Barış Pınarı Harekâtı sadece Amerikan iç siyasetinde değil, Avrupa Birliği ülkelerinden Rusya ve İran’a oradan başını Mısır ve Suudi Arabistan’ın çektiği Arap Birliği’ne değin uluslararası kamuoyunda ciddi bir kaynaşmaya sebebiyet verdi. Bu kaynaşmanın, esefle kınamalarla başlayıp tehditlerle devam eden tepkilerin en önemli merkezlerinden biri de hiç şüphesiz İsrail oldu. Başta Amerika olmak üzere Avrupa’nın açık desteği, Rusya ve İsrail’in dolaylı yardımlarıyla pek yakında egemenliğini ilan etmesine kesin gözüyle bakılan PKK-PYD Garnizon Devleti stratejisi çok ağır bir darbe alınca çarşının karışması, pazarın çökmesi mukadderdi elbette.
Türkiye’yi ve Suriye’deki İslami hareketleri Esed rejimi ve PKK-PYD kanton devletleri marifetiyle köşeye sıkıştırma planına odaklanan devletler fena halde köşeye sıkışmış durumda. Çünkü tehcir, işgal ve katliam politikalarına Suriye Demokratik Güçleri (SDG) etiketiyle devam edince PKK’nın meşruiyetinin sorgulanamayacağı, Amerikan koruması altında hareket edince dokunulmaz kılınacağı beklentileri Türkiye tarafından büyük riskler göze alınarak boşa çıkarıldı.
Rojava Devrimi Konkordato İlan Etti
Uzun müzakerelerin ardından gelen fakat hiçbir pratik fayda sağlamayan ortak devriye projeleri nihayetinde askeri yığınak ve hareketliliği en üst seviyeye taşıyan Türkiye’nin başlattığı Barış Pınarı Harekatı’na daha kuvvetli bir meşruiyet ve motivasyon kaynağı olarak iş gördü. Bazı devlet ve örgütler için şaşırtıcı olsa da Türkiye kamuoyu “bir gece ansızın” gerçekleşeceği defalarca ilan edilen harekâtın bir an önce ve olabildiğince kuvvetli bir biçimde hayata geçirilmesi için psikolojik açıdan epeyce hazırlıklıydı.
Esed rejiminin hemen tek bir kurşun atmadan çekilip PKK-PYD’ye teslim ettiği uzun ve geniş bölgede bir sonraki aşamada Amerika’nın desteğiyle “Rojava Devrimi” efsanesi hayat buldu. Ancak bu süreçte PKK tarafından Suriye halkına karşı son derece kirli ve kanlı suçlar işlenirken Türkiye’de de Barış Süreci’ni sabote etmek üzere özyönetim ilanları, mayınlı hendekler ve büyük şehirlerde ardı arkası kesilmeyen bombalı saldırılar tertipleniyordu. PKK, sınırın kuzeyinde de güneyinde de kesintisiz bir şekilde kan dökerek, sabotaj ve tehcirle bölgeyi Amerika ve Rusya’nın müdahalesine açık tutmak için elindeki tüm imkânları seferber etti. Ancak şimdi Amerika’nın PKK-PYD’yi daha fazla koruyup kollayacak bir durumu kalmayınca doğal olarak Rusya ve İran’ın himayesi altında en kestirme yoldan Esed rejimiyle anlaşmanın yollarını arıyor.
Esed’le işbirliği seçeneği PKK açısından her zaman geçerli ve en kolay seçenek tabii ki. Baksanıza Münbiç’de derhal, Kamışlı ve Haseki’de az zaman içinde PKK flamalarının yerine Esed bayrağını çekmeye, PKK üniformalarını çıkarıp Baas rejiminin üniformalarını giymeye dünden hazır bekliyorlar. Bu hazırlığı devrimci gerilla birliklerinin cepheyi ne büyük bir hızla terk edip kaçışlarında da bölgedeki sözcülerinin “Esed ordusu Münbiç’e girdi, Türkiye giremeyecek” gibi sevinç naralarında da kolaylıkla anlayabiliyoruz. Amerika’nın silahlarına güvenip gerdeğe giren PKK’nın yaşadığı rezilliği aynı maceraya bir kez de Esed, Rusya ve İran namına yeltenince yaşayacağından hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Haklı Olmak En Büyük Güç
Türkiye açısından Barış Pınarı Harekâtı her ne kadar askeri bir plan olarak icra ediliyorsa da bu harekâtın hukuki, siyasi ve elbette ki ahlaki hedeflerden bağımsız olması düşünülemez. Türkiye’nin Amerika’ya rağmen bölgeye giremeyeceği, PKK tarafından ağır bir biçimde yıpratılacağı, Esed rejimi ve Rusya’nın askeri müdahalesiyle karşılaşacağı gibi tehditkâr analizler birkaç gün içinde çöpe gitmiştir. PKK tehdidinin sınır ötesinden kolu bacağı kırılmış bir biçimde olabildiğince uzaklaştırılması ilk hedeflerden biridir.
30-35 KM’lik hattın daha derinlerine TSK değilse bile Suriye Milli Ordusu marifetiyle inmenin hesabı kitabı dikkatlice yapılmak mecburiyeti var. İkinci husus ise bölgede güvenlik ve huzurun ancak Suriye Milli Ordusu’nu daha düzenli, güçlü ve donanımlı kılarak mümkün olduğu hiç unutulmamalıdır. Hatta gerek Suriye Milli Ordusu’nu gerekse Heyeti Tahrir-i Şam ve diğer İslami direniş güçlerini “cihadist, radikal dinci, yabancı savaşçı” gibi ithamlara hiç kulak asmaksızın destekleyerek sahadaki kudreti ve meşruiyeti teminat altına almak gerekir.
Askeri harekâtın sivillere zarar vermeden, yıkım ve tehcire sebep olmadan sürdürülmesi Türkiye açısından sadece Avrupa Birliği, İran, İsrail veya Arap Birliği cenahından gelen kınamaları boşa çıkarmıyor. Üstüne bir de Arap, Kürt ve Türkmen Müslüman unsurlar kadar Süryani, Ermeni, Asuri gibi gayrı-Müslim unsurları da güvenle kuşatıp paydaş kılacak zemini inşa etmektedir. Güvenliği temin edilen, sağlık ve eğitim alt yapısı tesis edilen, serbest seçimlerle bölgenin etnik ve mezhebi yapısına idarede temsil imkânı tanıyan bir modelin kurulması için öncü olmak gerekiyor. Amerika kadar, PKK-PYD kadar, Esed rejimi kadar Rusya ve İran’ın da yıkıcı siyasetine karşı Türkiye’nin temel hak ve özgürlükleri öne çıkarıp tahkim etmekten başkaca sağlam yolu bulunmuyor.
Türkiye askeri ve siyasi açıdan en güçlü olduğu dönemde hem içeride hem de başta Suriye olmak üzere bölgede daha kuşatıcı söylem ve icraatlara yönelmelidir. Milliyetçi söylemlere, eski devlet pratiklerine hiç prim vermeden ahlaki ve hukuki meşruiyeti açık pratikleri inşa ederek alınacak yol en garanti ve en kazançlı siyasettir. PKK’yı ezerken Türk milliyetçiliğine tevessül etmeyen, Amerika’yı bölgeden uzaklaştırırken Rusya ve İran’ın nüfuz mücadelesine geçit vermeyen sıkı bir duruşa ihtiyacımız var.
Yeni Akit