Askerlere bırakılamayacak kadar ciddi bir iş

Şahin Alpay

Türkiye'de demokrasi üzerinde askerî vesayetin kurumları ve nasıl işlediği konusunda başvurulması gereken birinci kaynak, muhakkak ki Prof. Dr. Ergun Özbudun'un "Çağdaş Türk Politikası: Demokratik Pekişmenin Önündeki Engeller" başlıklı kitabıdır (Doğan Kitapçılık, 2003).

Türkiye'de askerin siyasî özerkliği için vazgeçilmez kaynak ise Prof. Dr. Ümit Cizre'nin "Türkiye'de Askerin Siyasi Özerkliğinin Anatomisi" başlıklı makalesidir. Bu makale, Cizre'nin "Muktedirlerin Siyaseti: Merkez Sağ, Ordu, İslamcılık" başlıklı (İletişim, 1999) kitabında yer alır.

Türkiye'de askerin kendilerine özgü yaşamları ve değerleri konusuna gelince, bu konuya eğilen ilk ve yayımlanmasının üzerinden 23 yıl geçtiği halde hâlâ değerini koruyan araştırma ise kuşkusuz Mehmet Ali Birand'ın "Emret Komutanım" adlı kitabıdır (Milliyet Yayınları, 1986). Dr. Levent Ünsaldı'nın 2004'te Paris Sorbonne Üniversitesi'nde kabul edilen doktora tezine dayanan "Asker ve Siyaset" başlıklı kitabı ise (Kitap Yayınevi, 2008) bu alana yeni ve değerli bir katkı. Kendisi de bir subay çocuğu olarak büyüyen, dolayısıyla Türkiye'de askerin dünyasına "içeriden" bakma imkânına da sahip olan Ünsaldı'nın bu çok dikkate değer çalışmasına çeşitli vesilelerle döneceğim.

Burada öncelikle değinmek istediğim, Ünsaldı'nın altını çizdiği bazı hususlar. Bunlardan biri, Türkiye'de asker–sivil ilişkisini ikisi arasında çatışmaya indirgemenin yanlışlığı. Ünsaldı'nın haklı olarak belirttiği gibi Türkiye'nin bir gerçeği, sivillerin kendi aralarındaki mücadelede TSK'yı, askerlerin de kendi iç mücadelelerinde siyasîleri kullanma arayışında olmaları. Daha sık görülen sivillerin askerleri kullanmaları konusunda Ünsaldı şöyle diyor: "Ordu, ekseriyetle siyaset arenasında ve siyasetçinin ethos'unda meşru olmayan bir aktörden çok, kazanılması gereken değerli bir aktör olarak algılanır (s. 187)... Siyasal partilerden ekonomik oluşumlara, farklı çıkar ve baskı gruplarına kadar çeşitli siyasal aktörler arasındaki iktidar mücadelelerinde TSK etkilenmesi, kazanılması gereken bir siyasal oyuncu"dur (s. 260).

Ünsaldı, siyasetçilerin, TSK'yı kendi aralarındaki rekabette bir araç olarak kullanmalarının çeşitli örneklerini vermekte. Bunun herhalde en son ve çok çarpıcı örneği ise CHP Genel Başkanı'nın, ağır suç işleyen subayların sivil mahkemelerde yargılanmasına, yani herhangi bir demokraside normal olana yol açacak yasa değişikliğini protesto için, AKP hükümetine hitaben "TSK'dan elini çek!.." diye haykırması. Baykal'ın bu tavrı karşısında Haluk Özdalga, "Faşist General Franco yandaşlarının İspanya'da oynadıkları rolü bugün Türkiye'de Baykal ve CHP'li yandaşları üstlenmiş durumda..." demekte yerden göğe kadar haklı değil mi?

Ünsaldı'nın asker–sivil ilişkileri bağlamında altını çizdiği başka bir nokta da şu: "Ordunun (reformlara ve sivilleşmeye) direniş kapasitesi siyasetin kararlılığı ve becerisiyle ters orantılıdır. Diğer bir ifadeyle, askerin direnci siyasetçinin kararsızlığı ve çekingenliği oranında artar..." (s. 263) AKP liderleri Ünsaldı'nın kitabını okudular mı, bilmiyorum. Ama son zamanlarda yeniden kazanma yolunda oldukları izlenimini verdikleri reform kararlılığı, Ünsaldı'nın vaz ettiği (doğrusu, hayli tartışmalı) 'kanun'dan esinlenmiş gibi görünmüyor mu?

Son olarak Ünsaldı'nın çok haklı olduğu bir nokta: "Orduyu var eden, iaşesini temin eden, bütçesini onaylayan yasama gücüdür. Dolayısıyla savunmaya ilişkin genel prensipleri belirleme sorumluluğu sivil iktidarındır. Oysa Türkiye'nin savunma alanındaki seçenekleri Türk siyasî seçkinleri arasında neredeyse hiç tartışılmaz... Ne var ki savunma sadece askerlere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Dolayısıyla, bilim insanlarının artık askerî objeyi de herhangi bir sosyal olgu gibi mercek altına yatırmaları, üniformalı yurttaşların ise kurumları ve meslekleri üzerine siviller tarafından yapılan her çözümlemeyi 'maksatlı bir faaliyet' ("asimetrik psikolojik harekât"?) olarak değerlendirmemeleri gerekir." (s. 269)

ZAMAN