlik, vesvese ve korkuyu karakter edinmek gibi bir hastalıklı ruh hali barınabilir mi? Elbette ki bu birbirine taban tabana zıt iki hayat tarzının aynı karakterde telif edilebilmesi mümkün değildir.
Peki, bu durumda nasıl oluyor da hemen yanı başımızda, Suriye’de en zalim cinayet şebekelerinin tecavüzleri sürüp giderken Türkiye’de miskinlik ve vesveseyi hayat tarzı edinmiş bir umursamazlık bu kadar revaç buluyor?
Birkaç gün sonra Suriye’deki Beşşar Esed/Baas rejiminin giriştiği katliam ve yıkımların iki yılı bitmiş olacak. Biz Türkiye’de yaşayan Müslümanlar olarak Suriye’deki kardeşlerimizin maruz kaldığı zulmü gidermek için neler yapabiliriz? Evet, un, battaniye, ilaç, çadır vs. gibi ihtiyaçlar için yardım kampanyaları yapıldı ama daha iyisini yapabilecek imkânlara sahip olmadığımız söylenemez.
Toplumsal desteğin kamuoyuna mal edilmesi açısından da ileri boyutlara taşınması gereken çabalarımız var. Mesela Esed/Baas şebekesini daha güçlü lanetlemek ve Suriye’deki İslami muhalefete daha güçlü sahiplenmek için daha yaygın, daha güçlü ve istikrarlı etkinlikler düzenlememiz gerekiyor.
Mesela bu hafta ki Cuma namazında Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in Suriye üzerine güzel bir hutbe okuması ve bütün cami ve mescidlerden Suriye halkıyla dayanışma çağrısı yapılması yerinde olacaktır. İman ve İslam kardeşliğinin üzerimize yüklediği sorumlulukların hutbe ve vaazlarda tekraren hatırlatılması, dualarımızda Suriye’deki mazlum kardeşlerimize özel bir yer ayrılması ihmal edilmemeli. Çünkü zulüm altında inleyen milyonlarca kardeşimizi görmezden gelen bir hutbe ve duanın ne Resulullah’ın sünnetinde ne de takvaya erişme yolunda herhangi bir karşılığı vardır.
Devletin, resmi ideolojinin veya popüler kültürün değil Kur’an ve Sünnet’in “anın fıkhı” olarak yüklediği mükellefiyetler üzerinde hassasiyetle durduğumuzda, zaman ve mekândan münezzeh bir iman-salih amel olamayacağı daha iyi idrak edilir. İşte bu sebeple bu yazımda Suriye Halkıyla Dayanışma Platformu adına Özgür-Der tarafından kaleme alınan çağrıyı sizlerle paylaşmak istedim:
İslami Direniş ve İslami Dayanışma
Yarım asra yakındır Baas zulmü ve kuşatması altında olan Suriye halkı, 2011 Mart’ından bu yana ise topyekûn bir katliam politikası ile yüz yüze. Zulme karşı ayağa kalkan insanlara karşı tam iki yıldır akıl almaz zulümler icra eden Esed diktatörlüğü işlediği insanlık suçlarına her gün bir yenisini ekliyor. Şehirleri Scud füzeleriyle vurmak Baas diktatörlüğünün en son icraatı olarak tarihe geçmiş bulunuyor.
Suriye’de ikinci yılını doldurmak üzere olan İslami direniş büyük zorluklara, imkânsızlıklara karşın kararlı ve istikrarlı bir tarzda sürerken, ne yazık ki hala Müslüman halklarca yeterli bir sahiplenmeyi sağlayabilmiş sayılmaz. Bir vücudun azaları gibi olmaları gereken Müslümanların birçoğu Suriyeli kardeşlerinin feryatlarını duyma, acılarını paylaşma hususunda zaaf içinde. Kabul etmek gerekir ki, Baas vahşetinin olanca acımasızlığıyla ve kesintisizce devam ettiği bu iki yıllık süre zarfında anlamsız tartışmalar, temelsiz komplo tezleri ve kardeşlik hukukunu ayaklar altına alan tutumlarla zihinler bir hayli karıştırıldı, kirletildi. Ve oluşturulan bu kirli havanın etkisiyle dayanışma çabaları hak ettiği boyutlara ulaştırılamadı.
Elbette bugüne kadar, başta farklı beldelerden Suriye’ye giderek fiilen cephede yer alan ve şehit düşen kardeşlerimiz olmak üzere, elden geldiğince Suriye İslami direnişine omuz verme gayretlerinden geri kalmayan; çeşitli faaliyetlerle kardeşlerine destek olma sorumluluğunu üstlenen Müslümanların çabaları ümmet kimliğinin bir tezahürü olarak tarihe kaydedilmiştir. Rabbimiz ümmet bilinciyle kardeşlik sorumluluğunu yerine getirmek için sarf edilen küçük büyük her ameli aziz kılsın, bereketlendirsin, katında kabul buyursun!
Hiç şüphesiz hepimiz Allah rızası için ortaya koyduğumuz çabaları daha fazla güçlendirmek, yaygınlaştırmak, kardeşlerimizin kanlarıyla yücelttikleri direniş bayrağını daha yukarılara taşımak için çabalarımızı yoğunlaştırmak gerektiğinin farkındayız. On binlerce şehit ve yüz binlerce tutsağa, milyonlarca muhacire rağmen direniş azminden taviz vermeyen Suriye halkıyla dayanışmamızı daha güçlü bir tarzda haykırmak durumundayız.
Önümüzdeki günlerde dayanışmamızı güçlü bir biçimde ifade etmek için Suriye İslami Direnişinin 3. yılına girecek olması bir fırsat olarak görülmeli. 15 Mart Suriye İntifadasının yıldönümü, bugüne dek dualarımızla, yardımlarımızla yanlarında olduğumuz kardeşlerimize yine yanlarında olduğumuzu, sonuna kadar yanlarında olacağımızı çok daha güçlü bir sesle duyurmak için vesile kabul edilmeli.
Bu çerçevede İstanbul’da çeşitli İslami kuruluşların ortak bir organizasyonuyla inşallah 15 Mart Cuma günü Cuma namazından sonra Fatih Camii’nden Saraçhane Meydanı’na bir yürüyüşle Suriye İslami Direnişiyle dayanışmamızı ifade edeceğiz. Suriye Halkıyla Dayanışma Platformu adıyla gerçekleşecek bu organizasyonun Türkiye’nin diğer illerinde de gerçekleştirilmesinin gerekliliğine inanıyoruz. İmkân bulduğumuz her ilde, farklı İslami yapıları bir araya getirerek oluşturulacak organizasyonlarla bu eylemliliği sağlayabilmemiz inşallah dayanışma çabalarımızı daha güçlü bir zemine taşıyacaktır.
Bu amaçla sorumluluk sahibi herkesi ister 15 Mart tarihinde namaz sonrasında Cuma eylemleriyle, ister Cumartesi ve Pazar (16 ve 17 Mart) günlerinden birinde kitlesel basın açıklamalarıyla Suriye halkının yalnız olmadığını ve kardeşlerimizin İslami kıyamını desteklediğimizi haykırmak için meydanlarda yer almaya çağırıyoruz.