HAKSÖZ HABER
15 Temmuz Darbe Girişimi’ni gerçekleştirmeye çalışan Yurtta Sulh Konseyi’nin bildirisini hatırlamak emekli Amirallerin Montrö bildirisi üzerinden yaşanan tartışmalara ışık tutabilir.
Emekli askerlerin yayımladığı bildiri yine toplumu ikiye böldü. Muhafazakar dindar kesim bildiri ve onun çağrısını masum bulmazken, laik-sekülerler ise bildiriyi ‘olağan’ bir şey olarak karşıladı. O halde askerlerin bildiri yazma mantığı üzerine düşünmek tartışmanı üzerindeki sis bulutlarını kaldırabilir.
Öncelikle belki de tüm askeri bildirilerin temel kalkış noktasını üstenci bir tavır belirliyor. "Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz; Türk topraklarının ve Türkiye idealini tahakkuk ettirmek için sarf etmekte olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkânsız teminatıdır." Atatürk tarafından 1927’de ifade edilen bu sözler ordunun rejimin kurmakta olduğu sistemin teminatı olduğunu açıkça ifade etmektedir.
Yıllarca bu perspektifle eğitim alan ordu mensupları gerçekleştirdikleri askeri darbelerin temellerini hep ‘ülkenin ve devletin gerçek sahibi’ ‘cumhuriyetin bekçisi’ argümanları üzerine inşa ettiler. Bu sebeple topluma, siyasete üstten bakan bir üslup askeri bildiriler için vazgeçilmez gözüküyor.
İkinci olarak ise yine aynı üstten bakışın yansıması olan ‘nizam’ verme anlayışı. Gidişattan duyulan rahatsızlığı ifade eden ordu, siyasete veya topluma rejimin kodlarına dönüş çağrısı yapmaktadır. Misal olarak Yurtta Sulh Konseyi bildirisinin giriş cümlesi verilebilir: Sistematik bir şekilde sürdürülen anayasa ve kanun ihlalleri; devletin temel nitelikleri ve hayati kurumlarının varlığı açısından önemli bir tehdit haline gelmiş, Türk Silahlı Kuvvetleri dahil olmak üzere devletin tüm kurumları ideolojik saiklerle dizayn edilmeye başlanmış ve dolayısıyla görevlerini yapamaz hale getirilmiştir.
Gidişat duyulan rahatsızlık ise bazen daha kısmi gerekçelere dayandırılır. Montrö bildirisine bakmak gerekirse: Son zamanlarda gerek Kanal İstanbul, gerekse Uluslararası Antlaşmaların iptali yetkisi kapsamında Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması endişe ile karşılanmaktadır. … Türkiye’nin bekasında önemli bir yer tutan Montrö Sözleşmesinin tartışma konusu yapılmasına, masaya gelmesine neden olabilecek her türlü söylem ve eylemden kaçınılması gerektiği kanaatindeyiz.
Cumhuriyetin bekçisi olan TSK’nın kurumsal kimliği bu sebeple Atatürk’ün şahsı ile de bütünleşmektedir. İçinde Atatürk’e selam çakmayan, onun ilkelerine bağlılık yemini etmeyen bir askeri bildiri düşünülemez. İlk örnek Yurtta Sulh Konseyi bildirisinde ikincisi ise emekli Amirallerin bildirisinden:
1- Bu ahval ve şerait altında, yüce Atatürk'ün önderliğinde milletimizin olağanüstü fedakarlıklarla kurduğu ve bugünlere getirdiği cumhuriyetimizin koruyucusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri, "yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesinden hareketle …
2- Bu gerekçelerle, TSK ve Deniz Kuvvetlerimizi bu değerlerin dışına çıkmış, Atatürk'ün çizdiği çağdaş rotadan uzaklaşmış gösterme çabalarını kınıyor ve tüm varlığımızla karşı çıkıyoruz. Türk Milletinin bağrından çıkan şanlı bir geçmişe sahip, Ana ve Mavi Vatan’ın koruyucusu Deniz Kuvvetleri Komutanlığı personelinin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yetiştirilmesi elzemdir.
Atatürk’e ve onun inkılaplarına yapılan yeminler laiklik vurgusunu muhakkak barındırmak zorundadır. Laikliği hatırlatmak rejimin toplum üzerindeki temel etki gücünü de hatırlatmak anlamına geliyor. Zira dindar eğilimlere sahip bir toplum ile ordunun da içinde bulunduğu seküler elit tabaka arasındaki temel farklılık laiklik bahsi etrafında oluşmaktadır.
Montrö bildirisindeki şu cümleler ‘laiklik’ kaynaklı kaygılardan neşet ediyor. Son günlerde basında ve sosyal medyada yer alan kabul edilemez nitelikteki bazı görüntüler, haber ve tartışmalar ömrünü bu mesleğe adamış bizler için çok derin bir üzüntü kaynağı olmuştur. Ardından devamında FETÖ’ye vurgu yapıldıktan sonra ile ordunun görevi hatırlatılıyor. TSK’nin, anayasanın değişmez, değiştirilmesi teklif edilemez temel değerlerini titizlikle sürdürmesi zaruretidir. Montrö bildirisinde anayasanın değişmez hatta teklif dahi edilemez temel değerinden kasıt laikliktir. Bilindiği üzere Tuğamiral Mehmet Sarı’nın dini gruplarla ilişkisi olduğu iddiası sol-Kemalist medyada bir zamandır dile getiriliyor. Emekli amiraller ise ordunun gerçek kimliğine ve koruması gereken değerlere laiklik üzerinden dikkat çekiyorlar.
Yurtta Sulh Konseyi bildirisinde de laiklik vurgusu ön planda: Gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içerisinde olan cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri tarafından; temel hak ve hürriyetler zedelenmiş, kuvvetler ayrılığına dayalı, laik ve demokratik hukuk düzeni fiilen ortadan kaldırılmıştır.
Çağdaş, demokratik, sosyal, laik hukuk ilkelerine dayalı anayasal düzen tesis edilene kadar yurtta sulh konseyi ulusumuz adına her türlü tedbiri alacaktır.
… laik, demokratik, sosyal ve hukuk devleti ilkesi üzerine oturan anayasal düzeni yeniden tesis etmek … adına yönetime el koyulmuştur.
Görüldüğü üzere askeriyenin bildiri yazma mantığı aynı kaynaktan neşet ediyor. Kimisinin sol-Kemalist, kimisinin sağ-Kemalist veya FETÖ iltisaklı olması bu gerçeği değiştirmiyor. Aynı tornadan çıkmışçasına inşa edilen metinler; kurucu değerleri, Atatürk’ü, laikliği üstten bakan bir dille topluma ve siyasete dayatıyorlar.
Peki, bu mantığı nasıl yok edeceğiz? Asıl sorunun cevabı ise hala verilebilmiş değil!