Askeri reformlarda demokratikleşme açığı
Metin Gürcan / Al Monıtor
Değişikliklerin hızı ve kapsamı dikkate alındığında bu süreci, “devrim niteliğinde bir sivilleşme” olarak tanımlamak mümkün. 31 Temmuz'da çıkarılan KHK ile TSK içinde yapılan köklü değişikler kısaca şöyle:
- General terfilerinin kararlaştırıldığı ve TSK ile ilgili önemli kararların alındığı Yüksek Askeri Şura’ya artık başbakan yardımcıları, Adalet Bakanı, Dışişleri Bakanı ve İçişleri Bakanı da katılacak. Bu sivilleşmeyle, YAŞ’taki seçilmişlerin ağırlığı ciddi oranda arttı.
- Daha önce doğrudan Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı olan kara, hava ve deniz kuvvet komutanlıkları Milli Savunma Bakanı’na (MSB) bağlandı. Ayrıca Cumhurbaşkanı ve Başbakan artık doğrudan kuvvet komutanlıklarına emir verebilecek.
- Milli Savunma Bakanı’nın yetkileri artırılarak daha önce asker kontrolünde olan bakanlık personelini doğrudan kendisinin seçmesinin önü açıldı. Bakanlıktaki sivil kadrolar gözle görülür oranda artırılacak.
- Askeri yargıda yapılan değişikliklerle askeri hâkimlerin disiplin ve özlük işlemleri Milli Savunma Bakanlığı’na geçiyor. Bu düzenleme, ikinci aşamada askeri yargı sisteminin tamamen kaldırılmasıyla sonuçlanabilir.
- Askeri eğitim sisteminde TSK’nın kontrolündeki askeri liselerin tümü yani, Kuleli, Işıklar, Maltepe, Deniz Lisesi, Astsubay Bando Hazırlık Okulu kapandı. Harp Okulları iki sene içinde kapanacak. TSK’nın subay ihtiyacını karşılamak için MSB bünyesinde Milli Savunma Üniversitesi (MSÜ) kurulacak.
- TSK’nın elindeki tersaneler, fabrikalar, sanayi kuruluşları MSB’ye bağlandı.
- TSK bünyesindeki tüm hastaneler Sağlık Bakanlığı’na devredildi.
- Daha önce personel, eğitim ve tedarik süreçleri açısından TSK’ya bağlı olan Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı artık tamamen İçişleri Bakanlığı’na bağlandı.
Peki reformlardan ne tür sonuçlar çıkarılabilir? Öncelikle, seçilmiş siviller bir gerçeğin farkında: Genelkurmay Başkanlığı’nın stratejik karar alma mekanizmaları 15 Temmuz gecesi yaklaşık 10 saat süreyle Fethullah Gülen Terör Örgütü (FETÖ) mensubu subaylarca ele geçirildi. Gece 11 buçuk sularında Genelkurmay Başkanlığı’ndan tüm askeri birliklere çekilen sıkıyönetim mesaj emri nedeniyle kafalar karıştı, olaylar büyüdü. Sivil seçilmişler bu nedenle artık askeri gücün sadece Genelkurmay Başkanlığı’nda toplanmasını istemiyor. “Böl, parçala, rekabet üret ve yönet” olarak tarif edilebilecek bir modelle askerin gücünü parçalamak; her bir kuvvet komutanlığını ayrı ayrı MSB’ye bağlayarak aralarında rekabet yaratmak istiyor.
Ayrıca Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’nı tamamen İçişleri Bakanlığı’na bağlayarak kuvvet komutanlıklarını dengeleyecek, sivil otoriteye bağlı farklı bir silahlı güç oluşturmak istiyor. Aslında Genelkurmay Başkanlığı’nın bu gücün üzerindeki etkinliğinin daha sembolik bir düzeye düşürülmesi ve doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlanması için anayasa değişikliği gerekiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın meclis onayı gerektiren bu düzenlemeyi çok istediği de bu konudaki talebini sık sık yinelemesinden anlaşılıyor.
AKP hükümetine yakın çevrelere göre 15 Temmuz’dan sonra ordu artık siviller karşısındaki üstünlüğünü ve tüm ayrıcalıklarını kaybetti. Çünkü darbe girişimi ordunun acizliğini gösterdi. TSK onlarca önleme mekanizmasına ve korunma refleksine rağmen FETÖ mensuplarının içine sızmasını ve önemli pozisyonlara gelmesini önleyemedi. Ordunun kendi iç denetim mekanizmaları dahilinde bunu başaramadığı görüldüğü için şimdi sıra sivillere ve onların ordu üzerinde kuracakları sıkı sivil kontrole geldi.
15 Temmuz gecesi yaşananların tüm kamuoyunda yarattığı korku iktidara sivilleşme konusunda büyük bir toplumsal destek sağlıyor. Ancak burada önemli bir noktaya dikkat çekmek gerekiyor: Sivilleşme ve demokratikleşme Ak Parti’ye yakın çevrelerde eş anlamlı iki sözcük gibi kullanılıyor olsa da bu doğru değil. Dolayısıyla sivil-asker ilişkilerinde gücün askeri elitlerden sivil elitlere transferi aslında henüz tam anlamıyla bir demokratikleşme sayılmaz. Çünkü demokratikleşme ile seçilmiş sivillere geçen askeri gücün siyasi iktidar, muhalefet partileri, meclis ve sivil toplum arasında bölüşülmesi gerekiyor. Ayrıca iktidarın askeri gücün planlanmasında ve kullanımında hesap verilebilirlik ve şeffaflık ilkeleri gereği meclisin ve sivil toplumun denetimine tabi olması gerekiyor. Bu açıdan, son sivilleşme reformlarının doğrudan bir demokratikleşme olarak görülmesi hata olur.
Bu reformlarla birlikte ortaya yönetilmesi gereken üç önemli risk alanı da çıkıyor: Bunlardan ilki, yürütmeyi temsil eden Cumhurbaşkanlığı ve hükümet ile asker arasındaki sorunlarda arabulucu ya da bilirkişi rolü üstlenebilecek bir kurumun ya da mekanizmanın eksikliği. Aslında mecliste kurulacak olan komisyonlar bu görevi üstlenebilir. Ancak şu anda ne hükümetin bu konuda bir talebi var ne de meclis komisyonlarına savunma-güvenlik alanında danışmanlık hizmeti verebilecek sivil kapasite yeterli.
Diğer risk alanı ise kuvvet komutanlıkları arasındaki gücün dağıtılmasıyla hedeflenen yapıcı rekabetin yıkıcı rekabete dönüşme riski. Kurumsal çatışmalara sebebiyet verebilecek olan böylesi bir ortamın TSK’nın muharebe etkinliğini ve verimliliğini düşürmesi çok olası. Örneğin, kuvvetler arasında “müştereklik”in nasıl sağlanacağı konusunun en önemli tartışma alanlarından biri olacağı kesin.
Son olarak, aşırı siyasi kontrolün sivil-asker ilişkilerini siyasallaştırma riski de söz konusu. Örneğin, general terfi ve atamalarında artan sivil etkinin bir siyasallaşmaya dönüşmemesi gerekiyor. Milletvekili ve bakanların ofislerinin önünde terfi kulisi için gelmiş general flamalı araçlar görülürse siyasallaşma ordu içindeki liyakati öldürmüş demektir.
Sonuç olarak, askerin seçilmişten daha üstün, daha rasyonel ve daha vatansever olduğuna dair yaygın kamuoyu algısı 15 Temmuz gecesi büyük darbe aldı. Aynı zamanda, askerin profesyonelliğine güvenen, ona özerklik tanıyan ve imtiyaz sağlayan, sivillerin askeri alana müdahalesine izin vermeyen eski paradigma sona erdi. Yeni paradigmada seçilmiş siviller asker üzerinde sıkı bir subjektif kontrol (dış denetim) geliştirmeye çalışıyor. Bu paradigmada, askerle sivil arasındaki farkın yönetilmesi yerine yok edilmesi, bu sayede de bir ordu-toplum benzeşmesi sağlanması amaçlanıyor.
Ancak unutulmaması gereken bir gerçek var: Mevcut sivilleşmenin demokratik denetim ve dengeleme mekanizmalarına da kavuşturulması, TSK’nın muharebe gücü ve etkinliğinin artırılması, ordunun uluslararası alandaki itibarına ve caydırıcılığına katkı sağlanması ve son olarak azami toplumsal meşruiyetin sağlanması gerekiyor.
Seçilmiş siyasi iradeye saygı duymak lazım. Neticede bu kararın siyasi sorumluluğu onlara ait. Bakalım, Türkiye’de güvenlik sektörünün en başat aktörü olan TSK, birkaç yıl sonra THY gibi küresel bir başarı hikayesi olarak mı; yoksa 2015’te ülkenin en çok zarar eden kamu kurumu olan BOTAŞ olarak mı karşımıza çıkacak? Umarım, Türkiye’deki sivil seçilmişler ordunun kurumsal dönüşümlerinde eskiyi yıkmanın çok kolay, yeniyi inşa etmenin ise çok zor bir süreç olduğunun farkındadır.