Askeri Eğitim ve Destek Verme Hakkı

KENAN ALPAY

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar ziyareti sırasında sarf ettiği şu cümle ile Suriye’ye yönelik askeri bir hazırlığın sinyali veriliyor zannedildi: “15 bin askerimiz bizim sınırımızda olası bir tehlikeye karşı tankıyla, topuyla hazır vaziyette.” Erdoğan’ın mezkûr konuşmasında geçen PKK-PYD, IŞİD, Koalisyon, Özgür Suriye Ordusu, Türkmenler, Araplar gibi göndermeler beyanatın Rusya’yla yaşanan gerilimden ötürü Suriye’ye dair askeri bir planlamaya işaret ettiği düşünüldü. Oysa konuşmanın içerisinde operasyon için hazır bekletilen askeri birliklerin Cerablus hattına bakan 98 km’lik sınır olarak algılanmasını yanlış olarak niteleyip “güneydeki bir bölgede” olduğuna dikkat çekiliyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasını takip eden saatlerde TSK’ya ait 25 kadar tankla birlikte 600 kadar komandonun Musul’daki Başika bölgesine geçtiği ajanslara düşüyordu. Yerel kaynaklar tanklara eşlik eden asker sayısını 1200-2000 arasında zikrederken Başbakan Davutoğlu intikalin eğitim amaçlı rutin bir nöbet değişimi olduğunu ifade etti. Bu hareketlilik saatler içerisinden Bağdat’taki Haydar el İbadi hükümetinden sert bir beyanatla karşılık gördü. Eş zamanlı olarak İran ve hiç şaşırtıcı olmayan bir biçimde PKK-PYD tarafından benzer tepkiler yükseldi. ABD ise bu askeri konuşlandırma için “koalisyon aktivitelerinin bir parçası değil” şeklinde tanımlayarak ne sahiplendi ne de kınadı. Peki, bu askeri harekât ne anlama geliyor, nasıl bir askeri ve siyasi plana işaret ediyor?

‘Rutin Askeri Eğitim’

İran, Rusya, ABD ve müttefikleri üzerinden geliştirdiği ilişkilerle ancak ayakta kalabilen bir Irak yönetimi gerçeği duruyor karşımızda. Ülke hem mezhep fanatizmi hem de emperyalist devletlerle sürdürülen işbirlikçi siyaset dolayısıyla fiilen üçe bölünüş durumda. Ancak buna rağmen “7 Kocalı Hürmüz”den beter karakteriyle Irak Hükümeti adına yapılan resmi beyanda Başbakan Haydar el İbadi bir anda bağımsızlık ve egemenlik söylemine yaslanarak tehditkâr açıklamalar da yapabiliyordu. İbadi şöyle söylüyordu: “Türkiye bu adımla Irak'ın egemenliğini ciddi bir şekilde ihlal etti. Türkiye'nin, iyi komşuluk ilişkilerine saygı göstererek derhal Irak topraklarından çekilmesi gerekir.”. 

Gariptir ABD ve de İran ordu birliklerinin gölgeleyemediği egemenlik hakkını Türkiye’den gelen bir tabur asker gölgelemişti. Gerçi Hükümette İbadi’nin yumuşak söylemini çoktan geride bırakan haşin ve hoyrat çıkışlar da yok değildi. Onlardan biri olan Irak Parlamentosu Güvenlik Komisyonu Başkanı Hâkim el-Zamili mesela "Irak Hava Kuvvetleri’ne bağlı savaş uçakları Türkiye’den gelen işgalci güçleri vurmak üzere harekete geçmek için emir beklediklerini" söylerken çok netti. İşgalle mücadelede üstün başarı ve zaferler elde etmiş Irak Ordusu’nun beklediği vur emri için hemen herkesin ne derece dikkatli olması gerektiği gün gibi aşikârdı elbet!

Olayın İran cephesi ise tipik Acem kurnazlığı şeklinde en iğrenç kimliğiyle sırıtıp duruyordu karşımızda. İran’a göre, Türkiye’nin Musul’a intikal ettirdiği askeri birlik her şeyden önce “bölge güvenliğini tehlikeye atıyor”du. ABD işgaliyle birlikte Irak’ı Sünnilerden temizleme ve en fanatik düzeyde Şiileştirme harekâtı için bulduğu fırsatı ganimete çeviren İran’ın Dışişleri Bakan Yardımcısı Abdullahiyan, “Türkiye hükümetinin hamlesi kaosa yol açacak” görüşünü savunurken Türkiye’ye iki teklifte bulunuyordu: Terörle mücadelede Irak hükümetiyle işbirliği yapmak ve bu mücadele için Bağdat’tan izin almak.

Askeri İntikalin Gerekçesi

Irak ve Suriye’yi askeri, diplomatik, mezhebi, iktisadi olarak işgal etmiş İran’ın bu çıkışı basit bir şapşallığın ötesinde iğrenç bir psikolojik savaş tekniğine yaslanıyor tabii ki. Irak ve Suriye üzerinde kurduğu hegemonyayı kimi zaman Rusya ile kimi zaman ABD ile kimi zaman da PKK-PYD gibi bölgesel örgütlere yaslanarak genişletme mücadelesi veren İran’ın bu tepkileri hiç kimse için şaşırtıcı olmuyor. PKK medyasının kullandığı literatür ise İbadi ve Abdullahiyan gibi dolaylı değil, mükemmel manada tetikçi bir ruh halinin eseriydi: “DAİŞ maskeli AKP-KDP Yığınağı”.

Sesin nereden, ne şekilde geldiğine bakarak ‘askeri eğitim’ meselesinin hangi müttefikler için ne derece tedirgin edici olduğunu görmek epeyce kolay oluyor. Tam da PKK’ya yakın Ezidi siyasi liderler tarafından Şengal’de özerk yönetim ilan edilmişken nereden çıktı bu Peşmerge’ye eğitim verecek TSK taburu sorusu cevap bekliyor.

Türkiye’nin hem Suriye hem de Irak üzerinden kuşatıldığı, bu iki ülkede de hem etnik hem de mezhebi temizlik harekâtlarına girişildiği malum. İran ve PKK-PYD siyasi tarihe önemle kaydedileceği üzere hem Rusya hem de ABD ittifakıyla bölgenin yeniden dizaynında aktif rol alıyor. Vietnam’a giden ABD ordusundan askeri danışmanları, Afganistan’a giden SSCB ordusundan askeri danışmanları, Irak ve Suriye’de aktif olarak danışmanlık hizmeti veren İran ordu birliklerini hep bildi, gördü ve izledi dünya. Fakat beklenen ve umut edilen Musul bölgesine geçen askeri birliklerin ABD, Rusya ve İran gibi işgal, sömürü, katliam, işkence politikalarını icra etmek üzere değil tersine tüm bu insanlık suçlarına karşı Türkiye’nin açık ve net pozisyon almasıdır. Etnik ve mezhebi arındırmaya, emperyalist işgal ve despotik iktidarlara, bölgesel hegemonyaya direnişe katkı sağlayacak türden bir ‘askeri eğitim’ hem alanlar hem de verenler için temel bir haktır.

Yeni Akit