Asrın deneyi ve bizdeki laiklik tartışmaları

Serdar Demirel

Bizdeki “laiklik” eksenli tartışmalara bakınca; “Dünya nereye gidiyor, biz nereye gidiyoruz!?” diye hayıflanmadan edemiyoruz.

İnsanlar bütün dikkatlerini Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi'nde (CERN) başlayan ve yüzyılın deneyi denilen 10 milyar dolarlık parçacık deneyine yöneltmişken, bizler hâlâ “Hangi laiklik?” tartışmasını yapıyoruz.

Hani, 40 ülkeden 10 binden fazla bilim adamının, uzay boşluğundan daha soğuk bir ortamda, yerin derinliklerinde, saniyenin trilyonda biri bir hızla bir çarpışma deneyi gerçekleştirdiği o günlerde.

Bilim adamları, “Tanrı Parçacığı”nı (Higgs Bozon), yani Allah'ın evreni yaratırken ona kendinden verdiği düşünülen ilâhî özü bularak tanrıya ulaşmaya ve böylece modern bilimle uzaklaştığı tanrıya yine modern bilimle yaklaşmaya çalışırken, bizimkiler, ideolojik yaklaşımlarla tanrıyı kendi dar kalıpları içine sokmaya çalışıyorlar. Konuyu açalım.

Medyamız, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in, bu yılki adli yıl açılış töreninde, yazılı olarak basılıp konuklara dağıtılan konuşma metninin bazı bölümlerinde “laiklik vurgusu”nu öne çıkardığı konusunu işledi. Bu bölümlerden birinde basmakalıp bir önyargı bir daha dillendirilmiş.

Denmiş ki: "Laik devletin koyduğu kurallar dini inançlar ile bağdaşmıyor ise ne olacak?" Cevabı da sayın Gerçeker şöyle koymuş:

“Hıristiyanlıkta böyle bir sorun yoktur. Musevilik ve İslâmiyet'te ise böyle bir ikilem olduğu, akıl ile iman arasındaki bu ikilemin, İslâmi inancın yaygın olduğu toplumlarda ciddi sorunlar yarattığı söylenebilir. Bu sorunları çözmek teoloji bilimine ilişkin bir iş olup, bu konuda şöyle bir değerlendirme öne sürülmektedir: 'Ayet ve hadisler, insan eşitliğini sağlamaya yönelik bir evrimin başlangıcı ve ilk aşaması sayılırsa, zamanın şartlarına da uyulmasına cevaz bulunduğuna göre, kurallar bu evrimin amacına uygun biçimde yorumlanabilir. O zaman laikliğin İslâm inancı ile çelişmesi zaten söz konusu olamaz.'”

Bu yaklaşım birçok yönden problemlidir. Çünkü, ‘laik devletin koyduğu kurallar dini inançlarla bağdaşmaz’ önkabûlü Hıristiyanlık istisna tutularak söyleniyor. Bu da Hıristiyanlığın bilinmediğini ortaya koyuyor. En azından laik modern devletlerin çıkardığı bazı kanunlar, meselâ kürtajda olduğu gibi, kilisenin duruşuyla açıkça bağdaşmamaktadır. Kürtaja karşı çıkan kilise, bu zeminde, laik devlet pratiği ile sorun yaşamaktadır.

Sayın Gerçeker’in yaklaşımı problemli olduğu gibi, ortaya koyduğu konuşma metni de kendi içinde tutarsızdır. Çünkü, metinde; “Devlet tüm dini inançlar karşısında tarafsızdır” görüşüne de yer verilmiş. Gerçek laiklik de budur zaten.

Eğer devlet, “tüm dini inançlar karşısında tarafsız” ise, nasıl oluyor da sayın Gerçeker, “Laik devletin koyduğu kurallar dini inançlar ile bağdaşmadığında, dinî kuralların evrimin amacına uygun biçimde yorumlanması” gerektiğini söyleyebilmiş!?

Tüm dinler karşısında tarafsız olması gereken bir devlet, herhangi bir dini başka bir inanç sistemi doğrultusunda yorumlamaya kalktığında, o devletin artık tarafsız olamayacağını görmek çok mu zor? Devletin tarafsız olması demek, dinin ya da herhangi bir inanç sisteminin içeriğine müdahale etmemesi demektir.

Bu çelişkiye düşen sadece Yargıtay Başkanı değil maalesef. Siyasetçiler de aynı hatayı sık sık yaparlar.

Meselâ hatırlatalım, CHP lideri Deniz Baykal, “Kadınların başlarını açmasının büyük günah olmadığını ve dolayısıyla açabileceklerini” söylemişti. Katı laikçi bir parti liderinin “İslâm’ı tanımlamaya kalkması” yukarıda anlattığımız çelişkiye basit ama anlamlı bir örnek değil midir?
Anayasa Mahkemesi’nin AK Parti’yi “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olma gerekçesiyle cezalandırma yoluna gitmesi de başka bir örnektir. Karar, sözde "laikliği ihlal eden söz ve davranışlar" üzerine oturtulmuş. Yasak kapsamında değerlendirilen söz ve davranışlara baktığımızda ise; laiklik adına "insanı ve hayatı değerlerden arındırmanın" hedeflendiğini, böylece din algısına açıkça müdahale edildiğini söyleyebiliriz.

İşin trajikomik yanı ise, “Laiklik yeniden tanımlansın” dendiğinde feveran koparan malum kesimler, pervasızca “Dini yeniden tanımlayalım” diyebiliyorlar. Devlet idaresinde bir yöntem olan laiklik, bunların elinde bir dogmaya dönüşmüş durumdadır.

Laikliği anayasası ile sâbit bir ülkenin “net bir laiklik tanımı”nın olmaması, bize özgü garip bir durum.

Bilim, asrın deneyini gerçekleştirerek tanrıya ulaşmaya çalışırken, bizim laiklerimiz, muğlak bir laiklik anlayışıyla, hayatında Yaratan’ı yön veren bir merkez olarak kabul eden insanların inançlarını tehdit görmeye devam ediyor.

Bu tür bir anlayışın tarafsız olduğunu söylemek mümkün mü?

Vakit gazetesi