Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un "yeter yahu" tepkisini anlamak, bu tepkiye yol açan ruh haliyle empati kurmaya çalışmak önemli sanırım.
Ordumuz ciddi bir travma yaşıyor. Duygusal ve zihinsel bir travma...
Başbuğ'un sözünü ettiği moralsizlik, ayrıca sık sık karşılaştığımız anksiyete ve gerginlik, zaman zaman şiddetli bir hiddete dönüşen hayal kırıklığı hep bu travmadan kaynaklanıyor.
Kendinizi onların yerine koyun ve düşünün:
Bundan beş-on yıl öncesine kadar bu ülkede kimse bir dediğinizi iki etmemiş. Şimdiye kadar 3,5 darbe yapmışsınız, bir hukuk adamı gelip de yakanıza yapışmamış. Halkın yüzde 50'sinin sevgisini kazanmış, onların oyuyla iktidara gelmiş siyasetçileri asmışsınız, yetmemiş o darbe gününü bayram ilan etmişsiniz, buna da kimse bir şey dememiş.
Siyasetçiler her dediğinizi emir kabul etmiş; Kürt kimliği inkâr edilecek demişsiniz, yıllar yılı kimse Kürt lafını ağzına alamamış; türban yasak olacak demişsiniz, yasaklanmış. Refahyol düşürülecek demişsiniz, anında düşmüş. İmam Hatipliler üniversiteye girmeyecek demişsiniz, girememişler. Kıbrıs'ta uzlaşma yok demişsiniz, Dışişleri'nin, diplomatların dili tutulmuş. Kırmızı Kitaplar yazıp başbakanların, bakanların burnuna dayamış, ülkeyi buna göre idare edeceksin demişsiniz, kuzu kuzu boyun eğmişler. Halk da peygamber ocağıdır demiş, gözbebeğimizdir, demiş, bir bildiği vardır demiş, yapılanları sineye çekmiş. Ve siz bu iktidara, bu güce fena alışmışsınız. Bu halk sizi ilelebet olduğunuz gibi sevecek, güvenecek, seçtiklerine yaptığınız saygısızlığı hoş görecek sanmışsınız.
Ama sonra bir gün alışılmadık şeyler olmuş. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana süren iktidarınız sarsılmaya başlamış.
Halk "yeter yahu" demiş!
Sizin "iç düşman" dediklerinizi iktidara getirmiş. Üstelik bütün zorlamalarınıza ve tehditlerinize rağmen bu seçimini de değiştirmemiş. Seçtikleri iktidar da çetin ceviz çıkmış doğrusu. Öyle her dediğinize evet dememiş. Ve bir bakmışsınız, şimdiye kadar sorulmayan hesaplar sorulur olmuş. On yıllar süren "dokunulmazlık" dönemi boyunca gizli kalan suçlar, biriken kirli çamaşırlar birer ikişer ortaya dökülmeye başlamış. Onlar ortaya döküldükçe "moraller" bozulmuş. Moralleri bozulanlardan bazıları, panik içinde gittikçe daha çılgın "kaybedilen iktidarı kurtarma planları" yapmaya kalkışmışlar. Ama onlar da saçılmış ortaya ve moraller daha da bozulmuş.
Durum, kırk yıldır ailesini kayıtsız şartsız yöneten, her isteği emir kabul edilen, gözünün üstünde kaşın var denmeyen despot aile babasının, günün birinde ailenin diğer fertlerinin "demokratik direnişi" ile karşılaşmasına benziyor. Ev ahalisi artık "baba"ya meydan okuyor. "Sen bu evin reisi değilsin, biz kendi kararlarımızı kendimiz alan özgür bireyleriz" diyor. Üstelik, iktidarını tanımamakla kalmıyor, eskiden işlenen suçların, yapılan hataların da hesabını soruyor.
Baba şaşkın. Eski tebaasına ne olduğunu anlayamıyor. Tahtından düşüşünü bir haksızlık, bir kadir bilmezlik olarak algılıyor.
"Baba"nın bu yeni durumu hazmetmesi kolay değil. Biraz zamana, bir rehabilitasyon dönemine ihtiyacı var. Biz bu sürede ona anlayış göstereceğiz, bu travmayı atlatmasına yardımcı olmaya çalışacağız. Yaşadığı travmanın büyüklüğünü göz önünde bulundurup "yeter yahu" diye feryat etmesini anlayışla karşılayacağız. Gururunu fazla incitmeden bu kimlik krizini atlatmasına çalışacağız. Bu zor günlerinde ona el vereceğiz.
Ama onun da kabul etmesi gereken şu ki, eski "güzel günler" bir daha asla geri gelmeyecek. Ordu artık bu ülkede iktidar olmayacak. Zor da gelse, acılı da olsa sonunda mutlaka asli görevine çekilecek.
O yüzden bir an önce bu yeni dönemin koşullarına alışmaya çalışmasında yarar var.
Zira, henüz işin başındayız ve bu süreç kolay kolay bitmeyecek.
BUGÜN