Askeri teamülle, siyasi irade karşılaşması

Oral Çalışlar

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Yüksek Askeri Şûra’da yaşanan kriz üzerine şunları söyledi: “Ordunun hem terfi, hem emeklilik sisteminde teamülleri vardır. Bu teamüllere siyasilerin karışması doğru değil. Kurumları kurum yapan onların gelenekleri ve teamülleridir... Askeri mümkün olduğu kadar siyasetin dışında tutmamız lazım. Eğer müdahale ederseniz onu siyasetin içine çekmiş olursunuz...”
‘Ordunun teamülü’ kavramı üzerine çeşitli ‘okuma’lar yapılabilir...
Ben şu olguyu hatırlatmakla yetinmek istiyorum: Şimdiye kadar, birkaç istisna dışında, Yüksek Askeri Şûra, terfi ve tayinleri bizzat gerçekleştirdi. Bu teamül, zaman zaman siyasileri hedef alan askerlerin terfi ettirilmesi şeklinde de cereyan etti. Örneğin dönemin Başbakanı hakkında çok ağır sözler sarf eden, küfür eden bazı generaller Yüksek Askeri Şûra’da taltif edildiler, terfi ettirildiler.
Askeri darbeler nedeniyle tanıdığım, işkenceci, demokrasi düşmanı birçok subayın daha sonra üst rütbelere ‘tırmanma’larına defalarca tanık oldum. Bu köşede onların isimlerini defalarca yazdım. Yükseldikleri noktaları görünür kılmaya çalıştım. Bu geleneğin hiç kesintiye uğramadığını belirtmekte yarar görmekteyim.
***
Yeniden teamüle dönersek; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin son 50 yıl içinde yaptıkları ortada...
Üç askeri darbe, defalarca siyasete yönelik ağır müdaheleler... Meclisleri kapattılar, siyasetçileri idam ettiler. Belki de en çarpıcı olansa, bu olaylarda rol oynayanların büyük bir bölümünün terfi etmiş olması. Hepsini toparlarsak şunu söyleyebiliriz: Eğer bu ülkede bir teamül söz konusuysa bu teamül daha çok askerin siyasete müdahelesi şeklinde kendini gösterdi.
Kılıçdaroğlu’nun ‘askeri teamül’den söz ederken ne demek istediğinin, analiz edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Kılıçdaroğlu’na şu ‘klasik’ soruyu sormakta da yarar görmekteyim: Bugüne kadar asker, siyasete müdahale etti mi etmedi mi? Kılıçdaroğlu, ‘askerin siyaset dışında bulundurulması’ndan söz ederken ne demek istiyor? Kendisinin söylediklerinden, darbe iddiasıyla yargılananların terfi etmeye devam etmeleri gerektiği gibi bir sonuç mu çıkarmalıyız?
***
Subayların nasıl terfi edeceği, kimin komutan olacağı yasalarla belirlenmiştir. Bu yasalar,
hükümete, başbakana, cumhurbaşkanına komutanların tayin edilmesi yetkisini veriyor. Üstelik, yakın bir tarihte birkaç askeri darbe girişimiyle yüz yüze gelmiş bir hükümetten söz ediyoruz.
Sürmekte olan davalarda, darbe iddianamelerinde çok ağır iddialar bulunuyor. Bu iddialar orta yerde dururken, hükümetin, başbakanın, cumhurbaşkanının hiçbir şey olmamış gibi davranabileceğini düşünenler olabilir. Sonuçta, geçmişte böyle bir yaklaşım sergileyen hükümetler, başbakanlar, cumhurbaşkanları oldu. Kendilerini askerler karşısında yeterince güçlü hissetmeyen hükümetlerin, hiçbir şey olmamış gibi yapma yolunu seçtiklerini defalarca gözlemledik.
‘Askeri vesayet’ rejimi adını verilen sistemin devamı, bu tür hükümetlerle mümkün olabiliyordu. Askerlerin her koşulda ‘dokunulmazlıkları’nı sürdürmeleri, bu tür hükümetlerle mümkün olabiliyordu. Bu tür hükümetlerin olduğu dönemlerde, Genelkurmay Başkanları, siyasi açıklamalar yapmaktan, siyasete müdahale etmekten geri durmak şöyle dursun, siyasileri çok ağır bir dille suçlamayı ‘birinci alışkanlık’ haline getirmişlerdi.
***
Son Yüksek Askeri Şûra toplantısı, belki de 50 yıllık bir ‘teamül’ün sona ermesi açısından kritik bir dönemeç olarak değerlendirilebilecek bir karşılaşma...
Eğer süreç ‘geleneksel dengeler’e göre gelişseydi, askerlerin istedikleri gibi hareket etmeleri ve kendi iç dayanışma alışkanlıkları içinde ‘darbeye karışmakla’ suçlanan meslektaşlarını koruyup terfi ettirmeleri söz konusu olacaktı. Ama bu kez öyle olmadı, ‘öteki seçenek’ gerçekleşti: Hükümet yasalardan doğan yetkisini kullandı, demokrasinin gereği yerine getirildi, hakkında iddialar bulunan komutan adayının atanmasını onaylanmadı.
Bu yazıyı yazarken Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanması beklenen Atilla Işık’ın istifasını istediği açıklandı. Yani bir kısım üst düzey asker, hükümetin müdahalesine karşı çıkan bir tutum sergiliyor.
Böyle dönemlerden geçilirken, bu tür kargaşalıklar ve gerginliklerin olması, ‘eşyanın tabiatı’nın gereğidir. ‘Bir şeylerin daha normal hale gelmesi’ hedefine doğru ilerleyen bu yolculuğun, bundan sonraki aşamalarının nisbeten daha rahat geçebilecekleri konusunda umutluyum.
‘Normal’den kastettiğimiz şey, uzun bir süreden beri şu: Askerlerin siyasete müdahale etmemeleri yani sivil iradenin emrinde olmaları. Bizim dolambaçlı yolculuklardan ve rüzgârlardan geçerek er ya da geç ulaşacağımızı düşündüğüm bu ‘normallik’, demokrasinin, çağdaşlığın ve uygarlığın sadece asgari koşulu.
***
‘Orduya dokunmayın’ diyerek, askerin siyaset içindeki varlığını meşru gören tutum, normalleşme sürecini yavaşlatabilir ama uzun vadede gidilecek olan yön normalleşmedir. Türkiye’nin asker konusunda normalleşmesi, siyasetin, hayatın ve toplumsal psikolojinin bütün alanlarındaki normalleşmenin en önemli koşulunu oluşturmaya devam ediyor.
En klasik ama en can alıcı örnek: ‘Kürt sorunu’ bugüne kadar askeri vesayetin hegemonyası altında kaldı. Askerler bu alana ‘siyasi çözüm’ isteğininin yaklaşmasını engellemek konusunda olağanüstü yüksek bir performans sergilediler. Siyasi/ sivil iradenin bu alanda hala yeterince güce ve inisiyatife sahip olmadığı bir gerçek. Siyasi iradenin askeri vesayeti aşabilmesi, Kürt sorununun müzakere yoluyla çözümünün temel koşulu olmayı sürdürüyor.
Askeri vesayetin gerile(til)mesi ile siyasetin karar ve hareket yeteneğinin artması doğru orantılı olmayı sürdürüyor... Yaşadığımız bütün gelişmeler, Türkiye’nin vizyon ve dinamizm kazanmasının, askeri vesayetin gerile(til)mesine bağlı olduğunu kanıtlıyor.

RADİKAL