Hangi adı koyarsak koyalım, bu sorun 'Kürt sorunu'dur. Adını koymaktan korkmamızın sebebi de işin ağırlığından, zorluğundan kaynaklanıyor.
Hangi adı koyarsak koyalım, bu sorun ‘Kürt sorunu’dur. Adını koymaktan korkmamızın sebebi de işin ağırlığından, zorluğundan kaynaklanıyor. Yıllarca bu konu ‘terör’le sınırlı bir konu olarak kabul ettirilmek istendi. Tanımlamanın bu şekilde yapılmasını dayatan asıl unsur, çatışmanın içinde yer alan Türk Silahlı Kuvvetleri’ydi.
Konunun sınırlarını askerler çizdiler. Meclis’in meseleyi nasıl ele alacağını da yine onlar kararlaştırdılar. Geçmiş dönemin hükümetleri, başbakanları askerlere karşı ‘Ne istiyorsanız söyleyin onu yapalım’ şeklinde bir tutum içinde oldular. Çatışma ortamı askerin siyaset üzerindeki inisiyatifini güçlendirdi.
Türkiye, yıllarca Kürt sorununu askeri yöntemlerle çözeceğini iddia eden ve bunu dayatan anlayışın egemenliği altında kaldı. Bu egemenlik yalnızca Kürt sorunuyla sınırlı kalmadı. Aynı anlayış, siyasetin bütün alanlarını kapladı. Aslında bu realite, ‘Son 25-30 yıl’ı da aşan bir geçmişe dayanıyor. Askerin siyaset içindeki varlığının çok derin kökleri var. Ancak Kürt sorununun askerin siyasete müdahalesini çok daha üst boyutlara taşıdığı da net bir gerçek.
Siyasetin elini kolunu bağlayan birçok geleneksel sorun var. Bu sorunların çözümüne yönelik adımlar atmak, çok uzun süre boyunca mümkün olamadı. Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını bu sorunlara örnek olarak verebiliriz. Hükümet bu gibi konularda her adım atmak istediğinde, karşısında hemen bir ‘bürokratik direniş’ beliriyor. O direniş de gücünü askeri vesayet rejiminden alıyor.
Kürt sorunu, Cumhuriyet dönemi boyunca Türkiye’nin siyasi yaşamının baskı altına alınması amacıyla kullanıldı. Rejim Kürtleri baskı altına alırken siyaseti de, medyayı da toplumsal yaşamı da baskı altına alıyordu. Kürtler üzerinde kurulan baskı, başka baskılara zemin hazırlama özelliğini taşıyordu.
Kürtlerin asimilasyonu, demokratikleşmenin de bir anlamda asimile edilerek etkisizleştirilmesinin temel gerekçesi oldu. Her gelen iktidar bu sorunun esiri konumuna getirilerek çaresizliğe mahkûm edildi.
***
Meclis bugüne kadar aslında hiçbir zaman ‘Kürt sorunu’ için toplanmadı. Meclis hep ‘terör’ nedeniyle toplandı ve işin nasıl çözüleceğine ilişkin ortaya konan düşünce ve öneriler, ‘askerin ihtiyaç ve önerilerinin yerine getirilmesi’ çerçevesinin dışına çıkamadılar.
Şimdi Meclis ‘açılım’ için toplanıyor. ‘Açılım’, Kürt sorununu silahlardan arındırmayı ve demokrasinin bir parçası haline dönüştürmeyi hedefleyen planın adı aslında. Meclis ilk kez bu konuyu kendi iradesini gerçek anlamıyla ortaya koyarak konuşacak.
“Meclis’in irade ortaya koyduğu yok” diyenler olabilir. Meclis’in toplanmasının bir hükümet iradesinin sonucu olarak gerçekleştiği ve ‘Meclis’in iradesi’nden tam olarak söz edilemeyeceği yönünde bir değerlendirme yapılabilir. Hükümetin, ‘çözüm’ hedefli ataklar gerçekleştiriyor olmasının, ulusal ve uluslararası koşulların elverişli hale geldiğini görmesinden kaynaklandığı söylenebilir.
Sorunun çözümü için harekete geçenlerin öncelikli olarak Cumhurbaşkanı, onun ardından da hükümet olduğu bir gerçek. Ancak, hükümet, çözümün içine muhalefet partilerini de katmak istediğini belirmiştir (ve bu girişimden bir sonuç alamamıştır).
Ne olursa olsun, Meclis’in sürece dahil edilmesi, milletvekillerinin süreçle ilgili olarak bilgilendirilmesi, desteklerinin istenmesi, olumlu ve yenilikçi bir yaklaşım örneğidir. Her ne kadar muhalefet partilerinin liderleri çözüme ve bir uzlaşma ortamının sağlanmasına sert bir dille karşı çıksalar da, konunun Meclis’e gelmesi, bütün partilerin milletvekillerini sürecin içine katan bir hamle anlamına gelmektedir.
Kürt sorunu, toplumsal bir sorun, siyasi bir sorun. Toplumun çözüme ikna edilmesi, bir zaman ve yaklaşım meselesi. Meclis’in konuyu olan yaklaşımı, bu açıdan da anlamlı.
***
Meclis’in konuyu ele alması, bir çizgi değişikliğini ifade ediyor. Önemli bir konunun ordunun alanından sivil alana taşınmasını içinde barındıran ‘ilerici’ bir hamleyle karşı karşıyayız. Türkiye’nin birçok temel meselesi artık sivil alanın meselesi haline geliyor, askerin müdahale olanakları daralıyor.
Bu gelişme yalnızca Kürt sorununun çözümü için bir hamle olmanın ötesinde, diğer sorunların nasıl çözülebileceğine ilişkin bir irade değişimini de içinde barındırıyor. ‘Siyasetin kendi rüştünü ispat etme çabası’yla karşı karşıya olduğumuzdan da söz edilebilir.
Meclis’te konunun nasıl tartışıldığından çok, tartışılıyor olması önemli. Muhalefetin kullandığı üslubun sertliği/yumuşaklığı, bu bağlamda tayin edici sayılamaz. Asıl üzerinde durulması ve analiz edilmesi gereken nokta, siyasetin konuyu kendi alanına çekmesi ve konunun normal bir düzen içinde ele alınacağının gösterilmiş olmasıdır. Bu, doğru yönde yapılmış bir hat değişikliğidir. İlerici bir yaklaşım örneğidir.
RADİKAL