Aşk’ın Gözü Kör İmiş!

Türkiye’de Müslümanların bir “İslamcı aydın” sorununun olduğu zaman zaman çeşitli vesileler sebebiyle gündeme gelir.

HAKSÖZ-HABER

Yaşanan gelişmelere kayıtsız kalmayı adeta marifet bilen, hadiselere başka ideoloji, dünya görüşlerinin çerçevesinde bakan aydın profili ne yazık ki çok yaygın. Yazılıp çizilenlere duyarlı, yanlışlara dikkat çeken bir okuyucu kitlesinin olmayışı da bu olumsuz pratiğin sürgit devam etmesine sebebiyet veriyor. Yusuf Kaplan da bugün ki “Aşk'ı, Isfahan'da/n öğrendim!” yazısıyla olumsuz halin bir örneğini yansıtmış. Müslümanların her yandan kuşatma altında olduğu ve bin bir dertlerinin olduğu bu dönemde “Aşk” muhabbeti de nedir? Hakikat değeri olmayan teorik-felsefi temellendirmelerle ya da tasavvuftaki aşk nazariyelerinden mülhem ile yapılacak delillendirmeler bu lüzumsuz muhabbeti kurtaramayacaktır elbette.

Kaplan’ın yazısında dikkat çeken başka bir nokta ise İran’da iken gezdiği İsfahan aktarımı. İsfahan’ı gezmeyen ya da bilmeyen insanlar zannedebilir ki dünya bir yana orası bir yana! Hani derler ya; “eh tamam güzel de o kadar da değil!” sözü gerçeği daha fazla yansıtıyor. Yusuf Kaplan Türkçe edebiyata da girmiş olan “Acem palavrası, mübağalası” hakikatini bilseydi eğer daha serinkanlı bir yazı yazacaktı. Doğrusu yazının en hoş yerlerinden birisi ise çizdiği “İranlı tüccar, esnaf” tablosu idi. Bir an üzerinde “asr-ı saadet” yazan bir kitabı okuyor zannediyor insan. Geçmiş dönem tecrübelerinden de sabit olduğu üzere İranlılar önem verdikleri kişileri etkilemek için her türlü propagandayı yaparlar. Oysa biraz serinkanlı bakış, birazcık sorgulama, biraz gaza gelmemek hakikati çıplak bir şekilde görmeyi sağlayabiliyor. Bütün bir yazının en acı ve hüzün verici tarafı ise Suriye’de Müslümanların, mazlum insanların kanını döken İran gerçeği üzerine hiçbir söz söylenmemesidir. Ne diyelim demek ki”aşk”ın gözü kör imiş! 

***

Aşk'ı, Isfahan'da/n öğrendim!
Yusuf Kaplan-Yeni Şafak

Dört gün sürecek bir ziyaret için Ankara'dan Sedat Sert kardeşimin girişimi ve Tahran Yunus Emre Kültür Merkezi'nin daveti üzerine İran'dayım. Hem Merkez'de hem de Allame Tabetai Üniversitesi'nde birer konuşma yapacağım Pazar günü. Pazartesi günü Kum ve Cemkeran şehirlerine gideceğiz Yunus Emre ekibiyle birlikte...

Ekibimizde, Yunus Emre bölge koordinatörü doçent Mustafa Balcı; Tahran Merkezi başkanı Sadullah Yılmaz; kültür sanat koordinatörü, Tahran'ın altını üstüne getiren, İran'ı en iyi bilen arkadaşlardan Selim Özban kardeşim ile Zeki Bulduk kardeşim var.

İran seyahatinin en güzel sürprizlerinden biri, Zeki Bulduk kardeşimi Tahran'da bulmam oldu. Ülkemizin en sahici ve cins kalemlerinden Zeki Bulduk'la İran'ı gezecek olmak bendeniz için de çok iyi olacak!

AŞK'I, ISFAHAN GİBİ BİR ŞEHİRDEN ÖĞRENEBİLİRSİNİZ ANCAK!

Dün (9 Mayıs Cumartesi günü) soluğu Isfahan'da aldım.

Isafahan'a önceden gidemediğim için Tahran Humeyni Havaalanına iner inmez, İran'a gelmeden önce yüreğimde depreşen Isfahan ateşi, aşk ateşi rengine büründü.

Isfahan'ı görüp, doyasıya gezince, iliklerime kadar yaşayınca, aşık oldum Isfahan'a: Isfahan'ı görmeden içimde zaten kor halinde var olan Isfahan ateşi büyüdü.. büyüdü.. iflah olmaz bir aşk ateşi'ne dönüştü...

Isfahan, bana aşkın ne demek olduğunu öğretti.

Bir kaç gün yazacağım İran yazılarında, aşkı Isfahan'dan öğrenmenin ne demek olduğunu sizlere anlatmak, sizi Isfahan'a götürerek aşkın engin denizlerine daldırmak ve kendinize getirmek, şehrinize döndürmek, şehrinizin nasıl katledildiğini, neden öldürüldüğünü düşünmeye kışkırtmak istiyorum.

Isfahan, kimi zaman 'dünyanın yarısı' (nısf-ı cihan), kimi zamansa 'dünyanın süsü' (nakş-ı cihan) olarak adlandırılan bir şehir.

Ama bu adlandırmalar, Isfahan'ı anlatmak için yeterli değil. Yeterli değil; çünkü Isfahan anlatılacak bir şehir değil; yaşanarak anlaşılacak ve yaşa/n/dıkta aşık olunacak bambaşka bir 'varlık' çünkü: Allah'ın (cc) bu havzada yaşayan müslümanlara aşkın, hakikat aşkının ne demek olduğunu öğretmek için armağanı bir şehir Isfahan.

İNSAN OLARAK DA YAŞAYAN MÜSLÜMAN ŞEHİR!

Alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimiz, kendilerini, 'ilmin şehri' (medinetü'l-ilm) diye tarif etmişti.

Peygamberimizin kendilerini, 'ilmin şehri' olarak tarif etmelerinin sırrını ilk kez Medine'yi görünce çözmüştüm. Isfahan'ı görünce bu bir sır olmaktan çıktı; hakikate dönüştü; hakikatin çok katmanlı yapısı birer birer çözülüverdi ve zihnimden bir anda art arda süzülüverdi:

Isfahan, sadece bir şehir değil/di çünkü.

Isfahan, her bakımdan 'Müslüman' bir şehir: Tıpkı TOKİ canavarı tarafından katledilmeden önceki Bursa gibi, Konya gibi, Kayseri gibi, Sivas gibi, Erzurum gibi, Ahlat gibi aydınlık ve hem zihinleri hem de kalpleri aydınlatıcı, nurlandırıcı şehirlerin anası Medine'nin ruhunun hem mekanda hem de insanda aynı anda tecelli ettiği aziz ve leziz bir şehir...

Keşfedilmemiş, keşfedildikçe sırlarını insana bütün cömertliğiyle sunan her an fethedilmeyi bekleyen, her dem insanın kendi'ni yeniden keşfetmesine izin veren güzeller güzeli bir 'insan şehir'...

İnsanın mekanda, mekanın insanda tezahür ettiği, şehrin insana insan suretinde göründüğü, insanınsa şehre insan suretine bürünerek göründüğü bir ruh şehri, bir hayat şehri, bir tasavvuf şehri, bir tefekkür, ahlak ve estetik şehri...

Kısacası, sadece şehir olarak değil, insan olarak da yaşayan müslüman bir şehir Isfahan.

HAKİKATİN HAYAT VE AHLAK ŞEKLİNE BÜRÜNDÜĞÜ ŞEHİR

Önce hayat ve ahlak şehri Isfahan'ı anlatayım sizlere...

Isfahan Meydanı'nın mütevazi ama o ölçüde de engin çarşısında dolaşıyoruz... Bir dükkandan kumaş alıyoruz. 'Frenk parası' olarak ödeyebileceğiz ancak. 'Tamam' diyor dükkanın sahibi. Sevgili Zeki Bulduk kardeşim, 'şu kadar İran parası ediyor' diyor. Dükkan sahibi, 'hayır', diyor! 'Daha düşük!'

Zeki'yle göz göze geliyoruz sadece.

Yine çarşıdaki gezintimizi sürdürürken bir esnaf arkamızdan koşa koşa geliyor ve arkadaşlara 'siz şunları, şunları almıştınız, değil mi?' diye soruyor. 'Evet', diyor arkadaşlar. Dükkan sahibi Isfahan'lı Müslüman kardeş, 'şu kadar fazla para ödemişsiniz. Buyurun, paranızın üstü', diyor! Hepimizin gözü ışıyor.

Bu manzaraları önceden Medine'de ve Şam'da yaşamıştım çokça. Isfahan'da da benzer şeyleri yaşıyor olmak hiç şaşırtmadı beni, doğrusunu söylemek gerekirse.

Bu iki hadiseyi üst üste yaşayınca, çağımızın cins düşünürlerinden Wittgenstein'ın 'etik ve estetik bir ve aynı şeylerdir' sözü beliriveriyor zihnimde, bir anda!

***

Isfahan'ın estetiğini, Isfahan şehir okulu'nu, bütün yönleriyle daha sonraki yazılarda yazacağım. İran'ın diğer şehirlerine yaptığımız seyahatlerdeki izlenimlerimi de aktaracağım. Tabii bu arada İran'la ilgili bizzat 'yerinde' tanık olduğum gözlemlere dayanan eleştirilerimi de paylaşacağım sizlerle.

NOT: Bu yazı, normalde geçtiğimiz hafta Pazar günü yayımlanacaktı. Ama İran'da internet imkanları berbat olduğu için bu yazıyı ve Pazar günü yayımlanacak yazımı gönderemedim İran'dan. Ancak İran dönüşü yayımlayabiliyorum.

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!