Taraf Gazetesi'nin yayınladığı ve 2009 model andıç olduğu ileri sürülen belgeyle ilgili tartışmalar büyüyor.
Genelkurmay Askerî Mahkemesi'nin cuma akşamı apar topar verdiği yayın yasağı da ters etki yaptı. Haberi görmezden gelen yayın kuruluşları bile bir şeyler söylemek zorunda kaldı. Habere çekilen yok farz etme muamelesini askerin açıklamasına yapamazlardı! Yayın yasağı böylece konunun daha yaygın duyurulmasına hizmet etmiş oldu. Askerî savcılık dünkü duyurusuyla hem yasağı deldi hem de bu konuda yetkili olmadığını itiraf etti. "... Belgenin, anılan gazeteye ne şekilde ulaştırıldığının ve yayımlanmasının Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddelerindeki suçları oluşturduğu dikkate alındığında, adlî yargı makamlarınca sorumlular hakkında gerekli adlî işlemlerin başlatılacağı düşünülmektedir." cümlesi, itirafı kayıtlara geçiriyor.
Sadece yayın boyutu değil, suç isnadının bizzat kendisi Türk Ceza Kanunu kapsamında olduğundan soruşturmayı sivil savcıların yapması gerekiyor. Nitekim, Ergenekon Terör Örgütü davasının savcıları, belgede imzası bulunduğu iddia edilen Albay Dursun Çiçek'in ifadesine başvuracak. Adlî savcılar belgeyi üniformalı meslektaşlarına göndermemelidir. Belge gerçekse de sahteyse de askerî savcıların yetki alanına girmiyor. Sahteyse zaten sızdırma diye bir suç mümkün değil, gerçek ise ortaya çıkarana ceza yerine mükâfat verirler. Hırsızı ihbar etmek suç olmadığı gibi, meşru hükümete karşı komplo hazırlığını deşifre edene de cürüm isnat edilemez. Belgenin muhtevası düşünüldüğünde yayın yasağının asıl kamu düzeni ve güvenliğini tehdit edeceği açıktır.
Askerî savcılığın sözlerinin önemli bir hatası da iddia makamı gibi değil, savunma makamı üslubunda konuşulması. Ayrıca kendini mahkemenin yerine koyup, hüküm vermeye kalkılmıştır. Henüz elde edemediği belgeyle ilgili muğlak ifadelerle 'kanaat' açıklaması tartışmayı kızıştırmış ve Genelkurmay'ı yeni bir açıklamaya mecbur bırakmıştır. Askerî yargının en önemli handikabı bu; hukukla hiyerarşi arasında kalıyorlar. 28 Şubat döneminde Emniyet İstihbarat Daire Başkan Vekili Bülent Orakoğlu'na beraat kararı veren mahkeme üyeleri yargılama sırasında baskıya maruz kalmış, sonunda ise sürgüne gitmişti. Daha sonra Yüksek Askerî Şûra kararı ile ordudan atılan hâkim Yüzbaşı Ahmet Karamanlı, olayı şöyle anlatıyor: "Bülent Orakoğlu'nu tahliye kararından bir iki gün sonra mahkememizin kıdemli hakimi Binbaşı Mesut Kurşun, Genelkurmay'a çağrıldı. Genelkurmay Adli Müşaviri Tuğgeneral Erdal Şenel, "Olayı niye bu kadar araştırıyorsunuz, neden bu kadar üzerinde duruyorsunuz, ne yapılması gerektiğini anlamadınız mı?" diye baskı yapmıştı. Tabii haksızlık da yapmamak lazım, sivil savcıların brifinglerde esas duruşlarını gösterdiği bir ortamda askerî hâkimlerin hukukçu tavrı alkışı hak ediyor. Ancak ödedikleri bedel, arkalarından gelenlerde nasıl etki yapmıştır, bilemiyoruz.
Bu tartışmalar başka müzmin sorunlarımızı da hatırlattı. Andıçlarda kayıtlara geçen önemli bir ifade var ki, her fırsatta gündeme getirilmeli: 'Medya yoluyla itibarsızlaştırma.' Yayınlanan son metinde de göreve hazır 'dost unsurlar' ihmal edilmemiş. Bunların bir kısmı haberi sadece açıklamalarla geçiştirdi. Yayınlamadıkları haberin yalanlanması konusundaki heyecanları hataya sürükledi. Askerî savcılığın açıklamasının ilk bölümünü görüp yalanlama diye verdiler. Laf aramızda, buradan bile yalanlama çıkarmak epey maharet istiyordu. Ama ikinci bölümü gelince ters köşeye yattılar. Savcılık belgeye sahte demekten özenle kaçınırken, 'dostlar' abartılı bir yalanlama nöbeti yaşadı. Şükür ki sayıları gittikçe azalıyor. Haberi değil muhabiri tartışanlara gelince, onlar 'dost'tan öte bir grup.
ZAMAN