Yaşadığımız darbe girişimi sonrası oluşan ortamda “karanlığın en koyu anı aydınlığın müjdecisidir” kabilinde hayra dönük değişim ve dönüşümlere şahitlik etmekteyiz. İkiyüz yıldır ithal ideolojilerini militarist dayatmayla topluma enjekte etmek isteyenlerin temsilcileri, militarist yapıda yaşanan değişimden rahatsız olmuş gözüküyorlar.
Osmanlı’nın gerileme ve toprak kayıplarına çare olarak modernleşme ideolojisini tercih etmesi ile ilk neşter ordu kurumuna vurulur. III.Selim’in Nizam-ı Cedid’i ile başlayan yenilenme çalışmaları II. Mahmut döneminde kökleşmeye başlar.
Amaçlanan merkezi iktidara bağlı ve bağımlı bir güç oluşturmaktır. Yeniçeri’lerin özerk ve kendi başına buyruk yapısı istikrarsız bir ortam oluşturmakta, gerileme ve kayıpların birincil sebebi olarak görülmektedir.
Modernleşme sürecinde 19.yy ortalarında iki farklı ideolojik grup ortaya çıkar. Biri merkezi otorite ve mutlak otokrasiyi savunanlar diğeri ise meşruti monarşi, anayasal düzen ve parlamenter sistemi savunanlar.Bu iki grup arasındaki iktidar mücadelesinde başarının yolunu “orduyu ele geçirmek” olarak gören Genç Osmanlılar, ideallerine ulaşmak için bunu araç olarak görür. Ancak bunun çok tehlikeli bir araç olduğunu çok yakın bir zamanda anlayacaklardır.
II.Abdülhamid’i tahta getiren güç artık Abdülhamid için tehlike oluşturmaktadır. Orduya karşı oluşan bu paradoks ideolojik olarak tüm iktidarlara bulaşır. Artık iktidarı elde etmek ve elde tutmak isteyenler için bir araçtır ordu.
Süreçte Jön Türkler’in ideolojisi orduya sirayet edip, ordudaki militarist kültür ile mezc olmaya başlar ve ortaya İttihad ve Terakki adında askerlerin kontrolünde bir cemiyet çıkar.
Dönemin siyasal hareketliliği ve yoğun savaş ortamı orduya ihtiyacı daha da arttır. Bu gücü elinde tutan İttihad ve Terakki cemiyeti 1908’de yaptığı darbe ile iktidarı ele geçirir.
Orduya ideolojik rengini veren Jön Türkler tasfiye edilir. Hiçbiri kilit noktalara getirilmez. Yani; orduyu kullanarak iktidar olmak isteyenleri ordu kullanır ve iktidar olur. Asker menşeili cemiyet giderek gücünü arttır. Buna dur demeye çalışanları 31 Mart vakası’nda olduğu gibi sindirir ve adeta bir terör rejimi başlatır.
Artık iktidar olmak isteyenler ordu içinde Cunta’lar oluşturur, ordu dışında ise “ordu içinde ağırlığımız olsun” diyerek orduya “sızmaya” çalışırlar. Siyaset ordu zemininde yapılmaya başlanır. Mücadelede başarılı olmanın şartı ordu içindeki nüfuzla orantılıdır.
Bu süreçte yaşanan en önemli kırılma I.Dünya savaşıdır. Savaşın kaybedenleri arasında olan ordu iktidarı, büyük bir prestij kaybına uğramıştır. Bu prestiji yeniden tesis etmek ancak yeni bir ideoloji ile mümkün olacaktır.
Kendisini ideolojik ve politik olarak farklı sayan fakat aynı kökten gelen bir grup, 1918 ile 1922 arasında ordunun iktidarını tekrar tesis eder. Ordunun kendini yeniden topluma kabul ettirmesi, yeniden misyon sahibi olması “milli mücadele” adı verilen reçete ile sağlanır. Artık yıllarca toplum üzerinde tahakküm etmenin meşruiyeti hazırdır. Ordu “Kurtuluş savaşını” kazanmış ve bunun için minnet duyularak itaat istemektedir!
Yeni sistemde İT Cemiyeti askerlerine tanınmayan bir hak Cumhuriyet askerlerine tanınır. Ancak istifa ederek politikacı olabilen askerler artık hem asker hem siyasetçi olabilirler.1924 yılında iktidardaki Halk Fırkası’nda Mustafa Kemal muvazzaf bir mareşal, İsmet (İnönü) muvazzaf bir orgeneraldir. Muhalefetteki, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın G.Başkanı Kazım Karabekir muvazzaf bir korgeneraldir. Yani siyasete tamamen askerler hakimdir.
Cumhuriyetin ilk yılları askerlerin iktidar mücadelesi şeklinde geçer. M.Kemal Nutuk’ta orduyu kendi yanında nasıl tutuğunu anlatır. Yanında ve sadık olan asker milletvekillerini istifa ettirip orduya yollar. TCF’deki muhaliflere; “siz de ikisinden birini tercih edin” der. Muhalefeti siyasal yolla yapmayı tercih ederler. Muhalif askerler 1927 yılında resen emekli edilirler. Artık ordu “M.Kemal’in sadık askerlerinden” müteşekkildir.
Cumhuriyetin kuruluş tarzından dolayı rejim ile ordu arasında birebir ilişki vardır. 1945’e kadar ordunun bilinen bir hareketi yoktur. Parti-devlet bütünleşmiş, ordunun ideolojisi devletin iliklerine kadar işlemiştir. 1945’den sonra ise bu “ideolojinin bekçiliği” yapılır.
Çok partili hayata geçişle ordu içerisindeki hareketlilikte başlamış, toplumla beraber ordu da politik bir rekabete girmişti. Ordu içinde yaşanan iktidar mücadelesi siyasal hayatında merkezinde yer almış, iktidar hırsı askerlerin benliğini kaplamıştır.
Tek parti iktidarı orduya hakim olmak için yüksek askeri pozisyonlara, G.Kur. Bşk. Fevzi Çakmak ve ordu komutanlarına dokunmaz. Terfi alamayan, imtiyazlardan yararlanamayan, kısıtlanan askerlerin muhalefeti oluşur ve bu dinamik DP muhalefetini destekler.
Ordu içerisindeki bilinen ilk cunta 1946 seçimleri sonrası ortaya çıkar. Bu cuntanın içerisinden 1950’de DP’nin ilk Savunma Bakanı çıkar.
DP iktidar olmuş ancak ondan beklenen adımları atmamıştır. Askerler yeniçeriler gibi ulufelerinin arttırılmasını, terfi edilmeyi ve ordunun modernizasyonunu talep ederler.
Taleplerin karşılanmaması ortaya yeni bir cuntayı çıkarır. Gerekçe hazırdır; “siyasilerin hiçbirinin bu ülkeye katkısı yok, politika ve politikacıların yapamadığı iş bize düşüyor” diyenler, 1908’den beri gelen misyonunu hatırlamış; “ülkeyi kurtaracaksak, biz kurtarırız” moduna girmiştir.
27 Mayıs 1960 darbesini yapan Cuntacılar 1954’de işe soyunurlar. Bu şunu göstermektedir; “artık yapacak bir şey kalmamıştı, ordunun müdahalesi kaçınılmazdı” söylemleri doğru değildir. Bu ifadeler aniliğin, mecburiyetin ifadeleridir ancak Cunta örgütlü çalışır, hazırlıklar yapar, ortamı darbeye hazır hale getirir, darbe yapar ve bizleri elleri ile kurtarır!
27 Mayıs’ın MBK’sı anlaşamaz. Birileri “siyasilere devredelim” derken diğerleri “iktidar bizim işimiz” der! Bırakalım diyenler galip gelir ancak bu ordudaki kaynamaları daha da büyütür. Milli Birlik Komitesi ordu üzerindeki nüfuzunu kaybeder. Silahlı Kuvvetler Birliği (SKB) adında yeni bir Cunta oluşur. Artık yeni mücadele 27 Mayıs’a ihanet edenlerle gerçek 27 Mayıs’çılar arasındadır.
27 Mayıs ile 12 Mart arasında geçen süreci aynı mücadelenin yansımaları olarak görmek gerekiyor. 27 Mayıs’ın yolundan sapmış olan ülkeyi tekrar “doğru yola” sokmaya çalışan iki darbe girişimine şahid olunur. Ancak bu hareketlenmeler ordu içindeki iktidar mücadelesinin sonucudur. Birçok asker ve subay Ankara sokaklarında birbirlerine ateş açarlar.
Genelde ülkede özelde ordu içindeki iktidar mücadelesi, ordunun tek parça olmasını engeller. Ordu bir taraftan kendi bütünlüğünü korumak diğer taraftan politika yapmak ister. En büyük amacını modernleşme olarak deklare eder ancak sonuçlarına katlanmaz. Bu ikilemlere rağmen iktidarı da bırakmak istemez. Bunu da “bu toplum kendini yönetemez” bahanesi ile aşmaya çalışır.
Bu vesayetçi durum “Türkler asker millettir”, “güçlü ordu, güçlü devlet” ve “ordu millet” popülist yaklaşımları ile kabul ettirilmeye çalışılır. Çalışmamızı bitirdiğimiz tarih diliminde ordunun iktidar hırsı zirveye ulaşmış, adeta bir korku imparatorluğu kurmuştu. Bu imparatorlukta ister severek, ister korkudan askerliğimiz kesintisiz devam etmekteydi. Bakalım askerin iktidar hırsı ve bu milletin askerliği ne zaman bitecek?